Mehmet Özay 9 Eylül 2013
Avustralya seçimleri iktidar değişikliği getirdi. İki
dönemdir, yani altı yıldır iktidarda olan İşçi Partisi, iç çekişmelerinin
faturasını ağır ödedi. Cumartesi günü yapılan genel seçimlerde Liberal Parti
ağırlıklı Koalisyon gücü 150 sandalyeli parlamentoda 88 sandalye kazanarak
iktidara yerleşirken, İşçi Partisi 57
sandalye ile muhalefete geçti. Böylece 76 milletvekili ile hükümeti
kurma şartını elde eden Koalisyon önümüzdeki üç yıl boyunca ülkeyi yönetecek. Seçimin
İşçi Partisi bağlamında ortaya koyduğu gerçek ise partinin iktidarı kaybetmekle
kalmadığı, aynı zamanda son yılların parti içi liderlik mücadelesinin öznesi
Kevin Rudd ve Julia Gillard partideki görevlerinden ayrıldıklarını açıkladılar.
Son dönemdeİşçi Partisi’ndeki liderlik çekişmesi, sadece partili
milletvekilleri arasında ayrışmayı getirmedi. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu
gibi, Kevin Rudd gibi göz ardı edilmeyecek bir liderlik sergileyen politikacıya
rağmen, seçmen nezdinde inandırıcılığını yitirmiş bir İşçi Partisi vardı
politika sahnesinde. Rudd, güçlü siyasetçiliğine rağmen, parti içi demokrasiyi
işletmemesiyle, bir başka deyişle kendine çok güvenen yaklaşımları ile
dikkatleri çekmişti. Bunun ilk işareti Gillard’ın 2010’da Parti liderliğini ele
geçirmesinde ortaya çıkıyordu.Rudd, 2013
Haziran’ında yeniden partide dizginleri ele geçirdiğinde yaşananlardan ders
çıkardığını ifade etse de, seçim tarihinin çoktan kararlaştırılmış olması
nedeniyle Avustralya kamuoyunu İşçi Partisi’ne yönelik algısında arzu edilen
değişikliği gerçekleştirecek zamanı olmadı. Seçimler sonrasında parlamento
oluşumuna bakıldığında İşçi Parti’sinin iktidar karşısında muhalefet rolünü
oynayabilmek için öncelikle iç çatışmaları sonlandırması ve güçlü bir lider
çıkarması gerekiyor.
Koalisyon’un seçim zaferinin ardında bir başka önemli neden
ise vergi indirimleri söyleminin karşılık bulması. Tabii ülkenin önde gelen iş
çevrelerinin ellerini oğuşturmasına neden olan bu çıkış, medya devlerinin de
desteğiyle Abbott’un önünü açıyordu. Bu noktada Liberal Parti Başkanı ve yeni
Başbakan Tony Abbott’un kim olduğuna kısaca bir göz atalım.Üniversite
yıllarında boks sporuyla ilgilenmiş, bir ara rahiplik yapmış, ekonomi ve
politika öğrenimi görmüş Abbott, 2009’da Liberal Parti başkanlığına ‘bir oyla’
kazanmayı başardı. Ikibinli yılların başında Sağlık Bakanı olarak dönemin
hükümetinde yer alan Abbott, seçimlere aylar kala yapılan anketlerde ikinci
sırada gözükse de, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, İşçi Partisi’nde ‘ısrarla
sürdürülen’ çatışmacı yaklaşıma güçlü bir tepki gösteren seçmen tarafından
-belki de pek de istemedikleri bir lider olarak- Başbakanlığa taşındı.
Abbott, seçim zaferinin ardından yaptığı ilk günkü
açıklamasında ‘yapacak çok iş var’ diyordu.İşlerin başında Endonezya üzerinden
gelen yasadışı göçmenler meselesi; ülke ekonomisinde önemli bir yeri olan
çiftlik işletmeciliği ve yaşlanan nüfus gerçeği karşısında sosyal politikaların
geliştirilmesi geliyor. Göçmen konusu aslında ulusal bir tepki çektiği için kampanya
döneminde her iki partinin de gündemindeydi. Selefi gibi Rudd gibi, Abbott da
bir süre sonra Cakarta’da boy gösterecek. Tabii mülteciler konusunda
Cakarta’dan şu aylarda çözüm beklemekolsa olsa iyimserlik olur. Endonezya
seçimlerine ramak kala, Susilo Bambang Yudhoyono “zaten ben gidiciyim” deyip,
sarayında ‘misafirperverliğin’ ötesinde bir çabası olmayacak; önde gelen diğer
politikacılar da ‘seçim borsasında’ yer alma yarışındayken ve de kimi
gözlemcilerin ifade ettiği üzere ülke bürokrasisinin çeşitli birimleri bu
illegal göçten nemalandığı
düşünüldüğünde Abbott’un ne gibi
bir sonuç elde edebileceği şüpheli. Ancak illegal göçmenlerin azımsanmayacak
bir bölümünü Müslümanların oluşturduğu düşünüldüğünde bu ayıptan hiç kimse kaçmaması
gerekir. Müslümanlar adına hareket ettiği ifade edilen, oysa gerçekte ne
birliği olduğu şüpheli uluslararası kimi kuruluşların bu insani durum
karşısında sorunu anlamaya yönelik bir araştırmaları olup olmadığını sormanın bir
karşılığı var mıdır acaba?
Ülke ekonomisinin dayandığı zengin maden kaynakları yerini
müşterileri arasında İslam ülkelerinin de önemli bir yer tuttuğu çiftlik
işletmeciliği geliyor. Bu yatırımlar sayesinde Avustralya’nın gıda üretiminin
küresel dönemde göz ardı edilmeyecek bir ‘güç’ olduğunu dünyaya kanıtladığını
söyleyebiliriz. ‘Helâl’ konusu mu? O da yoluna konulmuş gözüküyor. Tıpkı
‘faizsiz bankacılık’ uygulamasında kazancın yolunu gören dünyanın önemli finans
kuruluşlarının politikaları gibi dev çiftlik işletmecileri de İslam
coğrafyasındaki müşterilerini tatmin edecek ‘Helâl’ üretimleri
gerçekleştirmekten elbette ki imtina etmeyeceklerdir. Koalisyon iktidarının
ekonomi alanındaki öncelikli politikalarının başında çeşitli ülkelere özellikle
bölgesindeki Pasifik Adaları ülkelerine yapılan yardımlarda kısıntıya gidilmesi
geliyor. Bu politikanın icraata geçirilmesiyle dört yıl içinde 4.5 milyar
Dolarlık ‘tasarruf’ yapılması, bir başka deyişle bu bütçenin ülkedeki alt yapı
çalışmalarına ayrılması öngörülüyor.
Muhafazakâr görüşlerin ağırlık kazanacağı bu yeni dönemde
Avustralya’nın aslında bir ülke politikası olarak görülen ‘Güneydoğu Asya-Pasifik’
açılımında nasıl bir rol oynayacağı merak konusu. Bu yönde ilk gösterge
‘negatif’ hanesine yazılacak bir uygulama olarak gözüküyor. Yukarıda dile
getirdiğimiz üzere, ağırlıklı olarak bölge ülkelerine yönelik yardımların
kısılmasının, ilgili ülkelerle ilişkilerin istikrarlı bir şekilde sürdürülmesi
önünde bir engel oluşturacağı düşünülebilir. Kaldı ki, bu yardım kesintisinin
ülkenin üç önemli şehrindeki alt yapı çalışmalarına aktarılacağı yönündeki
açıklamada ‘içe kapanmanın’ bir işareti. Avustralya’nın Müslümanların
çoğunlukta olduğu Endonezya-Malezya ile ilişkilerinde ‘medeniyetler ayrımını’
körükleyecek boyuta uluşması hiç de istenmeyecek toplumsal tepkilere yol
açabilecek tehlikeleri içinde barındırıyor. Henüz yeni yayınlanan ve
Avustralya’nın 2025 hedeflerini ele alan ‘Endonezya Ülke Stratejisi’ belgesinde
de vurgulandığı üzere Endonezya’nın 2025 yılında dünyanın gelişmiş onuncu
ülkesi olacağı projeksiyonundan hareketle,bu ülke ile ilişkilere ayrı bir önem
verilmesine yapılan vurgu dikkat çekiyor. Koalisyon hükümetinin, tüm
muhafazakârlığına rağmen, bu ekonomik göstergeyi olabildiğince dikkate alacağı
düşünülebilir. En azından, süreçte İşçi Partisi’nin ve Senato’nun hükümet
politikaları üzerinde ‘yapıcı’ müdahalelerinin bu yönde bir açılıma sebep
olacağı da gözlerden uzak tutulmamalı.
Endonezya’yı ele alan bu raporda Avustralya’lı
bürokratların iştahını kabartan hiç kuşkusuz ki, Endonezya’nın ‘tüketimci
ekonomiye’ endeksli gelişme göstermesi. Ekonomisi %5-6’lar düzeyinde büyüse de,
insan kaynakları, alt yapısı epeyce ‘açık vermesine’ rağmen, bir önceki
yazımızda vurguladığımız gibi bu açığı kapatacak ‘dış yatırımlar’ noktasında
Avustralya ‘gönüllü’ rol oynamaktan çekinmeyecektir. Bu noktada eğitim alt yapısındaki
başarısız politikalar, son birkaç yılda yaşanan ‘müfredat’ ve ‘sınav’
skandalları, Cakarta çevrelerinde ‘teknik destek’ amacıyla Sdyney’in kapısını
aşındırmaya başladı bile. Öyle ya, adına İslam ülkeleri denilen bütün içinden
pek de ‘model’ alınacak bir yapılanma olmadığına göre, yanı başında hem de çokça
hayranlık beslenen Anglo-Sakson dünyasının bir temsilcisinden gönüllü yardım
almak kadar rasyonel bir çözüm olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder