Mehmet Özay 11
Temmuz 2012
Habib Nuh'un Türbesi'nden bir görüntü |
Neyse sadede gelelim... Yukarıda zikrettiğim ‘Ailecek’ kelimesi tuhaf
kaçabilir. Sanki Singapur’da ‘pikniğe’ ya da alışverişe gider gibi... Hâl öyle
değil tabii ki... Aksine birkaç yüzyıl öncesinin önemli şahsiyetlerinden birini
ziyarete gittik. Bu postmodern şehrin Cumartesi sakinliğinden istifadeyle
yolları aşıp, Palmer Road’a bağlanan Shanton Way’deki Habib Nuh’un kabrini
ziyaretti amacımız. Habib Nuh’u 150. vefat yıldönümü vesilesiyle kısa bir
yazıyla daha önce sizlere tanıtmıştım.
Singapur’un Velisi unvanıyla da anılan Habib Nuh’un tam adı, “Sayyid Nuh bin
Sayyid Muhammed bin Sayyid Ahmad Al-Habshi”. Anne ve baba tarafından Yemenli
olan Habib Nuh, 1788 yılında, aliesinin seyahat etmekte olduğu bir gemide
dünyaya gelir. Alie önce Penang Adası’na yerleşir. Habib Nuh ise, Thomas
Raffles eliyle modern Singapur’u kurmaya başladığı yıllarda Singapur’a geçerek
oraya yerleşir.
“Habib” adı, tıpkı Seyyid, Şerif gibi Malay coğrafyasında -ki coğrafya ile,
sadece günümüz de modern Malezya devleti sınırları içerisinde kalan görece
küçük toprak parçası ile sınırlı değil. Aksine, tüm Takımadaları içine alan
nüfusu üç yüz milyona varan geniş bir “ırkî aileden” bahsediyoruz- yaygın olan
Peygamber nesline müntesip olanlara gönderme yapar. Aşağıda bu zatın kabrinin
bulunduğu türbeden hareketle birtakım “güzellikleri”, “ilginçlikleri”
paylaşacağım.
Palmer Road’dan başlayalım... Burası, sahilde dev kargo limanının
uzandığı, biraz iç bölgede ise uluslararası şirketlerin “maharetlerini
sergiledikleri” gökdelenlerin yükseldiği işlek mi işlek bir muhit. Burada da
“türbe mi olur?” sorusunu sormayı haklı kılacak bir neden doğrusu. Habib Nuh’un
türbesi, Hacı Muhammed Salih Camii’nin yanı başında. Gördüğüm, gezdiğim
türbeleri düşünürsem, Habib Nuh’un türbesini ayrıcalıklı kılan ilk unsurun,
cami ile aynı seviye de değil, yaklaşık 20 metre yüksekliğinde bir tepenin
üzerine inşa edilmiş dikdörtgen plânlı yapı olmasında ortaya çıktığını
söyleyebilirim. Öte yandan, türbenin mimari unsurları bağlamında da farklılık
sergilediği dikkat çeker. Bu nedenle, itiraf edeyim ki, türbeyle yüzyüze
geldiğim ilk ziyaretimde bir “İşte çok ilginç bir Çin mabedi” diye aklımdan
geçmedi değil. Türbeye, caminin giriş kapısının yanı başındaki merdivenlerden
çıkılıyor. İçinde türbedarının da olduğu, temiz ve nezih bir mekân.
Dikdörtgen şeklinde dizayn edilmiş türbenin aslında iki bölümden oluştuğunu
söyleyebiliriz. İlki, kubbenin hemen ortasında yer alan iki ucunda mezar taşı
bulunan Habib Nuh’un kabri. İkincisi ise doğu istikametindeki bir diğer kabir.
Mezar büyüklükleri, kabir taşları ve de kabirler üzerine serilmiş, kaftanları
andıran ipeğimsi örtüler dikkate alındığında ilginç bir benzerlik dikkat
çekiyor.Habib Nuh’unkiyle hemen hemen aynı boyutlarda ve aynı özenle inşa
edilmiş bu mezarın yeğenine ait olduğunu öğreniyoruz Hajı Nasrun amcadan.
Kabrinin üzerinde yazılı kitâbede adı, “el-Habib Abdurrahman el-Habşi” olarak
zikrediliyor.
Türbe hizasına vardığımızda Habib Nuh’un mezarı karşılaşıyoruz doğrudan. O
da ne, başlarına “öylesine iliştirilmiş gibi duran örtüleri ile” birkaç bayan
dua ediyor. Mezarın etrafında fırıl fırıl dönen bir kız çocuğu. Mezarın öte
yanında ise simaından Tamil olduğu anlaşılan orta yaşlarda bir bey ise mezar
taşını öpüyor, yüzünü sürüyor... “Herhalde, henüz yeni Müslüman olmuş bireyler”
diye geçiriyorum içimden. Ancak öyle olmadığını Hacı Nasrun amcayla bilâhare
yapacağım sohbette anlıyorum. Aşağıda değineceğim...
Türbe açıkçası her yönüyle -hem maddi hem manevi yönüyle- ilginç dersem
abartmış olmam. Yukarıda zikrettiğim cami ile arasındaki ‘yükselti’ mesafesi
kadar, 1980’li yıllarda Singapur hükümetinin şehrin ana arterine bağlayacak bir
otoban inşaatı sebebiyle Türbe’nin yıkılması, bir başka yere taşınması ve
nihayetinde otobanın Türbe’nin üzerinden geçmesi gündeme gelmiş ciddi ciddi.
Ancak cami yönetiminin Singapur hükümeti nezdindeki girişimleri neticesinde bu
üç şıkkın dışında bir alternatif gündeme gelmiş. Böylece, otobanın camiye teğet
geçecek şekilde yapılmasına karar verilmiş. Ayrıca, otoban Türbe’den daha aşağı
mesafede olmasıyla da ‘önemli bir kazanım’ olarak düşünülebilir.
Türbe’nin yanı başındaki bölge otobüs terminali ile hemen karşısında devasa
bir ağacın altına inşa edilmiş Çin Mabedi’ne rağmen kendine özgü niteliklerini
sürdürüyor. Terminali Türbe sahasından ayıran tel örgüleri geçip içeriye doğru
kıvrıldığınızda dev bir ağacın gölgesinde serinleyen yüzlerce güvercinle
karşılaşmanız, sizi zaman mekân bağının koparıp Eyüp Sultan Meydanı’na
taşıyacaktır. Tropik güneşin yakıcılığından kaçan güvercinler öğle sıcağında
burada serinlerken, günün değişik vakitlerinde de yeşil türbeye tüneyerek arz-ı
endam ediyorlar.
Güneşli günlerde yemyeşil kubbesinde oluşan parıltılar, kabirde yatan zatın
halini arz ediyor sanki. Otoban’ın öte yanında dev vinçlerin dansına konu olan
kargo limanındaki gürültüler bir yana, türbenin içine girdiğinizde sessizlik
alıp götürüyor sizi... Tıpkı yaklaşık iki yüz yıl önce, Habib Nuh’un o dönem
Singapur’unun işlek caddelerinden kaçıp, invizaya konu olan bu tepeye
“tünemesi” gibi. Hacı Nasrun amca, o dönemlerde bu tepeden sahilin ve okyanusun
alabildiğine gözler önünde uzandığını söylemesiyle, yukarıdaki “sessizlik”
olgusu çok daha anlamlı hale geliyor.
Türbe ziyaretini sona erdirip, Hacı Nasrun Amcayla sohbete devam ederken, Türbe’ye
Yemen, Endonezya, Malezya gibi ülkelerden ziyaretçilerin geldiğini söyledi. Bu
arada, kendisine yukarıda zikrettiğim Tamil Bey’in ve pek de Müslüman
olmadıklarını düşündüğüm birkaç Hintli bayanının Türbe ve civarında ne
aradıklarını sordum hayretle karışık. Nasrun Amca, “kerametten” bahsetti... Türbe’nin sadece Müslümanlarca değil, diğer
dinlere mensup kişilerce de ziyaret edildiğini, çünkü buranın onlarca da kutsal
sayıldığını söyledi. Belki en şaşırtıcısı ise, ziyaretçilerin sadece Singapur
vatandaşlarından ibaret olmadığı, Tayland’dan üst düzey bir Budist Rahibin de
Türbe’yi ziyaret ettiği vakî. Bu hadiseye tanık olan Nasrun Amca, Budist Rahibe
niçin onca yolu aşıp geldiği sorulduğunda bir rüyası üzerine geldiğini ve
burada yatan zatın önemli biri olduğunu söylediğini aktardı. Evet bu ifadeler
oldukça olağanüstüydü. Daha başka örnekler de veren Nasrun Amca’ya, Habib Nuh’u
konu alan küçük eserde bu ve benzeri anlatılar olmadığını ifade ettiğimde, bu
mekânın bu yönüyle bilinmesini istemediklerini, bu nedenle eserde bahse konu
edilmediğini söyledi. Açıkçası, bu yaklaşım hoşuma gitmedi değil...
Bu vesileyle, Singapur’a yolu düşenlerin, alışveriş merkezlerinden sonra
soluğu Santosa Adası’ndaki eğlence merkezinde almak yerine, bir zamanlar bu adanın “çilehanesi” makamındaki bu köşesini ve de
benzerlerini ziyaretleri makbule geçeceğine kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder