Mehmet Özay 19.07.2023
Hicri yıl, yani
İslam dininin kurucusu Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tebliğ faaliyetlerini
gerçekleştirdiği Mekke’de karşı karşıya kaldığı siyasal ve toplumsal şartlar
neticesinde, Medine’ye hicret etmesinin temel alındığı bir tarihi referanstır.
Hz.
Peygamber’in (s.a.v.), fiziki ve dönemsel bağlamda Arap Yarımadası toplumları
için bir toplumsal dönüştürücü rolünü yerine getirirken,[1]
sergilediği eylemlerin sıradan insan teklerinin eylemlerinden farklı olduğu
muhakkaktır.
Bu noktada, Hz.
Peygamber’in (s.a.v.), bu hicret vak’asının bireysel bir süreç olmaktan öte,
İslam toplumunu ilgilendiren ve bunun ötesinde İlâhi (sacral) ve Vahyi (revealed)
bir yönlendirmeye tekabül eden boyutu üzerinde düşünülmeyi hak eder.
Bu tarihi
vak’anın, Müslüman toplumlar için zamanın başlangıcı kabul edilmesinin, yeni
oluşmakta olan Müslüman toplumun anlam evreninin oluşturmasındaki rolü, bu
vak’anın gerçekleştiği tarihi başlangıç kabul etmek suretiyle ortaya
konmuştur.
Bu yazıda,
kısaca zaman olgusu ve oluşumuna dair bazı faktörlere değineceğim.
İnsanlık tarihinin dönüm noktalarını oluşturan unsurların başında, zaman denilen olguyu anlama çabası önemli yer tutur.
Bu anlama çabası, ilgili toplumların kozmolojilerini (cosmology) oluştururken, gündelik pratikleri yerli yerine oturtmada ve anlamlılaştırmada da gizli/açık, bilinçli/bilinçsiz en azından belirli dönemlerle referans olma işlev görür.
Genel itibarıyla bakıldığında, bu ikisini yani, kozmoloji ve gündelik pratiklerin birbirinden ayırt edilmesinin mümkün olmadığını söyleyebiliriz.
Mikro düzeyde insan teki ve makro düzeyde toplumun geneli, adına yaşam denilen süreçte neyin, nasıl, ne şekilde vb. yapılacağıyla ilgili sorulara cevap üretirken, zamanın oynadığı rol kaçınılmaz bir olgu olarak kendini ortaya koyar.
Temelde, sadece insan toplumları için değil, insanlığın dışında doğal çevremizi oluşturan varlık aleminin diğer boyutlarının da, bir tür gizli/açık zamanla çerçevelenmesi söz konusudur.
Örneğin, zaman -ve de mekân- noktasında tabiat’ta yaşanan tüm dönüşümleri, zamanın belirleyiciliği ile veya zaman kıstası ile anlamlandırmak mümkündür. Bu noktada, mevsimler, iklim özellikleri vb. buna örneklik teşkil eder.
Zaman kendi akışı içerisinde bir yandan, bizatihi kendini yeniler ve dönüştürürken, aynı zamanda diğer varlıkların var olmaları -ve de dönüşümleri ve/ya yok olmaları bağlamında da kaçınılmaz bir etki olarak ortaya çıkar.
İçgüdüsel özelliklere sahip oldukları kabul edilen tabiat ve tabiattaki varlıklar zamana bağımlılığı içkinleştirmiş haldeyken, insanoğlu rasyonalitesi ve kültürel yapısının bir gereği olarak, adına takvim (calendar) denilen zamanı belirli ölçütlerde dilimlere ayırmak, insan toplumlarının kültür ve medeniyet süreçlerinin kaçınılmaz bir parçasını oluşturmuştur.
Bunda, başlangıç kabul edilen ve antropoloji gibi kimi bilim dallarında mitolojik olarak adlandırılan dini, manevi boyutları dikkat çeker.
Bir diğer açıdan bakıldığında yukarıda vurgulanan tabiat özelliğiyle bağdaşık şekilde, tabiatı değiştiren birer nedensel güç faktörü olan güneş ve ayın temel alındığı bir etkinin de vaki olduğu ortadadır.
Öyle ki, takvimlerin oluşturulması toplumların, adına varlık denilen ve kendilerini içinde buldukları maddi şartları ve olguları tanımlama, anlama, yorumlama, pratiğe geçirme, yeniden yapılandırma vb. süreçlerinde belirleyici bir rol oynar.
Bir anlamda, bir toplumun weltanschauung’u kendisi için benimsediği takvimle ortaya koyar. Bu çerçevede, Müslüman düşünürlerin varlığa dair sorulara, sorunlara cevap oluşturucak şekilde ortaya koydukları tarihe, bilgiye yönelik yaklaşımlara zamanı da eklemek gerekir.[2]
Her ne kadar, günümüz Müslümanlarının bir bölümünün, kendilerini aidiyet noktasında, Müslüman dini-toplumsal bağlamı içerisinde değerlendirmekle birlikte, bu evrenin tarihsel oluşumuyla bağlantılı tavkim gibi önemli bir olguyu dikkate almama ile karşılaşıldığına da tanık olunur.
Bunun bireysel
ve toplumsal bağlamda bir olumsuzluğa tekabül ettiğini ileri sürebiliriz.
Nihayetinde
ortada var olan bireysel ve toplumsal yaşama anlam kazandıran bir kozmoloji’nin
varlığı veya yokluğu hususudur.
Ya da kasıtlı
veya bilinçli olarak değiştirilmiş bir kozmolojinin ardından, kendini hem
Müslüman aidiyeti içiresinde ve/ya İslam dini ve düşüncesi içerisinde görmek,
hem de değiştirilen kozmolojiye bağlılığıyla kabul etmek gibi gayet dikotomik
bir gerçeklikle karşı karşıya kalınır.
Bu durumun,
salt bir eklemlenmecilik olmadığı ve olamayacağı gayet açıktır.
Ve bu
çerçevede, bireysel ve toplumsal eylemlerimizi tasarımlarken bu durumun bizi ne
gibi güçlüklerle karşı karşıya bıraktığı konusu üzerinde uzun uzun düşünmeyi
gerektirmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder