Mehmet Özay 28.11.2024
Ortada çok temel yanlışların olması, açıkcası bazı
adımlar atılmış olsa bile, -ki, en azından ‘geçici hükümetin’ tesisini bu
anlamda, başlangıç kabul etmek mümkün-, bunun yani, reform çabasının sürdürülebilirliği,
yapılaşması, içselleştirilmesi gibi bir dizi süreçlerin, ne kadar sağlıklı
yürüyeceği konusunda iyimser olabilmeyi engelliyor.
Bu sorunsalın en başında, geçici hükümetin kuruluşunun
askeri vesayet ile birlikte ortaya konulmuş olması geliyor...
Bu durum, başlı başına bir çelişki olarak ülke
siyasetinde varlığını sürdürüyor.
Aynı süreçler
Tıpkı, 2006 yılında olduğu üzere, 2024’de de ordu,
sivillerin idare edemediği alanı idare etme görevini üstlendi...
2006 yılı Ekim ayında başlayan geçici hükümet
tartışmaları, üç ay içinde seçime gitme iddiası vb. hususlar yerini kaos ve
anarşiye terk etmişti.
Ve seçim kararı ancak, yaklaşık iki yıl sonrasında yani,
2008’de alınabilmişti...
Bu sürecin, kaos ve anarşide hayatını kaybedenlerin
ötesinde bu sürecin en acı yanı, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri
gibi Batılı ülkelerin ve ulus-ötesi küresel kurumların halkının büyük bölümü
Müslüman olan Bangladeş’i hâl yoluna koyma konusunda çaba içinde olmaları ve
ardından, kaos ve anarşi ortamının nüksetmesiyle çareyi, ülkeyi terk etmekte
bulmaları olmuştu...
O dönemde, dikkat çeken bir diğer önemli gelişme, geçici
hükümet tarafından hem Halk Partisi (Awame League-AL) lideri Şeyh Hasina Wajed
ve Bangladeş Ulusal Partisi (Bangladesh National Party-BNP) lideri Khalida Zia
hakkında ‘yolsuzluk’ iddialarıyla suçlanmalarıydı...
Bangladeş’te bugünlerde sorulan önemli sorulardan biri
yukarıda dikkat çekilen gelişmelerin tekrar edip etmeyeceği yönünde.
Ordu, sivil idare ve güç
Askerin varlığı ve siviller adına karar verme yetkisi ve
makamında bulunması, ülke siyasal yaşamının kökeni ve yapılaşması hakkında
gayet önemli veriler sunuyor.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, bu durum bize,
Bangladeş’te, siyasal yaşamda sivillerin egemenliğini ortaya koyacak ve bunun
bir yansıması kabul edilebilecek şekilde, ulusal parlamentoda, ilgili siyasi
partiler ve bunlara eklemlenmiş sivil kurumların, azınlık/çoğunluk ilişkisini
göz ardı etmeden çeşitli işbirliklerini hayata geçiremedikleri ve geçici
hükümet kurulamadığını gösteriyor.
Aslında, Bangladeş ve benzeri ülkelerde yani, halkının
kahir ekseriyetinin Müslüman olan devletlerde, bu tür gelişmelerde hâlâ askere
ihtiyaç duyulması, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir alanı oluşturuyor.
Söz konusu ülkelerde askerin, siyasal yaşama müdahelesi
gibi süreçleri, salt modern dönemin ulus-devlet nosyonuyla açıklanabilir bir
yanının olmadığını, burada kısaca ifade etmekte yarar var.
Aksine, bu durum, temelde tarihten tevarüs edilen toplum
yapısı; siyasi egemenlik ve bu egemenliğin toplumsal gruplar arasında dağılımı;
sivilleşme ve buna imkân tanıyan, bu alanı genişleten zihniyet yapısı; kurumsal
oluşumlar; güç nosyonu ve bunun oluşum evreleriyle ile ilgilidir.
M. Yunus etkili olabilir mi?
5 Ağustos sürecinde, Prof. Muhammed Yunus Hoca’nın,
-içinde ordunun da olduğu belirli çevrelerce, bir kurtarıcı olarak ortaya
konulmasının, hiç kuşku yok ki, onun bilim adamlığının, Nobel Ödülü almış
olmasının getirdiği global bir figür olması gibi, pozitif önyargıların olduğunu
söylemek mümkün.
Muhammed Yunus Hoca’nın, geçici hükümetin başı olarak, bu
süreçte siyasi olarak kaybedebileceği herhangi bir şey bulunmuyor.
Bu anlamda, elinde gayet önemli bir imkân olduğunu
söylemek mümkün.
Ve bu çerçevede, yakın geçmişteki hataları yapmaması
gerekiyor...
Örneğin, 2006-2008 yılları arasındaki benzeri geçici
hükümet dönemi ülkede, herhangi bir reform sürecine yol aç/a/madığı gibi, sadece
iktidarın yeniden Şeyh Hasina yönetimine devrini getiren sonuçları
doğurmuştu...
Öte yandan, Muhammed Yunus Hoca’nın, önümüzdeki süreçte
-ki, 18 ay süreceği belirtiliyor-önemli adımlar atması ve sağlıklı bir dönüşümü
hayata geçirilebilmeyi başarması, onun ülkesi Bangladeş adına yapabileceği en
önemli iş olacaktır.
Bununla birlikte temkinli olmakta yarar var...
Bu 18 aylık sürede her ne gerçekleştirilirse
gerçekleştirilsin, -olumlu olarak bakıldığında, bunların, sadece bir başlangıç
hükmünde olacağını kabul etmek gerekir.
Çözüm ekonomide (mi?)
Bangladeş’in kendi ayakları üzerinde durabilmesinin
yollarını arayan Muhammed Yunus Hoca’nın yaptığı bazı açıklamalara
bakıldığında, ‘makro dengeler’den söz ettiği ve bu çerçevede, Şeyh Hasina
dönemi politikalarıyla işlevini büyük ölçüde yitirdiği belirtilen bankacılık
sektörünün reformuna gönderme yaptığı görülüyor.
Evet, ekonomi dilinin göz ardı edilemez olgularından biri
‘makro dengeler’...
Ancak, bu profesyonel duruşun yanı sıra, kanımca tüm
Bangladeş halkının aklına, ruhuna dokunacak girişimlerin öncellenmesi
gerekiyor. Yani, sistemik değişim için adımlar atılması...
Teknotratlar, bankacılık sektörünün nasıl düzeltileceği
konusunu elbette biliyorlardır.
Ve Bangladeş’te geçici hükümet tarafından bulunabilecek,
önerilebilecek çözümün de, dünyanın doğusundan batısına ilgili ulus-devletlerin
Batılı ekonomi ve bankacılık sektörünün ürettiği kurallar bütününün bir
kopyasını ortaya koymaktan öte bir açılımı olmayacaktır.
Bir önceki yazıda dile getirdiğim üzere, Bangladeş ve
1971’de kendisinden ayrıldığı Pakistan başta olmak üzere, benzeri ülkeler için
de geçerli olabilecek bazı yaklaşımlar, programlar, açılımlar gündeme getirmesinin,
Muhammed Yunus Hoca’nın hem, akademisyen hem de, bunun ötesinde entellektüel
birikimiyle çok daha örtüşeceğini söylemek mümkün.
Bir küçük öneri!
Muhammed Yunus Hoca’ya meselâ şöyle bir öneride bulunmak
mümkün...
Ülkedeki etkin düşünce kuruluşlarından birkaçının öncülüğünde
halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerle sınırlı olacak şekilde geniş ve
kapsamlı “yolsuzluk çalıştayları” yapabilir.
Fas’dan Endonezya’ya, Nijerya’dan Pakistan’a kadar
halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkelerden ilgili düşünce kuruluşu
uzmanlarını, yüksek öğretim kurumları akademisyenlerini, her türünden
siyasetçileri, sivil toplum çevrelerini, kadın örgütlerini, öğrenci
kuruluşlarını, yerel yönetim temsilcilerini vb. çeşitli alt başlıklar altında
düzenlenecek interaktif sorun tespit ve çözüm odakları çalıştayları organize
edebilir.
Bu yolsuzluk çalıştaylarının tümdengelimli ve tümevarımlı
yöntemleri birarada ele alabilecek bağlamlarla ortaya konulması ve aynı zamanda
kapsayıcılık, sorunların tespiti ve sorunlara olası güçlü ve anlamlı cevaplar
üretebilme gibi hedefleri olmasına özen gösterilmelidir.
Bu çerçevede, en başta şunu ifade etmek gerekir ki,
burada zikredilen yolsuzluk olgusunu, minimalist bir yaklaşımla, sıradan
‘rüşvet’ eksenli olarak görmeyip, İslam düşünce sisteminin değerlerinin, tüm
siyasal ve toplumsal yaşamın üzerinde nasıl bir etkisi olması gerektiğinden
hareketle tümdengelimli bir yaklaşım dizisi sergilenmelidir.
Nihayetinde, Bangladeş ve benzeri toplumlarda köklü
yapısal ve sistemik sorunlar bulunuyor. Bangladeş örneği bize bu tür sorunları
ciddi bir şekilde ele alma ve çözüm önerileri getirerek pratiğe geçirme imkanı
sağlayabilir.
Bangladeş’te geçici hükümetin başında bulunan Prof.
Muhammed Yunus Hoca bu işi yapabilirse, adını bir kez daha tarihe yazdırmış ve
sadece Bangladeş için değil, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumlar
için hayırlı bir iş yapmış olur.