10 Ekim 2013 Perşembe

APEC’de serbest ticaret tartışmaları / Talks on Free Trade at APEC

Mehmet Özay                                                                                                                    10 Ekim 2013

‘Asya Pasifik İşbirliği’nin (APEC) bu yılki toplantısı daha başlamadan Barack Obama’nın katılmayacağı haberi gündeme damgasını vurdu. Dünya güç dengelerinin başat unsurlarını bir araya getirmesiyle dikkat çeken toplantı 7-8 Ekim tarihleri arasında Endonezya’nın Bali Adası’nda gerçekleştirildi. Dünya güç dengeleri derken, toplantıda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i, Obama olmasa da temsilcisi konumundaki Dışişleri Bakanı John Kerry’i kastediyoruz. Pasifik Okyanusu’na komşu Doğu ve Güneydoğu Asya ile Kuzey ve Güney Amerika’dan Devlet Başkanı veya Başbakan düzeyinde katılımların konu olduğu toplantı bölgesel ekonomik işbirliği olmanın ötesinde anlamlar taşıyordu.  Devlet başkanları ve başbakanlar öncesinde bir haftaya yayılan yüzü aşkın toplantıya iştirak eden sayıları binleri bulan üst düzey bürokrat hesaba katıldığında bu organizasyonun birlik için ve de küresel bağlamıyla ne denli önemli olduğu anlaşılır.

Bu toplantının ana konusu Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA)’nın içeriği konusu oldu. Toplam 12 ülkenin -ABD, Çin, Japonya, Singapur, Meksika, Peru, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Malezya, Vietnam ve Brunei- üye olduğu söz konusu ülkeler arasında serbest ticareti öngören TPPA’nın APEC bağlamında yeni bir inisiyatif olduğunu söylemeliyiz. Bununla birlikte, ilk defa 2011 yılında o dönem Honolulu’da yapılan toplantıda ABD Başkanı Barack Obama tarafından gündeme getirilen ve APEC üye ülkeleri arasında yeni bir işbirliği yapılanmasını hedefleyen anlaşma henüz imzalanabilmiş değil. Amerikan yönetiminin bu anlaşmaya ‘ihtiyaç duymasının’ ardında, gene Amerikan yönetiminin 21. yüzyıla biçtikleri rolle doğrudan ilintili. “Asya yüzyılı” kavramını literatüre yerleştirmeyi başaran bu yeni siyasi bakış açısı, girişte dile getirdiğimiz üzere üye ülkelerin nitelikleri dikkate alındığında sadece Asya’yı şekillendirmekle kalmayacak, küresel bir boyutu olduğu dikkat çekiyor. Asya yüzyılı derken akla ABD’nin rakibi geliyor. ABD yönetimi bu kavramı uluslararası ilişkiler sahasına yerleştirirken, elbette karşısında bir rakip bir güç olarak çoktan belirmiş ‘Çin faktörü’ne siyasi bir markajı hesap ettiği ihtimalini gözlerden kaçırmamak gerekir. 

Bununla birlikte, bu anlaşmanın ‘ticaret’le yani, mal değiş/tokuşuyla sınırlı olmadığı, içerisinde hizmet sektörü, kamu ihalelerine katılım ve yatırımlar gibi alanların da olduğu dikkat çekiyor. Pasifik çevresi ülkelerin katılımıyla gerçekleştirilmesi plânlanan ‘serbest ticaretin’ ötesine geçecek bir anlaşmanın kökenlerinin yaklaşık yirmi yıl önce (1994) Bogor’da yapılan toplantıya dayanıyor. Bu çerçevede TPPA’da öncellenen konular arasında bölgesel ekonomik entegrasyon ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi; ticaret ve ekonomik faaliyetleri gerçekleştirmeye matuf alt yapıda standardizasyon; ve belki de özellikle üye ülkeler bağlamında bakıldığında çoğunluğunun üçüncü dünya ülkeleri olması hasebiyle öne çıkan ‘yolsuzluk’ konusu oluyor. APEC içinde, geçmişte adına üçüncü dünya sınıflamasına giren ülkeleri çokça ilgilendiren maddeler içerisinde yolsuzluk ve içinde su, elektrik ve eğitim gibi kamu hizmetleri bulunuyor. Kalkınma ekonomisi terminolojisi bağlamında bir ülkenin, sadece az gelişmişlikten gelişmişlik düzeyine çıkmasını ifade eden bir cümle kurmak kadar kolay olmayan bu alt yapı hizmetlerinin hayata geçirilmesi doğal ve insan kaynaklarının nasıl, kimler eliyle, hangi boyutlarda kullanılacağına da referans yapıyor hiç kuşkusuz ki. Bu noktada içinde bir Vietnam, Endonezya, Peru, Malezya, Meksiya gibi ülkelerin yanı sıra, ABD, Kanada, Yeni Zelanda, Avustralya gibi ülkeleri de barındıran bu birlikte gücün dolayısıyla yaptırımın kimler elinde ortaya konacağı da önemli hale geliyor. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in önerdiği “bölgesel alt yapı geliştirme fonu” kurulması önerisinin ‘heyecana yol açması’ kadar, bu alt yapının geleceğe matuf hedeflerinin de düşünülmesini gerektiriyor.

APEC toplantısına konu olan ülkenin Endonezya olması, bu son ‘şartın’ öyle böyle beklenecek yanı olmadığını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Öyle ki, APEC toplantısından günler önce ülkede patlak veren son büyük yolsuzluk vak’ası, sadece ortada dolaşan maddi değeri itibarıyla değil, bu vak’aya konu olan kişi ve kurumun ülkenin en üst düzeyinde yer alması. Yani, Anayasa Mahkemesi Başkanı Akil Muchtar’ın daha görevine başlamasından birkaç ay sonra bulaştığı yolsuzluk, gözlemcilerin ileri sürdüğü üzere kendi başına yolsuzlukları çözme başarısını bir türlü gösterememiş Endonezya için umutların APEC benzeri uluslararası kurumlara bağlanmasını şart koşuyor.

TPP’nın fikir babası konumundaki Amerikan yönetimi, anlaşmanın bir an önce imzalanması için elini çabuk tutarken, bütçe görüşmelerinde doğan anlaşmazlık sonucu kamu idaresini kilitleyen gelişmelerden ötürü Obama’nın görüşmelere iştirak edememesi başlı başına bir handikaptı. Katılımcı ülke yetkilileri arasında kaygıya neden olan sadece Obama’nın serbest ticaret anlaşmasının ‘babası’ sıfatıyla toplantılara katılamamış olması değil, aynı zamanda ülkesinde yaşanan gelişmenin küresel ekonomiye etkisinin olacağı düşüncesidir. Öte yandan, söz konusu anlaşma metninde geçen ve üye ülkelerin, ki bu noktada yaptırım gücünü elinde bulundurduğu tahmin edilebilecek karar merciindeki ülkelerin dışındakiler kastedilmektedir, ulusal çıkarları ve kendi toplumlarının özelliklerine halel getireceği endişesi giderek yüksek sesle dillendiriliyor.

Söz konusu anlaşmaya bazı çekinceleri olan ülkelerin başında Malezya geliyor. Bu konuda eski başbakan Dr. Mahathir Muhammed’in birkaç ay önce hükümete yaptığı uyarı önemli bir örnek teşkil ediyordu. Bu uyarı karşılığını bulmuş olmalı ki, Bali’de yapılan toplantılar sırasında Başbakan Necib, TPPA’ya “gözü kapalı girmeyeceklerini, uluslararası işbirliğine önem vermekle birlikte önceliklerinin ‘ulusal çıkarlar’ olduğuna” vurgu yapıyordu. Temelde uluslararası sisteme endeksli politikaları ile dikkat çeken Malezya’da bunun ‘devlet kontrolünde’ yapılıyor olmasından neşet eden bir farklılık söz konusu. Bunu ülkenin sosyolojik gerçekliği üzerinden haklılaştırmaya çalıştığı da biliniyor. Bu noktada ‘ulusal çıkarlarla’ ‘Malay çıkarlarının’ örtüştürüldüğünü görmek zor değil.

Hiç kuşku yok ki, Asya çağında APEC’e üye ülkeleri aynı çatı altında buluşturan ve bunu ‘serbest ticaret’ formülasyonu ile sunan ve nihayetinde toplumsal yaşamın neredeyse en can alıcı kurumları üzerinden yürütülmesini öngörün bu anlaşmanın ortaya koyacağı, sosyo-kültürel değişim ve dönüşümleri göz ardı etmemek gerekir. Bu hususai, kendi başına üzerinde epeyce durulmayı hak ettiğini hatırlatalım.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=276973

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder