26 Ekim 2013 Cumartesi

Bengaldeş Modern Tarihiyle Yüzleşiyor (mu)? / Bangladesh Facing Its Modern History?

Mehmet Özay                                                                                                                      3 Ekim 2013
Bengaldeş Halk Cumhuriyeti, 24 Aralık 2014 tarihinde seçime gidiyor. Ülke seçim yasalarına göre beş yıllık sürenin dolmasına az bir süre ülkede siyaset kazanı kaynamaya çoktan başladı bile. Seçimlerin iktidardaki Halkın Partisi (Awami League) ile Bengaldeş Ulusal Partisi (BNU arasında geçeceği kesin. Bu iki partide dikkat çeken husus kadın liderleri yani Sheikh Hasina Wazed ile Begum Khaleda Zia’nın son yirmi yılda ülke siyasetinde iktidara oynayan rakip olması. Halk Partisi 350 üyeli parlamentoda 262 milletvekiline sahip olmasıyla önemli bir gücü temsil ettiğine kuşku yok. BNU ise 18 partinin koalisyonundan oluşan ‘çatma’ bir parti… Muhalefetin bir diğer ismi ise Bengaldeş İslam Cemaati (Jamaat-e-Islami, BJI). Seçim süreçlerinde BNU ile BJI’nin koalisyon ortaklığı yaptığı biliniyor. Bu arada yeri gelmişken ifade edelim, Başbakan Hasina’nın isminin başında yer alan ‘Sheikh’ kelimesi, Başbakan’ın ilmine, irfanına matuf bir ibare değil. Sadece mensubu olduğu ‘kabilenin’ adı…

Genel Seçimler öncesinde ülke gündeminde yer alan gelişmeler üzerinde durulmaya değer. Son dönemde ülke gündemini işgal eden iki konu var. İlki işçi hakları, ikincisi de Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin icraatları… Önce ilk soruna bir bakalım… İşçi hakları çerçevesindeki konu ulusal bir konu olarak gözükse de, aslında yüzbinlerce işçinin ulusarışı dev şirketlere çalıştığı dikkate alındığında küresel bir boyutu olduğuna kuşku yok. Ülkenin ucuz iş gücü nedeniyle Batılı tekstil firmalarının önemli yatırımlarına konu olması bir anlamda ülke halkına ekonomik ve sosyal girdiler bağlamında pozitif bir etki olarak düşünülse de, iş yaşamını konu olan yasaların insan şeref ve haysiyetini dikkate alacak şekilde yapılandırılmamış olması önemli bir handikap olarak gözüküyor. Özellikle dünyanın ikinci en büyük tekstil ihraçatçı ülkesi konumunda oluşunda da ortaya çıktığı üzere, ulusaşırı şirketler için “ucuz emek cenneti” olan Bengaldeş’de ne anayasa ve kamu kurumları ne de STK’ların geniş bir kesimi içine alan çalışanların haklarını koruma konusunda tatminkâr çalışmaların hayata geçirildiğine tanık olunuyor. Bu nedenledir ki, sağlıksız koşullarda ve mekânlarda çalışmak zorunda kalan sayıları binleri bulan işçinin yakın geçmişte göçen binaların altında can vermesi sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası arenada ses getirse de, pratikte bir yansımasını görmek en azından şimdilik çok zor. Daha geçenlerde, kadını, kızı genciyle onbinlerce tekstil işçisi maaşlarının asgari 100 Dolar’a yükseltilmesi amacıyla gösteri üstüne gösteri yaparken, ülke yönetiminden sorumlu azınlığın yapabildiği tek şey kulaklarını tıkayıp polis ve orduyu göreve çağırmak oluyor.
İkinci sorun ise, ülke iç siyaseti ile sınırlı kalmayıp, bölgesel ve küresel gelişmelerden ari tutulamayacak bir özellik taşıyor. Bu çerçevede, söz kosusu bu sorunu ülkenin modern dönemine dair bir hesaplaşma olarak okumak da mümkün. Sorunun odağında, 1971 yılında, yani bundan tam 42 yıl önce kazanılan bağımsızlık sürecinde Pakistan’la işbirliği yaptığı ileri sürülen İslamcı liderlerden bazılarının ‘ölüm cezası’ veya ‘ömür boyu hapis’ cezalarına çarptırılması bulunuyor. Mevcut hükümetin 2009 yılında Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ni faaliyete geçirmek suretiyle başlattığı “soykırım” davasında hedefte bağımsızlık öncesinde Pakistan’la birleşme yönünde çaba sarf eden çevreleri hedef alıyor. Bu hesaplaşma hiç kuşku yok ki, 24 Ocak 2014’de yapılacak seçimler öncesinde muhalefete yönelik bir ‘kırma’ operasyonunun parçası olarak yorumlanıyor.

Yazının bir yerinde dile getirdiğimiz üzere, Devlet Başkanı’nın ülke demokrasisinin gelişmişliğine(!) yaptığı atfa binaen ifade edecek olursak, yaklaşan seçimler öncesinde ülkede bir ‘demokrasi şöleni’ göremiyoruz maalesef. Aksine, seçimlerin ve de iktidar kavgasının rejimin varlığı/yokluğu mesabesinde işlerlik kazandırıldığına tanık olunuyor. Sheikh Hasina Wazed liderliğindeki iktidardaki Halk Birliği Partisi, İslamcı muhalefete yönelik kampanyasını 42 yıl öncesi bağımsızlığa giden süreçte yaşananlar üzerinden yürütüyor. Öyle ki, bu eleştirilerden eski Devlet Başkanı Ziaur Rahman’da payını alıyor. İktidarın önde gelen isimleri, Ziaur Rahman döneminde savaş suçlularına haklarını iade edildiğini ileri sürerek gelişmelerden bir şekilde eski Devlet Başkanı’nı da sorumlu tutuyor. Bu sürecin son ayağında Başkent Dhaka’da kurulan Uluslararası Suçlar Mahkemesi’nde yargılanan Bengaldeş Ulusal Partisi (BNP)’nin önemli isimlerinden ve de Pakistan Müslümanlar Birliği Başkanı Fazlul Quader Chowdhury’nin oğlu Salahudddin Quader Chowdhury de bulunuyor. Salahuddin Quader, 1971 yılında Hindu azınlık grubu, Halk Partisi ve Bağımsızlık yanlısı gruplara yönelik şiddet eylemlerinden sorumlu tutularak ahkkında yetmiş yıla varan mahkumiyet kararı verildi. Kısa bir süre önce ise, aynı mahkeme Cemaat-i İslami’nin eski  liderlerinden Ghulam Azam 90 yıl, ve Delwar Hossain Sayedee ise ölüm cezasına çarptırılmıştı. Bu kararlar şu anda temyiz sürecinde.

Ülkede muhalefete yönelik yıkım girişiminin dayanak noktasını ise Halk Partisi Genel Sekreteri Mahabub-ul-Alam Hanif tarafından açıkça belirtildiği üzere “yasalar gereği”. Mevcut yasaların bağımsızlık öncesi ve sonrasında hangi aktörlerce kaleme alındığı konusu ve onyıllar içerisinde yaşanan toplumsal ve küresel değişimler ışığında kanunlara yeni şekil verme süreçlerinin konuşulamaması işin en tuhaf yanı. Hiç kuşku yok ki, Bengaldeş ve benzeri ülkelerde mevcut kanunlar iktidarı ellerinde tutan seküler-milliyetçi çevrelerin mevcudiyetlerinin yegane teminatı olan ‘mutlak’ gücün dinamosu işlevi görmekten öteye geçmiyor. Öyle ki, Devlet Başkanı Abdul Hamid, ülkede yaşanan son gelişmelere değindiği bir konuşmasında ülkenin, mevcut iktidarın 1971 Bağımsızlık ruhu yolunda adımlar attığını ve bu anlamda gidişatın anayasa, demokrasi, sekülarizm ve sosyal adalet gibi değerleri yüceltecek bir süreç olduğu mesajını vermekten çekinmiyordu.

Üstüne üstlük, sanki yoksullukla ve yolsuzluklarla, temel insan haklarından mahrum işçi kesimlerinin, şehir ve çevrecilik sorunlarıyla yüz yüze kalan, ve halkının yüzde 82’sine yakın bir bölümünün günde 2 dolardan daha az gelirle geçinme uğraşı verdiği Bengaldeş değilmiş gibi, Devlet Başkanı ülkenin demokrasi, insan hakları, yasaların üstünlüğü, kadınların çalışma yaşamında aktif katılımı vb. konularda uluslararası çevrelerde dikkate alındığı bir ülke profile çizmesi insane ancak “göz boyamacılığın bu kadarı olur” dedirte bilir ancak. Fırsatını bulanın ülkeyi terk etme adına her şeye göze aldığı, Arakanlı göçmen Müslümanlara dağıtılan uluslararası yardımlara dahi göz dikebilecek yoksulluk ve yolsuzluklarla malul bir yönetim ve toplum üretmiş ülke yönetiminin başındaki kişinin bu sözler sarf etmesi utanç vesilesi kabul edilmeli.

İslamcı kimliğine mensup kişi ve gruplara yönelik yıkıcı kampanya karşısında seslerini duyuracak bir platform bulmakta zorlanan kesimlerin kapısını çaldığı ye rise Türkiye olduğunu yakın dönemde görmüştük. Türkiye’de kimi temaslarda bulunan muhalefete mensup delegasyonun talepleri yankı bulmuş, ancak Türkiye’nin bu bölgede ne kadar yapıcı ve değişime yön verici politikalar oluşturma kapasitesi ve kabiliyetinde olduğu şüpheli. Çeşitli vesilelerle görüştüğümüz kimi yetkililer Türkiye’nin başının bölge meseleleri nedeniyle zaten yeterince ‘kalabalık’ olduğu ve bu nedenle Güney Asya ne de Güneydoğu Asya’ya bakma imkanı bulmakta zorlandığını ifade ediyorlardı. Tabii bunda anlaşılır bir yön bulmak mümkün. Ancak anlaşılamayan husus Türkiye’nin bu bölgede birlikte hareket edebileceği aktörleri bile henüz oluşturamamış olmasında yatıyor. Var olan potansiyeller üzerinde çalışmalar yapmak yerine, belirsiz Türkiye’ye nereye götüreceği meçhul ve de sıfırdan başlayan girişimlerin günün ve yakın geleceğin sorunlarıyla yüz yüze gelmede ve de çözüm imkanı sunmada yeterli olamayacağı gözlemcilerin ortak kanaati.


Bengaldeş’in, aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olması yaşanan tüm hak ve haksızlıklar bağlamındaki gelişmelerin nasıl algılanması konusunda da kafa yormayı gerektiriyor. Böylesi bir Teşkilat’a üye olmakla, ülkede bir şeylerin değişebileceği, halkına ve çevre ülke toplumlarına bir ‘artı değer’ katabileceği gibi naif bir düşünce akla gelse de, gerçek maalesef öyle değil. Kaldı ki, Bengaldeş’in bölgesel ve küresel güç dengeleri bağlamında hangi safta yer aldığı konusunda görüşler dikkate alındığında Teşkilat içinde olup olmaması ile Teşkilat’ın bu ülke üzerinde ne tür bir ‘soft’ güç kullanıp kullanmadığı daha iyi anlaşılabilir. Hiç kuşku yok ki, İslamcı muhalefete yönelik baskıların arkasında Hindistan güdümlü politikaların hayata geçirilmesinin bir parçası olduğu da bölgeyi takip eden gözlemcilerin dile getirdikleri bir husus. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder