31 Ağustos 2021 Salı

Malezya Federasyonu bugün 64. bağımsızlık gününü kutluyor / The 64 Anniversary of independence in the Federation of Malaysia

Mehmet Özay                                    30.08.2021

Güneydoğu Asya bölgesinde, 33 milyona yaklaşan nüfusuyla önemli bir ulus-devlet olan Malezya Federasyonu, bugün bağımsızlığın 64. yılını kutluyor… 

Monarşik-parlamenter sistemle yönetilen Malezya Federasyonu çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü yapısıyla bilinen Malezya, bir alamda ‘farklılıkların birliği’ ilkesiyle kendini tanımladığını söyleyebiliriz. Yıllar önce Turizm Bakanlığı’nca, ‘Malezya Gerçek Asya’ (Malaysia Truly Asia!) sloganı, bu toplumsal gerçekliği yansıtmasıyla gündeme gelmişti. 

Sömürge yapılaşması 

31 Ağustos 1957 tarihinde İngiltere sömürgeciliğinin sona ermesi, Malay Yarımadası’nda bir ulus devletin ortaya çıkması anlamı taşıyordu. 

İngilizlerin Malay Yarımadası’nda nasıl ve ne şekilde hakimiyet kurduğu ve bunun unsurları uzun bir yazının konusudur. Bununla birlikte, teritoryal olarak İngiliz Krallığı’na bağlı Doğu Hint Şirketi’nin Hindistan ve Çin arasında deniz ticareti organizasyonunun önemli bir parçası olarak Penang Adası’na 1786 yılında konuşlanmasıyla başladığını söylemek gerekiyor. 

Teritoryal hakimiyet, siyasal egemenlik, askeri varlık gibi sömürgecilik süreçlerinin farklı boyutlarının zamanla ortaya çıkması, bölgede İngiliz varlığının olup olmadığının sorgulanmasının ötesinde gerçekliklerdir. 

Bu noktada, 1894 yılındaki Pangkor Anlaşması başat bir tarihsel veri olarak gündeme getirilse de, bundan çok daha önemli gelişmelerin 1819, 1824, 1871 gibi süreçlerle bölgedeki sömürgecilik varlığı, İngiliz ve Hollanda Krallıklarınca yapısallaştırıldığını unutmamak gerekir. 

Bu gelişmeleri, sadece sömürgecilik olgusunun kendinde alanları olarak görmek gerekir. Yoksa, İngilizlerin ticaret egemenliği ile sınırlı olsa bile, bölgedeki varlığının klâsik Malay sultanlıkları ve bunlara bağlı toplulukların siyasal, ekonomik egemenlik haklarına nüfuz noktasında bir etkisi olduğu aşikârdır. 

Bağımsızlık, tedrici gelişme ve bölgesel yapılanma

Bugün adına Malezya Federasyonu denilen Malay Yarımadası ve Borneo Adası’nda toplam 13 eyaletten müteşekkil ulus-devletin bağımsızlık sürecinin bir evrime tabii olduğu görülür. 

Öyle ki, 30 Ağustos 1957 tarihinde İngiliz Krallığı bir başka deyişle, İngiliz İmparatorluğu’nun (British Empire) sömürgeciliğinin sona ermesi ortaya sadece, Malay Yarımadası ile sınırlı ve içinde klasik dokuz sultanlığı barından Malay Federasyonu ile anılan bir ülkeyi çıkarttı. 

Bölgenin, 1945 yılında Pasifik Savaşı sonrasında halen önemini koruduğu ve dönemin Batılı küresel güçleri için vazgeçilmez öneme sahip olduğunu gösteren gelişme, 1963 yılında o dönem yine İngiliz Krallığı’na bağlı Singapur Adası ile Borneo Adası’nda Sabah ve Sarawak bölgelerinin Malaya Federasyonu’na siyasal ve teritoryal olarak eklemlenmesiyle oluşan yeni yapıya Malezya Federasyonu adı verildi. 

Burada bir an için durup, bağımsızlığın niçin 1945-1957 yılları arasında gelmediği; 1945 yılında kurulan Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu’nda (United Malay National Organization-UMNO) kurucu başkanın niçin 1951 yılında değiştirilme gereği duyulduğu; yine 1951 yılında UMNO içerisinde var olan İslamcı olarak bilinen kadroların niçin ayrıştırıldıkları;  bağımsızlığın geldiği 1957 yılı ile 1963 sürecinde neler yaşandığı; 1963-1965 yıllarındaki iki yıllık tecrübenin niçin Singapur Adası’nın Malezya Federasyonu’ndan ayrıldığını, cevapları bir yana, sadece sorular şeklinde gündeme getirmekte yarar var. 

Singapur’un bugün siyasal ve de ekonomik bir güç olarak durduğu yer dikkate alınarak kısaca son soruya bir atıf yapabiliriz….

Yeni ulus-devletin yani, Malezya Federasyonu’nun özellikle, Çin etnik yapısının çoğunlukta olduğu Singapur Adası siyasi yönetimi ile Malezya Federasyonu’nun Malay siyasal eliti arasında yaşanan ciddi görüş ayrılıkları iki yıl sonra yani, 1965 yılında Singapur Cumhuriyeti ile yeni bir ulus devleti ortaya çıkaran sürece tekabül eder. 

Sözü geçen ülke

Bölgesinde önemli bir ekonomik güç, siyasal gelişmelerde yapıcı politikalarıyla gündeme gelen Malezya, uluslararası medyaya adını bu yönleriyle zaman zaman duyurmaktadır.

Günümüz küresel ve bölgesel ilişkilerinde başat unsur ekonomi olmasından hareketle, Malezya’nın bu alanda nerede durduğuna dair bir fikir vermesi açısından, şu iki hususu belirtmekte yarar var. 

İlki, ASEAN’ın 3. büyük ekonomisi olması, ikincisi ise Çin-ASEAN ticari ilişkilerinde ASEAN’da ilk sırada yer almasıdır. 

Kurucu figürler ve ekonomik modernleşme

Bununla birlikte, ülkenin adının kurucu figür Tunku abdul Rahman ile birinci dönemi yirmi üç yıl, ikinci dönemi on sekiz ay olmak üzere toplamda yaklaşık çeyrek asra varan başbakanlığı ile önemli bir siyaset adamı olan Dr. Mahathir Muhammed ile özdeşleştirildiğini söylemek mümkün. 

Dr. Mahathir’in rolünün sadece başbakanlık süreci ile sınırlı olmadığı, ülkenin biranlamda ekonomik modernleştirilmesindeki yönlendiriciliği, katkısı ile 2003 yılında iktidardan çekilmesinin ardından başbakanlık koltuğuna oturacak isimleri belirleyen kurt bir politikacı olmasıyla da siyasetteki etinliğini sürdürmüştür. 

Bugün 97 yaşındaki Dr. Mahathir’in bu özelliğinin bugün de devam ettiği 2020 yılı Mart ayından itibaren yaşanan gelişmelerle ortaya olduğuna kuşku bulunmamaktadır. 

Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) üyesi olan Malezya, tarihsel olarak sahip olduğu jeo-stratejik konumu ve hinterlandındaki zengin endüstriyel tarımsal kaynaklarıyla bölgesel ve küresel güçlerin dikkatini çekmekle kalmayan, aynı zamanda teritoryal hakimiyet kurmaya çalıştığı bölgelerden biri olmuştur. 

Bugünkü siyasal yapısı itibarıyla Malaka Boğazı’nı kontrol eden üç ülkeden, yani Singapur ve Endonezya’dan biri olması, öte yandan Malay Yarımadası ve Borneo (Kalimantan) Adası’ndaki iki eyaleti ile Güney Çin Denizi ile Malaka Boğazı’nın güneydeki geçiş bölgesinde, kıta sahanlığı/ekonomik bölgelerin varlığı, yukarıda dikkat çekilen özelliğinin artarak devam ettiğine işaret etmektedir. 

Farklılıkta birlik ve tarihsel süreklilik

Bölgedeki diğer bazı ülkelerin de paylaştığı bir hususiyet olan bu demografik yapıdaki çoğulculuk, ‘farklılıkta birlik’ olgusuna tekabül ediyor… 

Bu çerçevede, modern döneme damgasını vuran Batılı çoğulculuk (plurality) kavramı ve bu kavram etrafında örüntülenen paradigmaların karşılığının, bir toplumsal gerçeklik olarak Malezya özelinde karşımıza çıktığı görülmektedir. 

Bu tespite rağmen, Batı’nın çoğulculuk kavramı ile Malezya örneğinde Doğu’da var olan çoğulculuğun epistemolojik temelleri itibarıyla farklı olduğunu da hatırlatmakta yarar var.

Batı, sömürgeci yapılaşmanın bir devamı olarak bu ve benzeri kavramları kendi dışındaki toplumlara empoze etme çabası sergilerken, temelde bölge toplumlarının uzun tarihsel geçmişinde, Batı da karşılaşılmadık denli çoğulculuğun, biraradalığın var olduğuna tanık olunmaktadır. 

Öyle ki, bu toplumsal gerçeklik, bölgenin ne yeni kazanılmış ne de sömürge döneminde üretilmiş bir gerçekliğidir. 

Aksine, sömürgecilik öncesinde Hint Okyanusu-Güney Çin Denizi havzasında ve bu havzanın tam da ortasında yer alan Malay Takımadaları’nda devamlılık gösteren denizcilik ve ticari faaliyetler bölgede yaşam süren milletlerin birbirleriyle ilişkilerinin barış temelli olarak yapılandırıldığını ortaya koymaktadır.  

Uzun dönemdir medeniyet krizi yaşadığı söylenen İslam dünyasında, Malay Takımadaları (Nusantara) bölgesinin ürettiği kültür ve medeniyet unsurlarının, yapılaşmalarının, kavramlarının niçin medeniyet çalışmaları bağlamında diğer Müslüman toplumlarda gündeme taşınmadığını burada gündeme getirmekte yarar var. 

Haddi zatında, medeniyet krizi yaşadığı belirtilen toplumların belki de bu krizi atlatmalarında işe yarayacak verilerin, tam da bu Malay Takımadaları kültür coğrafyasında var olabileceği ihtimalini bile akıllarına getirmeyenlerin başvuru kaynaklarının Batı olmasına şaşırmamak gerekiyor. 

Bununla birlikte, bağımsızlık sonrasındaki gelişmeler, özellikle de Batı’da geçen yüzyılın sonlarına doğru yaşanan siyasal ve toplumsal değişmeler ve bu yüzyılın başında Müslüman kimliği üzerine temellendirilen ‘yeniden ötekileştirme’ süreci karşısında Malezya siyasi eliti, akademi çevreleri ve entellektüellerinin “Ilımlı İslam” (moderate Islam) kavramını gündeme getirmeleri ve bunu politika olarak yapısallaştırmalarına tanık olunmaktadır. 

Bu yönelimde bir haklılık payı aranmakla birlikte, buna temel olan çıkış noktasının Batı merkezli gelişmelere karşı ‘reaksiyoner’ tutum olarak gelişmesi, zaten var olan ilişkiler ağının ve bu ağ içerisinde Müslüman kitlelerin rol, işlev ve katkılarını gizli/açık zedelendiğine işaret etmektedir.  

Malezya Federasyonu’nun 64. yılı, yukarıda dile getirilmeye çalışıldığı üzere pek çok anlamı içinde barındırmaktadır. Bu anlam, başta Malezya toplumu ve geniş Malay toplumları tarafından anlaşılmaya el verdiği gibi, kendini bir yandan Müslüman öte yandan Doğu/cu olarak adlandıran ve sömürge karşıtlığında durduklarını söyleyenlerce de öğrenilmesi ve anlamlandırılması gerekmektedir. 

Malezya’nın 64. bağımsızlık yılı kutlu olsun. 

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/30/malezya-federasyonu-bugun-64-bagimsizlik-gununu-kutluyor-the-64-anniversary-of-independence-in-the-federation-of-malaysia/


29 Ağustos 2021 Pazar

Malezya siyasetinde normalleşme süreci (mi?) / Is the normalisation process in Malaysian politics?

Mehmet Özay                                                                                                                            29.08.2021

Malezya’da yeni bir koalisyon hükümet kurulurken gözler, kovid-19’la mücadele iktidar ile muhalefet arasında varılan işbirliği sürecinde.

Malezya’da, Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu (United Malay National Organization-UMNO) genel başkan yardımcılarından İsmail Sabri Yaakob 9. başbakan olarak atanması ve 21 Ağustos’da yemin ederek görevine başlamasının ardından, 27 Ağustos Cuma günü yeni hükümeti ilân etti.

Federal parlamentoda güvenoyu süreci öncesinde, başbakanın muhalefete yaptığı çağrının karşılık bulması, çok erken olmakla birlikte, ülkede yeni bir siyaset yapma biçiminin pratiğe geçirilmekte olduğuna işaret ediyor.

Bu gelişme, 24 Şubat 2020 tarihinde gerçekleşen sivil darbe sonrasında, bir buçuk yıla varan olağanüstü dönemin sona ermesi olarak değerlendirmek için gayet önemli bir neden.

Muhalefet partilerine kabinede yer verilmemekle birlikte, kovid-19’la mücadelede işlev görecek iki temel kurum Ulusal Düzenleme Konseyi ve Özel Komite’ye muhalefetten isimler bulunacak. Bu iki kurumun icra yetkisi bulunmuyor, sadece hükümete ilgili konularda politika önerilerinde bulunma işlevi sergileyecekler.

Yeni dönem ve umut

Arka plânda federal sultan Abdullah Ahmed’in yönlendirmesinin olduğu iktidar ve muhalefet arasındaki işbirliği söz konusundaki gelişme, yeni bir hükümet kurulmasının ötesinde ülke siyasetinde yeni bir süreç anlamı taşıyor.

Hükümetin önünde çok acil halletmesi gereken iki temel konu bulunuyor: İlki kovid-19 salgının önüne geçmek ve ekonomik yaşamı yeniden normal düzeyine getirmek. Son bir buçuk iktidardaki Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) hükümetinin kovid-19’la politikasının başarısızlıkla sonuçlanması, artık kaybedilecek zaman olmadığını ortaya koyuyor.

Başbakan İsmail Sabri Yaakob federal parlamentoda güvenoyu öncesinde gayet önemli bir adım atarak muhalefetle işbirliği söylemini yazılı hale getirerek, hem güvenoyu sürecinin sorunsuz geçmesi, hem de geniş toplum kesimlerini rahatlatacak bir mesaj vermiş oldu.

Bugüne kadar tanınmayan bir siyasetçi olan İsmail Sabri Yaakob’un ve hükümetin varlığı da aslında bu işbirliğinin başarıyla sonuçlanmasına bağlı.

Normalleşme

Cuma günü ilân edilen kabineyi oluşturan üyelere bakıldığında, 2018 Mayıs’ndaki 14. genel seçimleri kaybeden UMNO, son birkaç yılda yaşanan olağanüstü gelişmelerin ardından, yeniden iktidarı perçinlediğine işaret ediyor.

Bununla birlikte, ‘normalleşme’den kastımız, UMNO’nun yeniden iktidar olması değil elbette... Aksine, bu haliyle bile Malezya’da siyasal yaşamın hâlâ, seçilmiş/meşru hükümeti sona erdiren 24 Şubat 2020 sivil darbesinin gölgesinde kalmaya devam ettiğini bir kez daha belirtelim.

Öyle ki, ülkede siyasal yaşamı belirleyen geleneksel ve siyasal dinamikler, 2018 seçimlerini kazanan Umut Koalisyonu’nun (Pakatan Harapan-PH) yeniden iktidar olmaması için güç birliği yaptığı aşikâr.

‘Normalleşme süreci’, çiçeği burnunda başbakan İsmail Sabri Yaakob’un muhalefete yaptığı işbirliği teklifinin hemen kabul edilmiş olmasıdır.

Muhalefet, yani Umut Koalisyonu bloğunu oluşturan Halkın Adaleti Partisi (Partai Keadilan Rakyat-PKR), Demokratik Eylem Partisi (Democratic Action Party-DAP) ve Amanah Partileri’nin oluşturduğu yapı...

Muhalefetin yeni başbakanın kovid-19’la mücadele ve ekonominin rayına oturtulması konusunda “işbirliği” çağrısına, hemen olumlu cevap vermesi gayet anlamlı.

Burada muhalefeti böylesine önemli bir kararı acil olarak almasında temel sebep nedir diye sorulduğunda hiç kuşku yok ki, geniş toplum kesimlerinin maruz kaldıkları sağlık ve ekonomik kayıplar...

Bu noktada, muhalefeti verdiği bu kararla, sorumlu siyaset örneği sergilediğini söylemek gerekir.

Peki, iktidar ve muhalefet arasında varılan işbirliğinden ne murad ediliyor diye sormak gerekir.  Kabinede yer almayan muhalefet, öyle anlaşılıyor ki, bu konuda ısrarcı da olmamış.

Öte taraftan, başbakan ülkenin en temel sorunu olan kovid-19’la mücadelede iki temel kurum olan Ulusal Düzenleme Konseyi ve Özel Komite’ye muhalefetten isimlerin yer almasına olanak tanıyor. 

Anlaşmanın diğer iki önemli maddesine yani parlamento kurumunu güçlendirmek ve adalet mekanizmasında bağımsızlığın tesisi gibi can alıcı noktalara bakıldığında, muhalefetin aktif olarak görüşlerini masaya getirdiği ve kabul ettirdiği anlaşılıyor.

Kaybeden halk

Söz konusu sivil darbenin hemen ardından, 1 Mart 2020’de başbakan olarak atanan Muhyiddin Yasin’in meclisten güvenoyu almaksızın ülkeyi bir buçuk yıl boyunca yönetme çabasının ardından, sadece kovid-19’la mücadele değil, temelde bunun arkasına sığınarak sürdürmeye çalıştığı siyaset yapma biçiminin ülkeye bir fayda getirmediği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Bu noktada, Muhyiddin Yasin’i iktidara taşıyan sürecin odağında, bugün iktidara daha güçlü bir şekilde kenetlenmiş olan UMNO’nun bulunması, bir başka handikap olarak değerlendirilmelidir.

‘Malezya ailesi’ ve yapıcı muhalefet

Sabık başbakan Muhyiddin Yasin’in de bundan sadece birkaç hafta önce, muhalefet cephesine benzer bir işbirliği talebiyle gelmesine rağmen, muhalefetin bu talebe itibar etmezken bugün, yeni başbakanın talebini geri çevirmemesinin sebebi olmalı...

Yukarıda değindik, federal sultan gizli/açık gücünü kullanarak, kovid-19’la mücadelede işbirliği talebi önemli. Ancak sadece sultanın talebiyle sınırlı olmayan muhalefetin de taleplerinin dikkate alındığı bir süreç söz konusu.

Bu noktada, düne kadar ‘Malay birliği’nin en önemli sözcüsü olan UMNO’da başkan yardımcısı ve şu an başbakanlık koltuğunda oturan İsmail Yaakob’un, “Malezya ailesi” kavramıyla muhalefete ve kamuoyuna seslenmesi gayet önemli.

‘Malay ailesi’ yerine ‘Malezya ailesi’ söylemi, ülkede siyaset yapma biçimini ve söyleminde kapsayıcı ve bütünleştirici bir yaklaşımı ortaya koyuyor.

Bu gelişme aynı zamanda Yerli Birlik Partisi (Parti Pribumi Bersatu Malaysia-Bersatu) başkanı olarak başbakan Muhyiddin Yasin’in başında bulunduğu Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) hükümetinin -UMNO ve PAS’ın desteğiyle birlikte- daha kuruluşundan itibaren gündemini ‘Malay birliği’ eksenine oturtarak, bunu söylem ve icraatlarıyla ortaya koyması, kovid-19 gibi ‘can alıcı’ bir süreçte toplumsal birliği sağlamaya yetmediğine tanık olundu.

Şu an kurulan hükümette bakanlık koltuklarına oturanların siyasi kimliklerine bakıldığında muhalefetten herhangi bir siyasetçiyi içinde barındırmasının, bir gizli ‘Malay hükümeti’ çağrışımını ortaya koymuş olsa da, başbakan İsmail Yakoob’un siyaset dili şimdilik bu hükümet yapısının önüne geçmiş gözüküyor.

İktidardan reform söylemine destek

Son birkaç yıldır ciddi anlamda yönetim sorununun yaşandığı ülkede, bugün başbakan İsmail Sabri’nin, reform kavramını en azından şimdilik sözlü olarak gündeme getirmesi, muhalefet kanadının siyasetinin temelini oluşturan yaklaşımla buluştuğuna işaret ediyor.

Olumla yankı bulan bu söylem, iktidar ve muhalefetin reform çabasında birlikte hareket edecekleri bir ortamın oluşturulabilmesi anlamına geliyor. Taraflar arasında belirli bir konsensus üzerinde varılan anlaşmanın imzalanması da ilk adımın atıldığını gösteriyor.

Bu gelişme, toplumsal yapıda oluşan son derece ümitsiz ve hatta gergin atmosferin yerini sukünete bırakması anlamı taşıyor. Şimdi beklenti, geniş halk kesimlerinin taleplerinin karşılanması çerçevesinde yapıcı icraatların ortaya konması yönünde.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/29/malezya-siyasetinde-normallesme-sureci-mi-is-the-normalisation-process-in-malaysian-politics/

27 Ağustos 2021 Cuma

Kamala Harris’in Vietnam ziyareti ve bölge politikaları / Kamala Harris, Vice President’s Vietnam visit and regional politics

Mehmet Özay                                                                                                                            27.08.2021

Kamala Harris, geçtiğimiz Pazar günü Singapur’da başladığı Güneydoğu Asya ziyaretinin ikinci ayağında Salı-Perşembe günleri arasında Vietnam’daydı...

Gecikmeli de olsa başlayan Vietnam gezisi, ABD açısından olduğu gibi bölge özellikle, ASEAN ve de Çin Halk Cumhuriyeti için de önem arz ediyor.

Harris ziyaret vesilesiyle ülkenin üst düzey yetkilileriyle biraraya geldi. Bu çerçevede, devlet başkanı Nguyen Xuan Phuc, yardımcısı Vo Thi Anh Xuan ile başbakan Plam Minh Chinch ile yaptığı ikili görüşmelerde iki ülke ilişklieri ve Asya-Pasifik bölgesini ilgilendiren bazı konuların ele alındığı belirtiliyor.

ABD yönetiminin, özellikle son dönemde Asya-Pasifik’ten Hint-Pasifik kavramına geçişi gündeme taşırken, Harris’in ziyaretinde de bu kavrama vurgu ile bölgesel güvenlik olgusu ortaya konuldu.

Vietnam ekonomisinin dijital döneme adaptasyonu, iklim değişikliği çerçevesinde ülke tarım sektörünün geliştirilmesi ve yüksek eğitim ve araştırma alanlarında işbirliklerine yönelik konular gündeme getirildi.

ABD’de öncelik ulusal güvenlik

Harris’in Singapur ve Vietnam ile sınırlı tutulan ziyaretlerinde temel hedef, her iki ülke ile ABD’nin genelde Hint-Pasifik ve özelde ise, Batı Pasifik güvenliği ile ilgili destek arayışları olduğu aşikâr. Bu iki ülkenin seçilmesinin ise oldukça özel nedeni olduğunu söylemekte yarar var.

Bununla birlikte, her iki ülkedeki görüşmelerin çerçevesine bakıldığında Singapur ile daha çok askeri işbirliği üzerinden ilişkilerin geliştirilmesi gündeme getirilirken, Vietnam’daki görüşmelerde Güney Çin Denizi sorunu Harris tarafından yüksek sesle güncellenmiş oldu. Burada temel hedefin gayet açık seçik Çin olduğu ortada...

Öyle ki, Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminin Güney Çin Denizi’ne egemenlik iddialarından doğrudan etkilenen ve zaman zaman sıcak çatışmanın eşiğine gelinen ülkelerin başında Vietnam bulunuyor.

Harris’in ziyaretlerinin iki ülkenin öne çıkartılmasında bazı nedenler bulmak mümkün. Bunun temel nedeni, Singapur’un ABD deniz ve hava kuvvetleri için gayet önemli bir lojistik üs olması.

Öte yandan, Ada ülkesi Singapur’un sınırlı hava sahasına sahip olması hava kuvvetlerinin harekat kabiliyeti, eğitimler vb. gibi hususlarda tıpkı Avustralya, Tayvan’la olduğu gibi ABD ile de bu anlamda işbirliklerine ihtiyaç duyması geliyor.

ABD’nin bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerine bakıldığında özellikle ekonomi ve yatırımlar konusunda, Singapur’la olağanüstü bir yakınlığı olduğu görülüyor. Buna bir önceki yazımda değinmiştim...

Vietnam açılımı sürecek

Harris ziyaretini iki ülke ilişkilerinde bir dönem noktası kabul etmesini belki biraz abartılı kabul edilebilir. Ancak uzun bir aradan sonra bir başkan yardımcısının ziyareti olması dolasıyıyla sembolik önemi öne çıkıyor.

Öte yandan, bölge siyasetine yabancı olanlar için ABD’nin komünist siyasi rejimle idare edilen ve ABD’nin 1970’li yıllarda başarısızlıkla sonuçlanan uzun savaşa konu olan Vietnem’a özel önem vermesi ilk etapta anlaşılmayabilir.

Çin’le benzer siyasi ideolojik yapılaşma sergilemesine rağmen, Batı ideolojilerinin henüz ortada olmadığı kadim dönemlerde başlayan Çin-Vietnam ilişkilerinin doğurduğu neticeler, iki ülkenin yıldızının bugüne kadar süren modern dönemde de barışmadığına işaret ediyor.

Buna rağmen, ABD’nin Vietnamla yakınlaşma girişimlerinden Çin yönetiminin memnun olmayacağı ortada.

Öyle ki, Harris’in daha başkent Ho-Ching Minh’e inmeden saatler önce, Çin’in Vietnam büyükelçisinin, başbakan Pham Minh Chinh ile görüşmesi ve görüşmede Vietnam’ın tarafsız kalması gerektiğine vurgu yapması, Vietnam’a verilmiş bir mesaj olarak değerlendirilmelidir.

Ancak Vietnam’ın bu tür tehditler önünde kolay kolay eğilmeyeceğini geçmiş tecrübeler gösteriyor.

Vietnam’dan uluslararası toplum vurgusu

Vietnam başbakanı, ABD’nin talepleriyle de örtüşeceği söylenebilecek açıklamasında, “uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olarak, bağımsız ve çok yönlü dış politika yürütmedeki kararlılığı”na vurgusu bunu gösteriyor.

Bu yaklaşımı, sadece Vietnam hükümetinin Güney Çin Denizi bağlamında resmi politikası olarak değerlendirmek hatalı olur.

Öyle ki, Laos ve Kamboçya gibi birkaç ülke hariç bölgesel olmakla kalmayan, aynı zamanda küresel bir güvenlik sorununa da dönüşmüş olan bu konuda ASEAN’daki diğer üye ülkelerin yaklaşımları da benzerlik gösteriyor.

ASEAN içerisinde tekil ülkelerin ortaya koydukları bu tutum, son dönemde “uluslararası denizcilik hukuku” ilkelerini hiçe sayma eğilimindeki Çin karşısında, ABD’nin elini güçlendiren bir unsur kabul edilebilir.

Ancak, Obama ile başlatılan, bununla birlikte Donald Trump yönetimince bilinçli olarak devam ettirilmeyen bölge politikası nedeniyle, bu gelişmelerden somut çıktıların alınabildiğini söylemek güç.

Güney Çin Denizi’nde giderek arttığı ifade edilen Çin tehdidi, ABD için en önemli jeopolitik sınama, hatta tehdit unsuru olarak kabul ediliyor.

Bu nedenle, şimdi Biden yönetiminin ABD’nin uluslararası politikasında yeniden birincil yere oturtmaya çalıştığı Asya-Pasifik ya da onların deyişiyle Hint-Pasifik bölgesi ile ilgili söylemlerine tanık olunuyor.

Bununla birlikte, bölge ülkelerinin özellikle de, ne Çin ne de ABD’yle tek yanlı/taraflı ilişkiler geliştirme arzusundaki ASEAN ülkelerinin önceliklerini de dikkate alacak bir yeniden yapılaşmaya gerek olduğu ortadadır.

Obama’nın mirası

ABD’de özellikle, Barack Obama döneminde (2009-2017), Asya’yı merkeze alan yüzyıl projesinde siyasal ve ekonomik olarak yakınlaşılmasına karar verilen ülkelerden biri Vietnam.

Bu ziyaret öncesinde en önemli gelişme hiç kuşku yok ki, ABD’nin Soğuk Savaş döneminin bir gerçekliği olarak Vietnam’a uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması ve içinde dini gruplara yönelik unsurların da bulunduğu, insan haklarına yönelik bazı yasaların yürürlüğe konması oldu.

Başkanlığı döneminde Obama’nın 2016 yılı Mayıs ayı sonundaki Vietnam ziyaretinin iki ülke ilişkilerinde bir dönem noktası kabul etmek gerekir.

Obama dönemi başkan yardımcısı olan şu anki devlet başkanı Joe Biden’la birlikte Vietnam’la ilişkilerde devamlılığın sağlanması yönündeki politika olduğu izlenimi Harris’in ziyaretiyle ortaya konuldu.

Bu noktada, ABD’nin Vietnam gibi ASEAN bünyesinde en azından ekonomik açıdan istikrarlı ve Çin’le gayet çatışmaya açık bir ülke ile ilişkilerini geliştirmesi, bölgede zamanla hem ekonomik hem askeri işbirlikleri açısından gayet önemli.

Unutmalayım ki, Vietnam Güneydoğu Asya topraklarında, bir başka deyişle ASEAN içinde ekonomik büyümesiyle dikkat çeken ve özellikle, son bir buçuk yıllık pandemi döneminde, bölgede ekonomik büyüme sergileyen tek ülke konumunda.

Harris ve talihsizlik

Harris’in Salı günü Singapur’dan Vietnam’a geçişinde yaşanan gecikme akıllara komplo teorilerini getirdi. Öyle ki, Harris ve ABD heyetindeki diğer bazı kişilerin de etkilendiği söylenen bir ‘sağlık’ durumuyla ilgili yapılan ilk açıklamalarda dışardan bir müdahalenin izlerini taşıyor.

Uykusuzluk, hafıza kaybı vb. semptomların görülmesi üzerine Harris ve heyetteki bazı yetkililere ‘Havana Sendromu’ teşhisi konulması, ilk etapta uzun yolculuğun tesiri olarak düşünülse de, resmi kaynakların açıklamalarında, “belirli enerji kaynağına maruz kalma” olarak adlandırılarak bir ülke dolaylı olarak hedef gösterildi.

Bu talihsizlik, ABD heyetinin bölgeye ziyaretinden çok kısa önce Afganistan’da yaşanan sürpriz gelişmelerin ardından geliyor. Bu durum, hem dış politikada ismi bugüne kadar duyulmayan Harris’in söylem ve yaklaşımlarını hem de muhataplarının tepkilerini anlamlandırmada bazı zorlukların yaşanabildiğine gönderme yapıyor.

ABD Başkanı Joe Biden’ın henüz ASEAN bölgesine ziyareti gündeme gelmese de, önce savunma bakanı ardından, başkan yardımcısı marifetiyle bölgedeki bazı ülkelere ziyaretleri bölgeyle zedelenen ilişkilerin yeniden yapılandırılması açısından önemli.

Bu noktada, ABD merkeze Çin tehdidini koyarak salt kendi ulusal güvenliği eksenli politikalar yerine, bölge ülkelerinin talep ve çıkarlarını da gözetecek politikaları gündem getirmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde bu yönde ne gibi gelişmeler olacağını göreceğiz.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/27/kamala-harrisin-vietnam-ziyareti-ve-bolge-politikalari-kamala-harris-vice-presidents-vietnam-visit-and-regional-politics/

24 Ağustos 2021 Salı

ABD başkan yardımcısı Harris ASEAN bölgesinde / Kamala Harris, vice president of the U.S. visiting ASEAN region

Mehmet Özay                                                     23.08.2021

ABD başkan yardımcısı Kamala Harris, Güneydoğu Asya’da Singapur ve Vietnam’a resmi ziyareti dün, yani 22 Ağustos Pazar günü başladı. 

İlk olarak Singapur’u ziyaret eden Harris, Ada ülkesinde temaslarını üç gün boyunca sürdürecek. Harris’in Salı günü Vietnam’a geçmesi bekleniyor... 

ABD’nin yeniden Güneydoğu Asya’da dönmesi ve daha genel çerçevede Hint-Pasifik (Indo-Pacific) paradigmasını takviye edecek politika arayışları ve ekonomik işbirliklerini geliştirme olarak adlandırılmayı hak etse de, ziyaretin Afganistan’da beklenmedik gelişmenin gölgesinde geçmekte olduğuna kuşku yok. 

Ada ülkesi ve ABD yatırımları

Harris’in başkan yardımcısı sıfatıyla bölge ziyareti, zamanlama açısından gayet önemli bir döneme tekabül ediyor. 

Her ne kadar, Singapur başbakanı Lee Hsien Loong ile Kamala Harris memnuniyet pozları verseler de ortada, plânlanmamış bir gelişme olarak Afganistan’daki hiç de umulmadık gelişmenin varlığı, kendini Harris’in ziyaretleri boyunca hissettirecektir. 

Bununla birlikte, ziyaretin yapıcı unsurları olarak düşünülen hususlar, Lloyd Austin ziyaretinde güdeme gelen iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik girişimlerin pekiştirilmesine yönelik olduğu görülüyor. Bu çerçevede, siber güvenlik, iklim değişikliği, ekonomik işbirliği, kovid-19’la mücadele konuları başı çekiyor. 

Öte yandan, Ada ülkesi Singapur ABD için, Pasifik Savaşı’ndan bu yana bölgedeki gizli/açık önemli müttefiklerinden biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda iki ülke ticaret ve yatırım ilişkileri gayet önemli bir işbirliğinin olduğuna işaret ediyor. 

Bu çerçevede, ABD’nin bu Ada ülkesine yatırımları toplamda 315 milyar Dolar’ı bulurken, Singapur’un ise ABD topraklarında 65 milyar Dolar doğrudan yatırımı bulunuyor. ABD’nin Ada’ya yatırım miktarının Çin, Güney Kore ve Hindistan yatırımlarından fazla oluşu açıkçası iki ülkeyi ne denli birbirine bağımlı kıldığını özellikle de Singapur açısından ortaya koyuyor. 

Son gelişmeler çerçevesinde ise, yapıcı ve ön alıcı politikalarıyla bilinen Singapur yönetiminde, başbakan Lee Hsien, ABD’nin Afganistan’da daralan alanını genişletme adına tahliyeler konusunda hava desteği verebileceklerini söylemesi önemliydi. 

Lee Hsien’ın bu çıkışının ardında, Singapur’un daha önce Uluslararası Güvenlik Destek Gücü kapsamında Afganistan’da görev yapmış olması da bulunuyor. 

Bununla birlikte, Afganistan’da son derece kritik olan gelişmeler karşısında gayet pragmatik bir çıkış olarak değerlendirilebilecek olan Lee Hsien’ın bu önerinin gerçekleşmesi halinde, geçen ay savunma bakanı Lloyd Austin’in ziyaretinde varılan askeri işbirliği anlaşmalarının ardından yeni bir gelişme olarak kalmayacak, varılan anlaşmaların sağlaması olarak da değerlendirilecektir. 

ASEAN’a yeniden konuşlanma

Başkan yardımcısı Harris’in bu ziyareti, geçtiğimiz Temmuz ayının son haftasında bölge ülkelerinden Singapur, Vietnam ve Filipinler’i ziyaret eden savunma bakanı Lloyd Austin’in ardından, ABD üst düzey yöneticilerinin kısa sürede gerçekleştirdiği ikinci önemli ziyaret anlamı taşıyor. 

Gerek Austin’in gerekse bugünlerde başkan yardımcısı Harris’in ziyareti ABD’de Joe Biden yönetiminin sadece bu üç ülke özelinde değil, genel itibarıyla Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) bölgesine yönelik siyasi, ekonomik ve askeri yakınlaşması anlamına geliyor.  

Ancak, ABD siyasi aklının Afganistan’da olması, bu ziyaretin arzu edildiği gibi değerlendirilmesine imkân tanıyıp tanımadığı sorgulanmaya açık. Bununla birlikte, Afganistan krizinden önce plânlanmış olan bu ziyaretten hasıl olacağı tahmin edilen kazanımların bile gerçekleşmeyebileceğine dair göstergelere mevcut. 

Lloyd Austin ziyareti vesilesiyle kaleme aldığımız yazıda da dile getirdiğimiz üzere, ABD yönetimi ASEAN bölgesine yönelik söz konusu bu ziyaretlerle, Trump döneminde ilişkileri gerileyen ABD’nin bu yeni dönemde, bölge ülkeleriyle “küresel işbirliğinin yeniden inşası”na çaba sergiliyor. 

Bir başka deyişle, bu ziyaretler vesilesiyle, ABD bölge ülkeleri yönetimlerinde ve de geniş halk kitleleri nezdinde kaybettiği imajını yeniden kazanmaya çalışıyor. 

Tabii ABD açısından, söz konusu bu yaklaşımın somut hedefleri ve çıktıları açısından bakıldığında özellikle, Çin’e karşı geliştirilmekte olan yeni Hint-Pasifik ittifak bloğuna, mümkün olduğunca daha çok ülkeyi kazanmak... 

Austin’in  ziyaretinde özellikle, Filipinler’le oldukça zayıflayan ilişkisi onarmaya ve yeniden yapılandırmaya yönelik adımlar atılırken, Singapur ile de askeri işbirliği noktasında yeni anlaşmalarla var olan ittifak görüntüsü genişletilmeye çalışılmıştı. 

Bu ikili güvenlik ilişkilerine rağmen, ASEAN’ı bir bütün olarak Hint-Pasifik stratejisi içerisinde görüp görülemeyeceği konusunda ise, ciddi tartışmaların olduğunu söyleyebiliriz. 

Harris’in çabası 

Kamala Harris, diş politikaya uzak bir isim olarak adlandırılmakla birlikte, bölgenin dini-kültürel yapılaşmasında önemli bir etkisi olan Hindistan’la olan kök bağının, azınlık da olsa bölgede var olan Hint kökenlilerin varlığı ve bunların siyasal ve toplumsal yaşamdaki etkisi, ona yönelik bir sempati oluşmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu durum, akıllara bir nebze de olsa, 2009-2017 yıllarında devlet başkanlığı yapan Barack Obama dönemini getiriyor. Obama, bölgeye yaptığı ziyaretlerle bölge toplumları ve ülkelerinde ABD lehine önemli bir yaklaşımın gelişmesine katkısı olmuştu. 

ABD’nin Asya-Pasifik taahhüdü 

Başkan yardımcısı Harris’in Hindistan kökenli olması ABD adına yumuşak güç kazanımı olarak değerlendirilebilecek bir durum oluşturabilir. 

Ancak, ABD’nin gerek Donald Trump döneminden devr aldığı olumsuz miras gerekse, son birkaç haftadır Afganistan’da olan bitenler hiç kuşku yok ki, bölge ülkelerinde ABD’ye yönelik düşünce ve duyguların değişkenlik göstermesine yol açtığını söyleyebiliriz. 

ABD’nin Afganistan’a yönelik ‘taahhüd’ün bugün aldığı siyasi ve toplumsal hâlin bir benzerinin, -coğrafya/koşullar vb. farklılıklara rağmen- ASEAN özelinde ortaya çıkıp çıkmayacağı bir endişe kaynağı olarak kendini hissettiriyor. 

Kaldı ki, ABD kamuoyunda ortaya çıktığı üzere, Afganistan’daki gelişmelerin niyetlenilmemiş sonuçlarının kendini Güneydoğu Asya toplumlarında da göstermesi olasılığını yabana atılmamalıdır. 

Öyle ki, böylesine olumsuz yönde bir gelişmenin olmayacağının garantisi bulunmuyor...

Trump yönetiminin beklenmedik politikalarının, Çin’in giderek daha da agresif bir politika izlemesine neden olup olmadığı ve bunun karşısında, ASEAN ülkelerinin yaşadıkları hem askeri hem ekonomik güvenlik kaygılarının hatırlanmasında yarar var. 

Yakın gelecekte, Trump veya Trumpvari intikamcı bir siyasetçinin ABD’nin başına ‘musallat’ olması, aynı zamanda ASEAN bölgesinde de güvenlik güvenilirlik sorunun neşet etmesi anlamına gelecektir. 

ASEAN’a Afganistan engeli

Hiç de gündemde olmayan Afganistan’daki gelişmeler, ABD’nin ASEAN bölgesinden beklentilerini ertelemesine yol açacağı gibi, Çin’in bu gelişmeden mümkün olduğunca yararlanması ABD’nin önüne yeni bir engel olarak çıkacaktır. 

Bu gelişmeler ABD’nin bölgedeki meşruiyetinin gizli/açık sorgulanır hale getireceğini söylemek mümkün. En azından, yaşanan kaotik ortamın sorumlusu, geride bırakılan Afgan halkının hali, yirmi yıldır siyasal ve askeri yatırım yapılan Afgan siyasetçilerinin ve yöneticilerinin ‘teslim olmaları’ hiç kuşku yok ki, Güneydoğu Asya toplumları arasında önemli bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor. 

Harris’in ziyaretinin bir diğer önemli noktası, bu konuyla doğrudan bağlantılı olacak şekilde bölgedeki ittifak arayışlarını veya mevcut ittifakları genişletme yaygınlaştırma çabalarıyla ilgilidir. 

Afganistan’da yaşanmakta olan siyasal dönüşüm ve bunun doğuracağı ve şimdilik belirsizliklerle dolu gelecek hiç kuşku yok ki, sadece ABD’yi değil, Güneydoğu Asya’da Müslüman toplumları ve/ya Müslüman toplumlara ev sahipliği yapan ulus-devletleri de yakından ilgilendiriyor. 

Not: Afganistan’daki gelişmelerin Güneydoğu Asya toplumlarına etkisin ilerleyen günlerde bir yazıda ele alacağım. 

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/23/abd-baskan-yardimcisi-harris-asean-bolgesinde-kamala-harris-vice-president-of-the-u-s-visiting-asean-region/


21 Ağustos 2021 Cumartesi

Malezya’da 9. başbakan ya da UMNO’nun yeniden iktidara dönüşü / 9th Prime Minister or returning of UMNO into power in Malaysia

Mehmet Özay                                                                                                                            21.08.2021

Malezya’da 9 başbakan İsmail Sabri Yaakob...

Bu siyasi gelişme, bir buçuk yıldır yaşanan siyasi kaosun, en azından şimdilik sona ermesi anlamı taşıması kadar, bunun ötesinde bir öneme sahip.

Federal sultanın milletvekillerle tek tek görüşerek, 114 milletvekili desteğine ulaştığını tespit ettiği İsmail Sabri Yaakob’un hükümeti hangi partilerden oluşturacağı merak konusu. İsmail Sabri Yaakob’a destek, mensubu Ulusal Koalisyon’u oluşturan UMNO-PAS-MIC-MCA Sarawak eyalet partisi Birleşik Sarawak Partisi (Gabungan Parti Sarawak-GPS) ile Bersatu ile bazı bağımsız milletvekillerinden geldi.

UMNO’nun iktidara dönüşü

61 yaşındaki İsmail Sabri Yaakob’un, Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu (United Malay National Organization-UMNO) milletvekili olması, yaşanan gelişmeyi salt bir başbakanın değişmesi olarak adlandırılmayı değil, aksine, 2018 yılı Mayıs ayında yapılan 14. genel seçimlerde 61 yıllık iktidarını yitiren UMNO’nun yeniden iktidar olması anlamı taşıyor.

Önümüzdeki günlerde kurulacak koalisyon hükümetinin, 38 milletvekili ile yine en büyük destekçisi konumunda olacak UMNO’da parti içi bölünmüşlüğün bu hükümet ile giderilip giderilmeyeceğini ise zaman gösterecek.

Öyle ki, UMNO’da parti başkanı Ahmed Zahid Hamidi’nin değil de, bir milletvekilinin başbakan adayı gösterilmesi ve nihayetinde başbakan olarak atanması ülke modern siyasi tarihinde bir ilk anlamı taşıyor.

Bu durum, aşağıda değinileceği üzere, bir buçuk yıllık Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) sürecinde Yerli Birlik Partisi (Parti Pribumi Bersatu Malaysia-Bersatu) başkanı Muhyiddin Yasin ile UMNO arasında yaşanan siyasi çekişmenin son bulması olarak değerlendirilebilir.

Ancak İsmail Sabri Yaakub’un, Muhyiddin Yasin hükümetinde savunma bakanlığından sorumlu bakan ve başbakan yardımcılığı yapmış olması açıkçası, UMNO içerisinde suların sadece şimdilik durulduğunu ortaya koyuyor.

Kaldı ki, hükümeti kurmakla görevlendirilen başbakan konumundaki İsmail Sabri Yaakub’un UMNO genel meclisinde kendini parti başkanı ve yandaşlarını da parti kurullarına seçtirmesi önümüzdeki dönemin önemli konuları arasında olacaktır.

Muhyiddi Yasin’i istifası

Bu hafta başında yani, 16 Ağustos’da PN hükümeti başbakanı Muhyiddin Yasin’in istifası üzerine, federal sultan, siyasi partilerin başbakan adaylarının parlamentodan aldıkları desteği kanıtlamaları için Perşembe gününe kadar süre tanımıştı.

Bunun ardından, 222 üyeli parlamentoda, Ulusal Koalisyon’a (Barisan Nasional-BN) mensup 114 milletvekilinin desteğini alan İsmail Sabri Yaakob başbakan olarak atandı.

UMNO milletvekili olan İsmail Sabri Yaakob Malezya Federasyonu’nun 9. başbakanı olarak yemin ederek göreve başladı.

Yemin töreni federal sultanlık makamından yapılırken, önümüzdeki günlerde parlamentonun göreve başlamasıyla, yasal sürecin işleyerek yeni hükümetin kurulması  bekleniyor.

Hükümetin acil görevi: kovid-19’la mücadele

Malezya’da yeni başbakanın atanmasının ardından, son birbuçuk yıldır yaşanan siyasi kaosun ve meşruiyet sorununun yerini, her geçen gün etkisini daha da fazla hissettiren kovid-19’la mücadelenin alması bekleniyor.

Bununla birlikte, bir önceki dönemin hesabının yapılmadan yeni dönemin neler getireceğinden emin olmak pek de mümkün gözükmüyor.

Sabık başbakan Muhyiddin Yasin, istifası öncesinde geçen hafta yaptığı açıklamalarda, kendilerini yolsuzlukla suçladığı bazı çevrelerin başbakanlığını sona erdirme girişimi karşısında çaresizliğine dikkat çekmişti.

Oysa, 24 Şubat 2020 tarihinde özellikle de, Halkın Adaleti Partisi’den (Partai Keadilan Rakyat-PKR) ihraç edilen 11 milletvekilinin öncüsü konumundaki Azmin Ali, Bersatu başkan yardımcısı Muhyiddin Yasin, UMNO ve Malezya İslam Partisi’nden (Parti Islam SeMalaysia-PAS) yetkililerin gerçekleştirdikleri Sheraton toplantıları sonrasındaki gelişmelerle 1 Mart 2020’de Muhyiddin Yasin’i başbakanlığa taşıyan aynı çevrelerdi.

Muhyiddin Yasin hükümeti kurduğu 1 Mart 2020’den, istifa ettiği 16 Ağustos 2021’e kadar federal parlamentodan güven oyu alma teşebbüsünde bulunmadığı gibi, kovid-19 ile mücadeleyi bahane ederek ülke siyasal yaşamının akamete uğratılmasını sağlayan kişi konumundaydı.

Muhyiddin Yasin’in sadece mensubu bulunduğu Umut Koalisyonu hükümetine değil, aynı zamanda başkan yardımcılığı görevini yürüttüğü Bersatu’ya ve başkanı konumundaki Dr. Mahathir Muhammed’e siyasi ihanetiyle ilgili gelişmeleri daha önce uzun uzun yazdık.

Bu gelişmeler, 2018 seçimleri öncesinde dönemin muhalefet lideri Enver İbrahim’le ittifak kurup yeni hükümeti kuran, ardından bu hükümete karşı özellikle, UMNO ve PAS ile görüşerek hükümetin düşmesi konusunda girişimlerde bulunan ve nihayet geçtiğimiz aylarda yakından gözlemlendiği üzere bu sefer UMNO lider kadrosunu yolsuzluklarla suçlayan hep aynı kişi, yani Muhyiddin Yasin olması gayet ilginçtir.

UMNO ve yolsuzluklar

Muhyiddin Yasin’in bugün kendilerini yolsuzluklar itham ettiği çevreler ise, herkesin malumu olan UMNO içerisindeki önemli lider tabakasıdır.

2015 yılından bu yana gündeme getirdiğimiz, 1 Malezya Kalkınma Fonu (1MDB) yolsuzluğunun baş aktörü konumundaki sadece sabık başbakan Necib bin Rezzak değil, eşi, oğlu başta olmak üzere, yanında görev yapan siyasiler ve bürokratlar da bulunuyordu.

UMNO’nun omurgasını oluşturduğu Ulusal Cephe hükümetinin, 2018 yılı Mayıs ayında yapılan 14. genel seçimleri kaybetmesine de yol açan yolsuzluklar, yeni hükümet Umut Koalisyonu’nun (Pakatan Harapan-PH) ülkede temiz siyaset anlayışının bir gereği olarak öncelikli politikaları arasında yer alıyordu.

Yukarıda ifade edilen Sheraton sürecinin başlatılmasına sebep, aslında tam da bu yolsuzluklarla mücadeleydi.

Muhyiddin Yasin hükümeti döneminde söz konusu yolsuzluk davalarından sanık olan bazı kişilerin davaları düşürülürken, bazılarının devam etmesi, UMNO ile Muhyiddin Yasin arasında ayrışmayı körükleyen süreci başlatmıştı.

Yeni hükümet ve çözüm bekleyen sorun/lar

Bir önceki yani, PN hükümetinde savunmadan sorumlu bakan ve ardından başbakan yardımcılığı görevi yapan İsmail Sabri Yaakob, bu süreçte kovid-19’la mücadelede hükümette önemli rol üstlenmişti.

Bu yılın ocak ayından Ağustos başına kadar süren olağaüstü hâl ve buna ilâve olarak Haziran ayının başından itibaren ülke genelinde uygulanan kapanmaya rağmen, pandeminin yayılmasının engellenmesi bir yana, hem vaka hem ölümle sonuçlanan gelişmelerde artış yaşanmıştı.

Bu sürecin halen devam etmesi, bir azınlık hükümeti de olsa, İsmail Sabri Yaakob’un başında bulunacağı hükümetin siyasi tartışmalar ve polemiklere yol açmadan, bir an önce ülkeyi pandemi sürecinde düzlüğe çıkarması beklentisi yüksek.

Bir önceki hükümette savunma’dan sorumlu bakan ve başbakan yardımcısı olarak görev yapan İsmail Sabri Yaakob, aynı zamanda PN hükümetine karşı UMNO içinde oluşan muhalefeti engellemeye çalışan ve Muhyiddin Yasin’e desteğiyle öne çıkan bakan konumundaydı.

Federal sultanın milletvekilleriyle tek tek görüşerek, 114 milletvekili desteğine ulaştığını tespit ettiği İsmail Sabri Yaakob’un hükümeti hangi partilerden oluşturacağından öte, UMNO’dan kimleri, hangi bakanlıklara atayacağıyla ilgili.

Hükümet kurma süreçlerinde bakanlıklar, önemli bürokratik görevlere atamalar da önceliklerin sabık başbakan Necib bin Rezzak ve parti başkanı Ahmed Zahid Hamidi yanlıları yerine kendine yakın isimleri ataması İsmail Sabri Yaakob ile parti içi muhalefet çatışmalarını artıracaktır. Hükümetin ikinci büyük ortağı konumundaki Bersatu’nun 31 milletvikiline sahip olması, bakan atamalarında önemli bir konumda bulunduğunu gösteriyor.

Muhalefet yerinde

UMNO merkezli gelişen yeni hükümet oluşumunun dışında muhalefetin adayı Enver İbrahim’e destek veren çeşitli partilerin milletvekillerini toplamının 112’yi bulmaması başbakanlık şansını bir kez daha yitirdiği anlamına geliyor.

Açıkçası, Enver İbrahim’in merkez siyasette kendine yer bulan bir isim olmadığını geçmişteki yazılarımızıda gündeme getirmişti. Merkez siyasetin en önemli aktörlerini ise başta UMNO olmak üzere bu kurucu parti ile gizli/açık koalisyonu olan sultanlar oluşturuyor.

Bununla birlikte, Enver İbrahim’e destek verme ihtimali bulunan Sabah ve Sarawak Eyaletleri’ndeki yerel partilerin ittifak gröşmelerinin sonuçsuz kalması sadece Enver İbrahim’in çoğunluğu elde ederek başbakan olarak ihtimalini ortadan kaldırdı.

Bunun yanı sıra, merkez siyasetle sorumlu ilişkilere sahip ve daha çok maddi çıkarlar üzerine inşa edilmiş ittifaklara konu olan Sabah ve Sarawak Eyaletleri’nin merkezde daha çok temsiliyet kazanmasını sağlayacak bir yol olduğunu da ifade edelim.

İsmail Sabri Yaakob’un başbakanlığının aynı zamanda 2023 yılı Temmuz ayından önce yapılması beklenen 15. genel seçimler için de bir hazırlık olacaktır. Ancak bu süreçte Malezya halkının en büyük beklentisi pandeminin etkisinin azaltılması ve giderek olumsuz bir hâl alan ekonomik yaşamın yeniden rayına oturtulması olduğuna kuşku yok.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/21/malezyada-9-basbakan-ya-da-umnonun-yeniden-iktidara-donusu-9th-prime-minister-or-returning-of-umno-into-power-in-malaysia/

19 Ağustos 2021 Perşembe

Malezya başbakanını arıyor / Malaysia looking for a new prime minister

Mehmet Özay                                                                                                                           19.08.2021

Malezya’da hafta başında Muhyiddin Yasin’in başbakanlıktan istifasının ardından, yeni başbakan arayışları sürüyor.

Sabık başbakan Muhyiddin Yasin’in istifasına giden süreçte belirleyici olan 3 Ağustos’ta Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu (United Malay National Organization-UMNO) genel başkanı Ahmed Zahid Hamidi partisinden bazı milletvekillerinin, mevcut Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) iktidarına ve dolayısıyla başbakan Muhyiddin Yasin’e desteğini çektiğini belirtmesiyle gündeme gelmişti.

Bu gelişmeye rağmen, Muhyiddin Yasin parlamentoda çoğunluğun kendisini desteklediğini iddia etse de, federal sultanın görevi bırakması yönünde gizli/açık talebi sonrasında hafta başında istifasını sundu.

Muhyiddin Yasin’in başbakanlıktan istifasının ardından, federal sultan tarafından yeni hükümet oluşturuluncaya kadar geçici başbakan olarak görevini sürdürüyor. Bu noktada, siyasete yön verme görevi bir kez daha Federal Sultan’da...

Federal sultan siyasi partilere adaylarını ve destek sayılarını kendisine iletmesini istedi. Bu amaçla, parlamentoda çoğunluk oyuna sahip olduğunu belirleyen başbakan adaylarına bugün saat 16.00’a kadar süre tanıdı.

Buna göre, muhtemelen yarın yani, 19 Haziran günü, başbakanlığın güçlü adayını kabul ederek başbakanlığı tevdi edecek ve başbakanlığın parlamentoda güven oylamasına yeşil ışık yakacak

İki blok iki aday

Muhyiddin Yasin’in başında bulunduğu PN koalisyon hükümetini düşüren UMNO kendi adayını açıkladı: PN hükümetinde savunma bakanlığından sorumlu bakan İsmail Sabri Yakup... 222 sandalyeli parlamentoda İsmail Sabri’ye destek, toplam sekiz parti ve bazı bağımsız milletvekillerinin desteğiyle 113 olduğu belirtiliyor.

Öte yandan, gözler muhalefet lideri Enver İbrahim’in başbakan olup olmayacağına kilitlense de, bu siyasetçiye başbakanlık yolunun açılması zor gözüküyor.

Bunun nedenlerini, geçen yıl Eylül ayında, parlamentoda çoğunluğu elde ettiğini deklare etmesinin ardından, Enver İbrahim’in niçin başbakan olamayacağını dile getirmiştik...

Kaldı ki, muhalefetin doğal lideri konumundaki Enver İbrahim’in, şu an itibarıyla 222 sandalyeli parlamentoda toplam altı partiden 99 milletvekilinin desteğine sahip bulunuyor.

Yukarıda verilen sayılar dikkate alındığında Enver İbrahim’in minimum 111 sayısına ulaşamamış olması, pratikte federal sultan tarafından başbakan olarak atanmasını da mümkün kılmıyor.

Aralarında Dr. Mahathir Muhammed’in kurduğu Mücadeleci Vatan Partisi’nin de (Parti Pejuang Tanah Air-Pejuang) bulunduğu üç siyasi parti ile bağımsız olmak üzere on milletvekili ise henüz yukardaki iki adaydan birine destek sunmuş değil.

UMNO nihayet adayını seçtirecek

Yaşanan bu son gelişme dahil olmak üzere son bir buçuk yıldır, hükümeti kurma ve yıkma görevinin UMNO üzerinden gerçekleştirildiği ortaya koyuyor. UMNO’nun rolü, bu kadarla da sınırlı değil.

Gerek geçen Eylül ayında gerekse, bu ayın başında yani, 3 Ağustos’ta UMNO genel başkanı Ahmed Zahid Hamidi partisinden bazı milletvekillerinin mevcut PN iktidarına ve dolayısıyla başbakan Muhyiddin Yasin’e desteğini çektiğini belirtmesine rağmen, bugün başbakan ve yeni hükümet için yeni koalisyon çalışmalarında UMNO ile Muhyiddin Yasin’in başkanı olduğu Yerli Birlik Partisi’ni (Parti Pribumi Bersatu Malaysia-Bersatu) yan yana görüyoruz.

UMNO, 38 milletvekili ile 1 Mart 2020’de kurulan PN koalisyon hükümetinin en büyük ortağı konumundaydı. Bununla birlikte, UMNO lider kadrosunun aradan geçen süre zarfında sabık başbakan Muhyiddin Yasin ile arası bir türlü genel çerçevede anlaşma zemini bulamadı.

Bunda önceleri, hükümette UMNO’ya hak ettiği önemli bakanlıkların verilmediği söylemi gündemde yer işgal etti.

Ardından, yeni bakanlıkların oluşturulmasıyla UMNO’dan Hüseyin Onn, İsmail Sabri Yakup gibi isimler bakanlık koltuğuna oturdu. Ancak bu gelişme, bu sefer UMNO içerisinde zaten mevcut olan hizipleşmelerin daha da keskinleşmesine neden oldu.

Öyle ki, PN hükümetine destek verenler ile başında Ahmed Zahid Hamidi ve eski başbakanlardan Necin Rezzak ile tecrübeli politikacı Tengku Razaleigh Hamzah gibi isimlerin başında bulunduğu grup ise hükümet karşıtı söylemleri ve çıkışlarıyla gündemi belirlemeye çalıştılar.

Hafta sonundan bu yana özellikle, UMNO ve Bersatu arasında yaşanan görüşme trafiği sonucu ortak başbakan adayının İsmail Sabri Yakup olmasına karar verilmiş gözüküyor.

Malezya’da bitmeyen sayım

Malezya’da son bir buçuk yıldır siyasal yaşamı el yordamıyla yapılan hesapların belirlediğini söylemek gerekiyor.

Parlamentonun bir buçuk yıldır görevini yap/a/maması, milletvekilleri  çoğunluğuna sahip olduğunu ileri süren başbakan adaylarının el yordamıyla, gizli/açık listelerle bunu kanıtlamaya çalışmalarına neden oldu.

Bu sürecin bir parçası olan federal sultan, Pazartesi günü yaşanan istifasının ardından başbakan adaylarının parlamentoda güven oylaması almalarını konusundaki kararı, yaşanan acı tecrübeden alınmış bir ders olduğuna işaret ediyor.  

Umut Koalisyonu sonrası çöküş

Son bir buçuk yıldır yaşananlara bakıldığında, ülkede ön planda kovid-19’la mücadeleden kaynaklanan bir siyasal kriz varmış imajı gizli/açık oluşturulsa da, aslında kovid-19 öncesinde başlayan bir siyasi hesaplaşma yaşandı.

24 Şubat’ta ‘Sheraton hareketi’ olarak adlandırılan sivil darbe girişimi ile o dönem iktidarda olan Umut Koalisyonu (Pakatan Harapan-PH) hükümetinin görevine son verildi.

Ardından, 1 Mart 2020 tarihinde federal sultana, “meclisin çoğunluğu beni destekliyor mesajını” ileten Muhyiddin Yasin’e başbakanlık devrinin ardından, istifa ettiği geçtiğimiz Pazartesi gününe kadar federal mecliste güven oylamasının olmadığı bir süreç yaşandı.

Bu dönem içerisinde gerek Muhyiddin Yasin’in başında bulunduğu PN koalisyon hükümetine destek veren bazı milletvekillerinin desteğini çekmesi, öte yandan muhalefet lideri konumundaki Enver İbrahim’in “federal meclis”te çoğunluk desteğini sağladım açıklamalarına rağmen, meclisin bir türlü açılamamış olması, ülkede siyasi krizi kovid-19 kriziyle baş başa gerçekleşmesine neden oldu.

Aradan geçen bir buçuk yıllık sürede meşruiyet krizi olduğunu sürekli söylediğimiz ve sivil darbenin ürünü olan Ulusal Birlik hükümeti başbakanı nihayet, bu ayın başlarında kendisine destek veren UMNO’da, parti başkanı Ahmed Zahid Hamidi’nin yanındaki milletvekilleriyle  yaptığı basın açıklamasında, 8 milletvekillinin başbakana desteğini çektiklerini açıklaması üzerine federal sultanın başbakan üzerindeki baskısı arttı.

Her şartta başbakanlık koltuğunda oturmayı hedefleyen Muhyiddin Yasin, kovid-19 için alınan olağanüstü hâl, ulusal düzeyde kapanma vb. süreçlerde meclisin toplanmasını engellerken, kovid-19’un ülkede en yüksek oranlara çıkması sürecin ne kadar olumsuz yönetildiğini açık seçik ortaya koyuyordu.

Geç gelen karar

Federal sultan yaptığı açıklamada başbakan adaylarının mecliste çoğunluğu sağladıklarını kanıtlamaları yönünde yaptığı açıklamada, bir buçuk yıl önce bizzat kendisinin de parçası olduğu hatanın tekrarlanmayacağını ortaya koyuyor.

Oysa sadece teamül değil, meclis ve hükümet atamalarında kanunla belirlenmiş olan bu uygulamanın, o dönem uygulanmamış olmasının sorumluluğu bugün çok daha net bir şekilde ortaya çıkmış oldu.

Yaşanan kriz siyasi boyutuyla kalmadı... Aksine iktidarı oluşturan gayri meşru yönetim ne kovid-19’la ile etkin bir mücadele verebildi ne de ülke ekonomisini bu sancılı dönemde yönetebildi. Siyasi krizin neden olduğu uluslararası güven kaybı kendini yatırımlarda ve üretim süreçlerinde ortaya koyarken, genel itibarıyla ülke ekonomisinin kovid-19 sürecinde daha da yara almasına yol açtı.

Bugün yarın kurulması beklenen UMNO öncülüğündeki yeni bir koalisyon hükümetinin ömrünün ise ne kadar süreceğini zaman gösterecek.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/18/malezya-basbakanini-ariyor-malaysia-looking-for-a-new-prime-minister/


18 Ağustos 2021 Çarşamba

Endonezya’da bağımsızlığın 76. Yıldönümü / The 76 anniversary of independence in the Republic of Indonesia

Mehmet Özay                                                                                                                            17.08.2021

Endonezya Cumhuriyeti, bağımsızlığının 76. yıldönümünü kutluyor. Asya-Pasifik bölgesinde bilinen adıyla Pasifik Savaşı’nın sona ermesinden sadece birkaç gün sonra ilân edilen bağımsızlık, geniş Takımadalar topluluğunu belki de, tarihte hiç olmadığı kadar bir bütün olarak ulus-devlet yapısı altında birleşmesini sağladı.

Bununla birlikte, bu ‘modern’ oluşun daha kuruluş yıllarında olduğu gibi bugün de neye tekabül ettiği hususunda var olduğu gözlemlenen sorunun, neden neşet ettiğini iyi anlamak gerekir. Sorundan kasıtın, ulus-devletin var ettiği iddia edilen birliğin temelleri konusudur. Buna aşağıda değineceğim...

Köklü bağımsızlık arzusu

Öncelikle şunu ifade etmekte yarar var... Söz konusu bağımsızlığın ortaya çıkmasını, bağımsızlık öncesi sömürge yapısının sahip olduğu varsayılan, -temelde ulus-devlet öncesinde imaginative olan bu aslında- sınırlarının devriyle açıklanabilirliği gizli/açık genel bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz.

Bununla birlikte, bağımsızlığa giden sürecin sadece, 1945-1949 yılları arasındaki dört yıllık süre zarfında, Takımadaları’n sadece belirli bölgelerinde ortaya çıkan vatan savunması konusunda verilen aktif savunma ve direniş temeliyle sınırlandırmak da mümkün gözükmemektedir.

Bağımsızlık olgusunu vatan, egemenlik hakkı, ekonomik refah ve sürdürülebilir üretim süreçleriyle ve tüm bunların dayanağı olarak dini/inanç formuyla ilişkilendirdiğimizde, sömürge yapısına karşı mücadelenin aktif ve pasif olarak 19. yüzyıl ilk çeyreğinden itibaren, Takımadalar’da farklı bölgelerin özelliklerine göre ortaya çıktığı görülür.

Ulus-devlet ve imaginative

Aşağıda dikkat çekileceği üzere Benedict Anderson’un sosyal bilimlere taşıdığı ve ulus-devletin oluşumuna dair imaginative kavramının, bu tarihi geçmişle bağı olup olmadığı sorgulanmayı hak eder.

Takımadalar’ın temelde insan stoğu olarak aynı/benzer bir yapıya sahip olması ve bunun yanı sıra, başta olmak üzere dil, kültür, din/inanç gibi genel özellikler çerçevesinde, birbirine yakınlaşan boyutlarına sahip olduğu hatırlandığında, Benedict Anderson’un Endonezya bağlamında imaginative olduğunu ileri sürdüğü ulus-devlet olgusunun ne tür bir gerçekliğe tekabül ettiği tartışmalı hale gelir.

Anderson’un, Max Weber’in Community and Society isimli eserinde dikkat çektiği, “ulus devletin teşkiliyle ulusal dil” olgusuna vurgu yaptığı ve/ya buradan ilham aldığını söylemeliyiz. Ancak, tüm diğer siyasi iddialara ve pratiklere karşılık, Takımadalar toplumlarını birbirine bağlayan olguların, salt dil ile sınırlı olmadığı da ortadadır. Bunu, verilen aktif bağımsızlık mücadelesinin temellerinde gayet açık bir şekilde görmek mümkündür.

Öte yandan, Anderson’un ulus-devletleri tanımlamak için kullandığı imaginative kavramı Endonezya ile de sınırlı olmadığını hatırlamak gerekir! Aslında Anderson’un bu kavramla ortaya koymaya çalıştığı kaypaklık, adına modern/Batılı ulus-devlet denilen siyasi yapının dinamiklerinin bir anlamda temelsizliğinde aranmalıdır.

Dayanışmacı ruh

Bu noktada, Benedict Anderson’un mahiyeti itibarıyla bir tür suniliğe gönderme yapan imaginative kavramı özelindeki yaklaşımını kısmen doğru kabul etmekle birlikte, Endonezya özelinde toplumsal/siyasal gerçeklikle örtüşmeyen yönleri de olduğunu söylemek gerekir. Bunun en bariz ifadesi, bölge toplumlarının kendilerini ‘ötekine’ yakın hissetmelerini olanaklı kılan kültür, din/inanç gibi köklü/tarihsel süreklilik arz eden unsurlardır.

 

Bununla birlikte, imaginative kavramına ‘suniliğe tekabül etmesi anlamında’ haklılık kazandıracak hususu, örneğin Endonezya (Indonesia) adının suniliği kadar, Avrupalı gibi yabancı unsurların coğrafi tanımlamaları ile belirlenmişliğinde aramak mümkündür.

Alman sosyal bilimci Adolf Bastian’ın 1884 yılında, “Indonesian oder die inseln des malayschem” demek suretiyle gündeme getirdiği ve tüm Takımadaları içine alan tanımlama, uzun tarihsel dönemler boyunca bölgede varlık süren denizci devletlerin hatta, kimi adlandırmalarla imparatorluklarla örtüşen bir yanı bulunmuyor.

Tabii, söz konusu siyasi yapıların varlığını örneğin, modern Avrupa devlet yapılaşmasının içinde barındırdığı sınırlar çerçevesinde değerlendirmek önemli bir yanılgıyı içinde barındırır. Bu noktada, İslamiyet temelli yapılanmalar bir yana, ilk akla gelen 7 ilâ 12. yüzyıllar arasında hüküm süren Srivijaya ile 13 ilâ 16. yüzyıl başlarına kadar siyasi varlığı devam eden Majapahit’in denizcilikle kendini gösteren siyasal varlıklarını, bildik Avrupa egemenlik unsuru ile açıklamak rasyonel olmayacaktır.

Bu durum, farklı Adalar ve ilgili Adalar’ın farklı bölgelerinde yaşam süren toplumların siyasi ilişkilerinde belirleyici unsurun, öncelikli olarak savaş temelli ve yıkım-odaklı olmadığını görmek gerekir.

Egemenliğin bir tür kültürel/dini-kutsal yapı ile kendini belirgin kıldığı, bunun yanı sıra ekonomik yapılaşmada gayet önemli bir unsur olarak dikkat çeken liman şehirlerinin birbirleriyle kurduğu ticaret ağlarındaki ilişkiler bütününü, Batılı anlamda yıkıcı siyasi egemenlikten ayırmak gerekir. Aksine bu ilişki ağının (network), bir tür kutsal/yarı kutsal hiyerarşik bir ilişkiye dayandığı ve hiyerarşinin yine Batılı düşüncenin aksine, birbirine karşı eziciliği değil, tanımayı, birleşmeyi ve kabulü öngören bir yapıya dayandığı görülür.

Sekülerleşmeci temelsizlik

Ulus-devlet bağlamında ortaya çıktığı iddia edilecek sorunun, ilgili toplumların teşkil ettiği siyasi yapıdan ziyade, bizatihi bu siyasi yapıya zemin teşkil eden modern/Batılı düşünce olduğunu vurgulamalıyız. Yukarıda Max Weber’e atıfla dikkat çekildiği üzere, ulus-devleti belirleyici kılanın ‘dil’ olgusu ile sınırlandırılması, aslında Batı’nın geçirdiği sarsıcı sekülerleşme süreciyle ilişkilidir ve tam da ulus-devlet sorunsalına tekabül eden bir yönü bulunmaktadır.

Burada karşımıza çıkan husus  şudur: Sadece Sosyoloji çalışma alanıyla sınırlı olmayan, aynı zamanda Siyaset Bilimi’nce de ilgiyle takip edildiği üzere, Batı Avrupa toplumlarının dinle ilişkisindeki dejenerasyonun belirleyiciliğidir.

Tam da bu noktada, Endonezya’da Takımadalar toplumlarına özgürlüklerini sağlama noktasında, ulus-devlet yapılaşmasının bağımsızlık olgusunun önemine kuşku olmamakla birlikte, tıpkı diğer sömürgeleştirilmiş topraklarda olduğu gibi, ulus-devlet yapılaşmalarının ortaya çıkması ve bu topraklardaki halkların kahir ekseriyetinin Müslüman olması eski sömürgeci, yeni Batılaşmış kurucu figürler ve aydınlar marifetiyle dinlere mesafeli duruş, sekülerleşmeyi yapılaştırıcı bir unsur olarak gündeme getirmiştir.

Bu durum, bizatihi sömürge dönemi yapılaşmasının uzun erimli uyguladığı politikaların sekülerleştirici boyutunun,  gizli/açık yeni modern ulus devlet bünyesinde kendini bir başka araç üzerinden güncellemesi olduğunu söylemek gerekir. Bu husus, 76. bağımsızlık yılında Endonezya Cumhuriyeti’nde bir tür modernleşme sorunu olarak zuhur ederken, sadece belirli bölgelerler sınırlı olmayacak şekilde birleştirici ruhun arayışını gündeme getirmektedir.  

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/08/17/endonezyada-bagimsizligin-76-yildonumu-the-76-anniversary-of-independence-in-the-republic-of-indonesia/