Mehmet Özay 09.07.2023
Tıpkı
diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomi alanında da başvuru kaynağını İslam’ın
temel bilgi kaynakları olan Kur’an (Qur’an) ve Gelenek (Tradition)
yani, Hadis teşkil etmektedir.
Bir
üst yapı olan Kur’an ve Gelenek’in toplumsal yapıyı oluşturmada öngördüğü
parametreler -ki, bunlar ipuçları şeklinde olabileceği gibi, değerler (values)
bağlamında da olabilir- arasında ekonomi alanını ilgilendiren boyutlarının
temelde ‘adalet’le ilişkisi sünnetullah gereğidir.
Toplumsal
farklılaşmalar ve ekonomi
Öte
yandan, gerek İslam öncesi toplumlarda ve de gerekse İslamiyetin yayılmasıyla
birlikte, karşılaştığı öteki toplumlarda, ekonomi olgusuna dair veriler ve
bunlara dair açıklamaların bir veri olarak ne ölçüde biraraya getirildiği
konusu üzerinde durulması gereken bir husustur.
Bununla temelde iki olguya temas etmekte fayda var.
İlki, İslam öncesi toplumların ekonomi yapılaşmalarında
ne tür eksikliklerin, haksızlıkların ve adaletsizliklerin olduğudur.
Bu noktada, İslam düşünürlerinin zamanla ‘felsefi’
anlamda (philosophical perspective) referans kaynağı olan Yunan
dünyasına (Greek world) dair içinde ekonominin de yer aldığı diğer
gerçekliklere dair veriler oldukça önem etse gerektir.
İkincisi, İslamiyetin gelişmesine paralel olarak örneğin,
erken dönemlerde Bizans, Sasani ve Çin ile var olduğu anlaşılan ilişkiler ve
etkileşimler dikkate alındığında bu toplumlarda egemen ekonomi yöntemlerine
dair bir karşılaştırmanın olup olmadığıdır.
İslam toplumlarının sistemik yapı olarak kendilerini
konsolide ederek, zamanla gelişmesinin Arap Yarımadası çevresinin dışında ve ötesinde
Batı yani, Akdeniz dünyası ve Avrupa ile ilişkiler tarihsel gelişmelerde
giderek öne çıkarken, bu coğrafyalardaki ekonomik olguların neye temas karşılık
geldiği de dikkate alınması gerekir.
İslam ekonomisini neyle açıklamalı?
Temelde ekonomi söz konusu olduğunda, kimi çevrelerce başvurunun
odağına alınan Peygamber’in (s.a.v.) bizatihi ‘ticaret’le meşguliyeti ve tüccarlığın
O’nun içinde yaşadığı toplumun -yani, Arap toplumunun- ekonomi dinamiğini
oluşturması; sanki kapitalizme referans yaparmışcasına İslamiyetin bir ‘orta
sınıf’ dini olduğu; ve sanki Sosyalizme referans yaparmışcasına İslamiyetin
paylaşımcılığa önem verdiği vurgularına karşın acaba, söz konusu ticaret
dünyasının İslam toplumlarının gelişimindeki rolü ile yukarıda zikredilen
toplumlardaki ticaret dünyası arasında benzerlik ve farklılıklar var mıdır ve varsa,
bunlar nelerdir sorularını gündeme taşımakta fayda var.
Burada bir parantez açıp, söz konusu Batı
ekonomi-politiğine yapılan vurguya kısa bir izah getirelim. İlginçtir ki, kapitalizm
vurgusu -öncesi bir yana, 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında Osmanlı
toplumunda uzun süreli var olan ekonomi krizine cevap olarak bir grup aydın
tarafından gündeme getirilmiştir. Örneğin, 1902 yılında Paris’te Osmanlı
Liberalleri Konferansı’nı (Ottoman Liberals Conference) düzenleyen saray
çevresinden Prens Sabahattin bunların başında gelir.
Öte yandan, sosyalizm vurgusunun sömürgecilik süreçlerinden
özgürleşme adına başvurulması kanımca, gayet pragmatik bağlamda ortaya
konmuştur.
Ancak
bu yaklaşımlar sona ermemiştir. Özellikle Batı’da yaşanan değişimlere paralel
olarak yeni açılımlarla güncellenmiştir. Bu noktada, 1989 yılında Sovyet
Sosyalist (SSCB) eko-politiğinin çöküşü, akıllara İslamiyetin ‘orta sınıflar’
dini olduğu düşüncesini getirmiştir.
Yukarıda
dikkat çekilen ve temelde karşılaştırmalı bir metodla (comparative method)
ele alınması gereken hususların ötesinde, özellikle 11. yüzyıldan itibaren
Haçlı Seferleri’nden (the Crusades) başlayarak, Batı yani, Avrupa ile
karşılaşmaların İslam toplumlarında diyelim ki, Fatimiler’de (the Fatimids),
Selçuklular’da (the Saljuks), Memlüklüler’de (the Mamluks),
Osmanlılarda (the Ottomans) ne tür bir ekonomik yapılaşmanın olduğu, ne
tür bir değişim geçirdiği vb. konular da gayet ilgi çekici araştırma
noktalarına tekabül ediyor.
Benzeri
bir karşılaşmayı, İslam coğrafyasının bir diğer alanında yani, Malay dünyasında
egemen siyasal yapılar olarak dikkat çeken Samudra-Pasai’nin, Malaka’nın,
Banten’in, Patani’nin, Sulu’nun örneğin Hindistan’daki ve Çin’deki siyasal
yapılarla ve ekonomik sistemlerle ilişkilerinde ne türden karşılaşmaların
olduğu da üzerinde durulmaya değer hususlardır.
Din,
ticaret ve adalet
Aslında,
tam da bu noktada, şu hususa yönelmekte yarar var. O da, din ve ekonomi
bağlamında, Peygamber örnekliğinin ticaret bağlamında gündeme getirilmesidir.
Peygamber’in
(s.a.v.) ‘ticaret’le meşgul bir birey olmasının, bizde temel bir bireysel/ferdiyetçi
teşebbüs fikrini akla getirse de, bunun İslam toplumlarının bir karakteristiği
mi olduğu ve/ya İslam dininin böylesi bir özelliğinden mi kaynaklandığı, yoksa
bugünkü ekonomi bilgimiz, tecrübemiz ve ‘öteki’nin ekonomi bilgisi hakkındaki kanaatlerimizin
gelişmişliği sonucu mu ortaya çıktığı gayet ilginç bir soru olarak karşımızda
duruyor.
Bunun
yanı sıra, şunu da sormak ve/ya sorgulamakta yarar var…
Batılı
gözlemcilerin, siyaset bilimcilerin, Kilise adamlarının, oryantalistlerin Doğu’ya
bir başka deyişle Müslüman toplumlara erken dönemlerden itibaren bakışlarındaki
eleştirellikte dikkat çekilen unsur yöneticilere atfedilen ‘despot rejim’ (despotic
rules) vurgusudur.
Bu
vurgunun, Batı zihninde gelişen salt bir önyargı ürünü olduğunu söyleyebilir ve
bundan hareket ederek bu ‘tespiti’ göz ardı edebiliriz.
Ancak,
tarihsel süreçte, Müslüman toplumların ekonomi başta olmak üzere siyasal
sistemlerinde yaşanan sorunların ve krizlerin varlığı karşısında, neler olup
bittiğini durup düşünmek, araştırmak, anlamak ve nihayetinde bir karar vermek
gerekiyor.
Bu
tür sorunların İslam öğretisinden neşet etmediği, ancak ve aksine, insan
faktörünün -üç aşamalı bir bağlamda söylemek gerekirse yani, mikro düzeyde (micro)
Müslüman bireyin, orta düzeyde (meso) kurumsal ve üst düzeyde (macro)
toplumun başat bir rol oynamak suretiyle toplumsal ve ekonomik değişimi aşağıya
doğru evirdiği ileri sürülebilir.
Ya
da, sorunu Müslüman bireyde, toplumlarda ve kurumlarda görmek yerine, öteki
toplumların müdahalelerine, savaşlarına, sömürgeleştirmelerine bağlamak da
mümkün ve bunu destekleyecek yeterince malzememiz de mevcut.
Girişte
dikkkat çektiğim üzere, İslam toplumlarında ekonomi olgusu ve yapılaşması ile
toplumun genelini ilgilendiren vechesinin kendini, ‘adalet’ kavramı ve olgusu
üzerinden değerlendirilmesi gayet önemlidir.
Tam
da bu noktada, toplumda bireylere ve geniş sosyal gruplara adaleti sunmanın,
tesis etmenin hangi parametrelere denk geldiği ve bunların, doğusu ve batısı ile
tüm İslam toplumları ile diyelim ki, Batı Avrupa ile Çin toplumlarındaki
toplumsal ve ekonomik gerçekliklerle ne denli örtüştüğü, benzeştiği ya da
ayrıştığı da kanımca dikkate alınması gereken tarihsel olgulardır.
Bu kısa
tarihsel çerçeveyi ortaya koyarken, anlaşılacağı üzere gelinmesi gereken nokta
bugündür.
Yani
günümüzde kendilerini Müslüman kabul eden ve İslam dinine bağlılığını teorik ve
pratik olarak ortaya koymuş bireylerin ve toplumların, toplumsal kurumları
içerisinde yer alan ekonomi yapılaşmalarında ne türden bir adalet olgusunu
savundukları ve bunu hangi yöntemler ve mekanizmalarla İslam toplumlarına
sundukları konusu tartışılmaya değerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder