5 Kasım 2024 Salı

Prabowo yönetimi ve Endonezya dış politikası / Prabowo administration and Indonesian foreign policy

Mehmet Özay                                                                                                                            05.11.2024

Endonezya’da başkan Prabowo geçtiğimiz hafta görevine başlarken, hiç kuşku yok ki, en çok merak edilen konuların başında, yeni dönemde, ‘nasıl bir dış politika takip edileceği’ konusu geliyor.

Bugünlerde, bu hususa açıklık getireceği düşünülebilecek, bazı ipuçlarının ortaya çıkmaya başladığı gözlemleniyor.

Örneğin, bunların başında kavramsal bağlamda, ‘güçlü dostluklar ağı’ söylemi gelirken, pratikte Rusya ile ikili askeri işbirliği çerçevesinde deniz tatbikatı dikkat çekiyor...

Yeni mesaj

Birbiri ardı sıra gündeme getirilen bu iki örneğin, kime ve hangi çevrelere ne tür bir mesaj verdiği meselesi belirsizlik kadar, içinde şüpheyi de içinde barındıracak yeterliliktedir.

Prabowo’nun, daha başkanlığa resmen atanması öncesinde yaptığı yurt dışı gezilerinde, ‘çoklu dış politika’ izleği ortaya koyuyordu.

Bugün, aktif başkanlığının ikinci haftasında Prabowo’nun, dış politikaya Rusya ile askeri tatbikat ile başlaması iki açıdan değerlendirilmeyi hak ediyor.

İlki, askeri yapılaşmada ABD ile olan ilişkileri seyreltme, Rusya gibi yeni bir aktörle yakınlaşma. İkincisi ise, asker kökenli olmasından hareketle Prabowo’nun, ülke siyasetini ‘militarizasyonlaştırma’ sürecinin gizli/açık ilk örneğini teşkil etmesidir.

Güçlü dostluklar ama nasıl?

Bu gelişmelere rağmen, başkan Prabowo dış ilişkilerde ‘güçlü dostluklar ağı’ söylemini gündeme getirirken, temelde bunun neye tekabül ettiğini, en azından henüz söylemek güç.

İlk bakışta, kapsayıcılığı akla getiren bu söylemle, keskin bir ayrıma giden küresel güç unsurları arasında, bir ayrım yapılmayacağı algısı oluşturuluyor.

Bu çerçevede, Prabowo’nun resmen başkan olmadan Avusturalya ve Çin’e yaptığı ziyaretlerdeki güvenlik işbirliği anlaşmalarını bu kapsamda değerlendirmek mümkün.

Bununla birlikte, burada, iki temel sorun olduğunu vurgulamak gerekiyor. İlki, ‘güçlü dostlukların’ güçlü bir ülke ve siyasal sistemin varlığıyla başlatılabileceği hususudur.

Bugün, Endonezya’nın bu anlamda, güçlü bir ülke ve siyasal temsiliyet sahibi olup olmadığı tartışmaya açıktır.

Bu durumu, iç politikada var olan ve şu veya bu şekilde gerçekleşmekte olan demokratik süreçlere bakarak değerlendirmek hatalıdır.

İkincisi, güçlü ilişkileri oluşturacak, sürdürecek ve yapılandıracak insan kaynaklarının var olup olmadığı meselesidir.

Bu noktada, böylesi kapsamlı bir dış politika için Endonezya dışişleri’nin yetişkin insan alt yapısı ile bunu sürdürecek güçlü düşünce kuruluşlarının ve üniversitelerin ilgili bölümlerinin ve tüm bunları içeren akademik, bilimsel yayınlarının varlığının olup olmadığı da sorgulanmayı hak ediyor.

Güçlü dayanak: Militarizasyon

Başkan Prabowo’nun asker kökenli başkan olması dolayısıyla, gözlerin ülke yönetiminin giderek militarizasyona doğru evrileceği yönündeki görüşler ile dış ilişkilerde, ‘güçlü dostluklar ağı’ söylemi arasında, açıkçası önemli bir ayrışmanın olduğuna dikkat çekilmelidir.

Militarizsyon kuşkusunun varlığı, ülke içinde kendilerini demokratik değerlere bağlı siyasal ve toplumsal çevrelerle sınırlı olmadığı aksine, uluslararası camiada Prabowo faktörüne, birkaç on yıl öncesinden vakıf olan çevrelerce de gündemde tutulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Rusya ile bu hafta başında Doğu Cava Denizi’nde başlayan ve beş gün sürecek olan deniz tatbikatının, militarizasyon iddiasını destekleyici mahiyetteyken, ‘güçlü dostluklar ağı’nı da şüphe ile değerlendirmeyi destekleyecek bir mahiyeti bulunuyor.

Askeri tatbikatları, ‘rutin’ gelişmeler kabul edildiğini akıldan çıkarmamakla birlikte, başkanlığının ikinci haftasında Güneydoğu Asya sularında varlığına pek de aktif olarak rastlamadığımız Rusya gibi bir ülke ile tatbikatta yer almak, Endonezya’nın askeri ilişkilerini de içerecek şekilde, dış politikasında niyetine dair bir fikir verdiği herkesin malumu olsa gerektir.

Herhalde, bu durumda kimse Rusya ile askeri tatbikatı, ne ülkenin dış politikasına dair, -en azından- son on yıldır, uluslararası ilişkiler araştırmacılarının kahir ekseriyetinin birbirini tekrar edercesine ‘hedging’ teorisiyle ne de, ‘güçlü dostluklar ağı’ söylemiyle açıklanır bir yanı bulunuyor.

Bugünkü jeo-politik gelişmeler dikkatle analiz edildiğinde, Doğu Cava denizinde sürmekte olan tatbikatın, Endonezya’nın güçlü dostluk kurmak ve geliştirmesinden ziyade, Rusya’nın Güneydoğu Asya sularına açılma sürecinin gayet önemli bir adımı olarak değerlendirmek daha makul gözüküyor.

Kapsamlı politikalar var mı?

Şayet Endonezya yeni yönetimi, dış politikasında ‘güçlü dostluklar ağı’ kavramını gündeme getirmek istiyorsa bunu bölge ülkelerinden başlayarak, içerisinde güçlü sivil inisiyatiflerin de yer aldığı dikkatle tasarımlanmış geniş kapsamlı politikalar ve bunların icraat boyutlarıyla ortaya konması beklenir.

‘Prabowo yönetimi, buna hazır mı?’, ‘Prabowo yönetiminin, böyle bir hazırlığı var mı? vb. soruların, henüz olumlu yanıtlanmayı bekleyen bir süreçte olduklarını söylememiz gerekiyor.

Öte yandan, ‘güçlü dostluklar ağı’ söyleminin ABD-Çin, Batı-Rusya çekişmesinde taraf tutmamakla açıklamaya çalışmak, güçlü, aktif bir politakının değil, olsa olsa pasif, içe kapanık bir politika unsuru olduğunu görmek gerekiyor.

Kaldı ki, güncel olması dolayısıyla, Rusya ile askeri deniz tatbikatı kararının bile, böylesi bir dostluk ağına referans etmeyecek boyutu olduğu gayet aşikâr.

En azından, söz konusu bu iki kavrama -hangi açıdan bakıldığına bağlı olarak-, kayda değer bir şüphenin de olasılığını yadsımamak gerekir.

Endonezya’da Prawobo yönetimi güçlü bir dış politika inşası mesajı vermekle birlikte, bunun nasıl tesis edileceği konusu açıklık kazanmayı bekliyor.

Yeni yönetimin daha ikinci haftada Güneydoğu Asya’ya görece uzak küresel aktör Rusya ile başlamayı tercih etmesini de, yakından takip etmek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/prabowo-yonetimi-ve-endonezya-dis-politikasi-prabowo-administration-and-indonesian-foreign-policy/

4 Kasım 2024 Pazartesi

Arap denizciliği ve Malay Takımadaları / Arabian seafaring and the Malay Archipelago

Mehmet Özay                                                                                                                            03.11.2024

Malay Takımadaları ve Arap dünyası ilişkilerine tarihsel olarak baktığımızda karşımıza, ilginç bir yönelimin çıktığı görülür.

Bu iki coğrafyanın ve medeniyetin karşılaşmasını, bir din olarak İslam’ın yayılması öncesinden başlatmak gerekir.

Ve bu durum, hiç kuşku yok ki, bize Arapların geçmişte denizcilikleriyle öne çıkan bir millet oldukları ve aynı zamanda, Hint Okyanusu’nun varlığının ne denli önemli olduğunu hatırlatır.

Bu yaklaşım, aynı zamanda İslamiyetin yayılması sürecinde Arapların, niçin denizlere açıldığının da kendinde, doğal bir nedene dayandığı ve dini gerekçenin de, daha önceden var olan yapısal duruma adaptasyonunun söz konusu olduğu görülür.

Arap denizciliği

Günümüzde veya son bir kaç yüzyıllık süreçte Arap toplumlarının durumu dikkate alındığında, Arapların denizci millet olduklarına dair tarihsel yaklaşımın, “Acaba mı?” sorusunu gündeme getirmemize neden oluyor.

Evet, Araplar tıpkı Farsiler ve Hintliler gibi, denizci millet olarak Hint Okyanusu tarihinde rol oynayan milletler arasında yer alıyor.

İslamiyet öncesinde Hint Okyanusu’nu elverişli bir ulaşım aracı kılanın, bu geniş suyolunu çevreleyen toplumların belki de, Milat’tan Önce’sinde birbirleriyle ilişkilerinde aramak gerekir.

‘Araplar’ derken, elbette dikkate alınması gereken bir coğrafya vurgusu öne çıkarılmalıdır.

Yukarıda gizli/açık dile getirildiği üzere Araplardan kasıt, Hint Okyanusu’na komşu olan coğrafyada yaşayan Araplardır.

Bu noktada, Arapların, geniş bir coğrafyada yerleşik ve de göçebe olarak var olduklarını dikkate aldığımızda, çokça dillendirildiği üzere sadece, ‘çöllerin insanları’ olmadıkları anlaşılır.

Bu noktada, Arap yarımadası’nın sahil şeridi boyunca yer alan toprakların hem, dışardan tüccar ve denizci hem de, içerden tüccar ve denizci bağına sahip olmaları, geçmişte farklı toplumlar arasındaki bağların, -bu coğrafya özelinde söylemek gerekirse-, savaş eksenli olmak yerine, daha çok kültürel ve ticari ilişkileri öncelleyen bir yapıda seyrettiği anlaşılır.

Malay Takımadaları

Biraz uzunca kabul edilebilecek bu girişin ardından, Arapların Malay Takımadaları’na ulaşmalarının kasıtlı veya kasıtsız bağlamlarının olduğunu söylemek mümkün.

Temelde, bu geniş coğrafyada Hint ve Çin gibi iki köklü medeniyet söyleminin bizi, geniş Malay Dünyası’na dair bakış açımızı engelleyici, zorlaştırıcı bir mahiyet taşıdığına kuşku yok.

Bu söyleme devam edildiğinde, Arapların her halükârda önce Hintliler ve ardından, Çinliler ile ilişkiler geliştirdikleri ve bu iki bölgeye denizci ve tüccarlarını gönderebilme başarısı sergiledikleri rasyonel bir çıkarım olarak görülebilir.

Bununla birlikte, Arapların, Malay Takımadaları’na yönelimlerinin olmadığı anlamına gelmiyor.

Dinamik süreçler

Malay Takımadaları’nda belirli bölgelerin insan stoğunun, yerleşim yerleri adlarının, bazı kültürel özelliklerinin sadece, İslamiyetin yayılmasıyla ortaya çıktığını güçlü bir şekilde söyletecek veriler olmasına rağmen, bu gelişmenin, İslam öncesi dönemde olmadığı anlamına gelmediğini de vurgulamak gerekir.

Hiç kuşku yok ki, çeşitli dönemlerdeki denizcilik teknolojisinin söz konusu uzun suyolları ilişkilerinde bağlayıcı olduğuna kuşku yok.

Ancak, görece yakın dönemlerden de, kapalı denizlerdeki gelişmelere şöyle bir göz atıldığında dahi, tedrici bir gelişmenin olduğu anlaşılır.

Benzer bir durumun, diğer suyolları gibi, Hint Okyanusu bağlamında da gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu durumda, Arapların örneğin, Arap Yarımadası’nın güneyinden bir yandan, Hindistan ve öte yandan, Doğu Afrika’ya uzanan gelişim süreçlerinin bir yerinde karşılaştıkları coğrafyanın Malay Takımadaları olması doğaldır.

Malay Takımadaları’nın Hint Okyanusu’na en yakın bölümünü oluşturan Sumatra’nın her üç yönünde yani, Kuzey, Batı ve Doğu sahilleri ile Ana Kıta Asya’nın en güneyini teşkil eden Malaya’nın en batısında, Kedah bölgesinin Arap denizciler ve tüccarlarla karşılaşılması güçlü olan ve akla gelen ilk yerler olduğunu söylemeliyiz.

Coğrafi yakınlıktan ötürü, Arapların önce Hindistan’ın Batı sahil şeridinde ve ardından hem, var olan rotayı hem de, Hintli denizcilerle birlikte güneye seyahatlerin onları ulaştıracağı yerlerin yukarıda dikkat çektiğim iki temel bölge olması kaçınılmazdır.

Yeni bir evre

İslamiyetle birlikte, Arap denizci ve tüccarlarının bölge ile olan ilişkisinde yeni bir evre ortaya çıkar.

Bir yandan, hem, bu iki grubun yani, denizci ve tüccarların Müslüman olmalarınıng etirdiği yeni bir dini-kültürel etkileşim hem de bu yapıya eklemlenen İslam’ı bir dini bilge ve misyon vesilesiyle farklı toplumlara taşıma iradesiyle hareket eden ilim sahibi çevrelerdir.

Bu ikinci grubun sayısını sanıldığının aksine, çoğul kabul etmek mümkün gözükmüyor...

Ancak tarihsel gelişim seyri içerisinde, iki bölge arasındaki ilişkilere gayet önemli bir dinamizm kattığına kuşku yok.

Buna ilâve olarak, söz konusu bu sürecin Malay Takımadaları’ndan Arap coğrafyasına doğru olan bir genişlemenin de olması tarihi bir tesadüf değil, var olan  ilişkiler ağının doğası gereği kabul etmek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/arap-denizciligi-ve-malay-takimadalari-arabian-seafaring-and-the-malay-archipelago/