Mehmet Özay 17.07.2023
Yaşanan darbe teşebbüsü sorununu, galip-mağlub ekseninde ve yerel ve/ya ulusal boyutta gelişen bir hadise olarak değerlendirmek yeterli değildi.
Aksine, bu gelişme, ontolojik arka plânı ile uluslararası ya da en azından Müslüman toplumlarda -kimi ölçülerde devletler diyebiliriz-, yaşanan sözde ‘bizim dışımızdaki’ gelişmeleri de içine alacak şekilde değerlendirilmelidir.
Bu küresel durum, Müslüman toplumların tarih boyunca ortaya koydukları düşünce yapılaşmaları ve bunların pratiğe geçirilişleri ile bunların sivil anlamda muhalefet, askeri anlamda ise çatışmacı olmak üzere değişik boyutlardaki çeşitli karşılaşmalarından oluşan safhaları içermektedir.
Bu bağlamda, darbeci ve darbe yanlılarının zihniyetleri İslam düşüncesi açısından kapsamlı bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gerekir(di).
Sorgulama iradesi
Bu işi üstlenecek ve gerçekleştirecek olanlar ise kurum tabelalarında, ‘din, düşünce, medeniyet” kavramlarına yer veren kurumlardır…
Hiç kuşku yok ki, bu salt bir beklenti değil, bizatihi bu türden kurumların var oluş nedenlerine tekabül eden gayet doğal ve zaruri bir durumdur.
Örneğin, medeniyetleri ittifaka çağıran yapıların, içerisinde yaşanan darbe girişimine de yer verecek şekilde, İslam toplumlarının tarihinde ve bugününde var olan sorunları masaya yatırıp, tek tek Müslüman toplumlarda ve Müslüman toplumlar arasında niçin ittifak olmadığı veya aksine, niçin çatışma olduğu veya ittifak var ise bunun nasıl başarıldığı vb. sorular üzerinde derinlikli çalışmaları teorik ve pratik olarak ortaya koymaları hiç kuşku yok ki, kurumsal temelleri, programları ve hedefleri ile örtüşecek bir girişim olur(du).
Ya da, dini/İslamı ibadetler ve muamelat düzeyinin ötesine geçip, düşünce düzeyine taşımayı amaçlayan kurumların, darbe ve benzeri gelişmelerle birlikte anılan grupların, yapıların, oluşumların hangi düşünce/ler ekseninde ortaya çıktıkları ve hatta, bu düşüncelerin ne tür bir din/İslam inancından, tevhid inancından ve peygamber sevgisinden veya bunların dışında pür rasyonel, ideolojik ve dünyevi bağlamlardan neşet ettiğini dini, tarihsel ve sosyolojik boyutlarıyla ortaya koymaları beklenir bir durum(du).
Gazali dönemi öğreticiliği
Burada tam da, aynı/benzeri sorunlarla yüzleşmiş, tecrübe etmiş ve hatta söz konusu tehditleri bizatihi yaşamış Abu Hamid el-Gazali’nin kendi döneminin sosyal yapısındaki çatışmaların kaynağına işaret eden yaklaşımını hatırlamakta yarar var.
Gazali, ‘otorite’ (authority) ile ilgili bir tartışmada, bilginin kaynağı ve bu bilginin insanın bireysel ve toplumsal yaşamında eylemlere dönüşmesine el veren boyutlarıyla ilgili sözler sarf ederken, kendisinin vahyedilen gerçekliklerin doğrudan temas ettiği hususlarda vahye tabi olduğu; vahyin doğrudan temas etmediği alanlarda ise, Yaradan’ın insana bahşettiği akıl (reason) nimetiyle hareket ettiğini belirtir.
Gazali, ilgili dini, sosyal vb. konularda ‘otoriye’ bağlılık noktasında -ki, bunu salt siyasi değil, aynı zamanda toplumsal bağlamlarda karşımıza çıkan dini/sivil yapılar çerçevesinde de anlamak gerekir- diğer düşünürlerin vurgusu karşısında farklı bir tavır ortaya koyar. Ve şöyle der: “… hakkında iyi düşündükleri birine isnad etsen, batıl da olsa kabul ederler. Ama, hakkında kötü düşündükleri birine isnad ederken, hakikat de olsa red ederler. Ve daima hakkı adamlarla tanırlar, adamları hakla değil. Bu, delaletin son derecesidir…”[1]
Kanımca, merhum Sabri Orman Hoca’nın aktardığı Gazali’nin bu ifadesi gayet sarih ve olan biteni anlamaya elverir bir nitelikte…
Nihayetinde, karşı karşıya kalınan sorun salt, bir grubun gelişigüzel bir silahlı eyleme kalkışması değildir.
Aksine, karşı karşıya kalınan sorun çok daha geniş bir evrende ortaya çıkmakta yani din, düşünce ve medeniyet ekseninden kaynaklanmakta veya bu iddiayı güçlü bir şekilde dillendirdiği bir bağlamda varlık sergilemektedir.
Bunun neden böyle olduğu konusu, darbe teşebbüsünde bulunanlarca ve bu darbe teşebbüsü karşısında gerektiği şekilde dini/İslami, felsefi/düşünce ve sosyolojik açıklamalar getir/e/meyenlerce. bu düşünce biçiminin açıkça deklare edilmemiş olması bahane edilerek geçiştirilmesi mümkün değildir.
Eylemlerin epistemolojik kaynağı
Nihayetinde, darbe veya benzeri şiddet içerikli gelişmelere bir başka vecheden bakıldığında dahi, kendini belirli bir ideoloji yani, dünya görüşü (weltanschauung) bağlamında bir inançtan ve böylelikle, böylesi bir inançtan ve bunun ürettiği düşünceden -ki burada diyalojik bir ilişki mevcuttur- hareketle fiili eyleme (action) kalkışmanın gerçekleşmesi söz konusudur.
Örneğin, darbeye bağlamında yargı sürecine konu olmuş kimilerinin, “… Yüz defa dünyaya gelsem, yüz defa yine aynı grubun üyesi olurum.” ifadesi aslında tam da dogmatik bir inanç formunun varlığına işaret ediyor.
Gazali’ye atfen yukarıda dikkat çekilen açıklamayı dikkate almak suretiyle, bir kez daha vurgulamakta yarar var ki, bu inanma biçiminin kendi halinde bozulmuşluğu (corrupt) üzerinde önemle durulmayı hak ediyor.
Söz konusu eylemi bir başka ve/ya benzeri bir eylemle ortadan kaldırmak mümkün olabilmekle birlikte, aslında ve temelde darbe ve benzeri gelişmelerin niçinini, nedeninini ve nasılını anlama konusunda önemli bir zaafiyetin de kendini belirgin kıldığı ortadadır.
Bu son ifade bize tam da, niçin tabelasında din, medeniyet ve düşünce bulunan kurumların darbe sonrasında tarihsel ve sosyolojik bağlamlarından hareketle detaylı bir araştırma sürecinde bulunmalarının gerekli olduğunu ortaya koyuyor.
Böylesi derinlikli bir analitik çalışmanın, bir kişi veya salt bir kurum nezdinde yürütülebilmesi bile zorluklar içermektedir.
Ancak, bu zorluk haddi zatında adında ve bünyesinde din, düşünce ve medeniyet kavramlarını içeren kurumların üstesinden gelmesi beklenen varlık sebeplerinden birini oluşturmaktadır.
Hiç kuşku yok ki, bir dini-sivil hareketin şu veya bu şekilde karıştığı darbenin anlamlandırılmasının din’den, düşünce’den ve gizli/açık medeniyet bağlamından farklılaştırılması mümkün gözükmemektedir.
O halde, yapılması gerekenin niçin yapıl/a/madığı, en az darbeye teşebbüs edenlerin niyetleri ve kasıtlarıyla örtüşmese bile, biz sıradan insanları bir tür sorgulamaya sevk etmektedir.
İslam toplumlarının geneli düşünülerek söylemek gerekirse, bu tür araştırmaların ortaya konmasının gerekliliğinin üç temel nedeni var…
Bunlardan ilki, darbe teşebbüsüyle anılan teşkilatın yapılanmasının küresel bir boyut taşımasıdır.
İkincisi, Ortadoğu ve Batı Asya coğrafyasındaki -ki, klâsik İslam coğrafyası olarak anılan bölgedir buralar- 20. yüzyıl ikinci yarısında yani, bağımsızlıklardan bu yana süren, gözlemlenen şu veya bu şekilde gündeme gelen darbelere konu olmasıdır.
Üçüncüsü ve belki de, ilk iki bağlamdan çok daha önem arz edeni ise, İslam tarihi ve medeniyeti oluşumu ve gelişimi süreçlerinde, farklı coğrafyalarda ve siyasi yapılarda -ki, bunlar sultanlık, imparatorluk vb. adlarla anılabilir- aynı ya da benzeri darbe veya benzeri gayri hukuki ve de gayri-ahlâki süreçleri tecrübe etmiş olmalarıdır.
Böylesi gelişmelerin, uzun dönemli ve acılı hatıraları sadece, saray veya benzeri gibi ‘sivil’ denilebilecek idari yapılar bünyesinde gerçekleşen şiddet eylemleriyle sınırlı olmayıp, bizatihi cami gibi kutsallık atfedilen mekânları da içine alacak boyutta gerçekleşmiş olması bize aslında, Müslüman toplumlar için sorunun ne denli ontolojik bir boyutta seyrettiğini göstermeye kafidir.
https://guneydoguasyacalismalari.com/darbe-olgusu-ve-dini-islami-dusunce-kurumlarinin-rolu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder