Mehmet Özay 14.06.2020
foto: thediplomat.com |
Hong Kong sorunu
ABD-Çin arasında, 2016’dan bu yana yaşanan sorunların Soğuk Savaş halini
almasında bir nedendi. Bugün Covid-19 sürecinden de kaynaklanan nedenlerle daha
cesurca dillendirilen Soğuk Savaş bağlamının en çok hissedildiği alanlardan
biri yine Hong Kong.
Hong Kong’un bugün
nasıl bir yönelim seyrettiği konusunu ele alırken, aslında bununla gizli/açık
bağlantılı olduğu düşünülebilecek küreselleşmenin seyrine dair birkaç noktaya
değinmekte fayda var.
Küreselleşmenin son dönemde özellikle iklim değişikliği,
terör, ekonomik durgunluk gibi faktörlerle olumsuz yönleri gündemde yer işgal
ediyor ve bunun doğurduğu küresel başıbozukluk dünyanın neredeyse her yerinde
kendini belirgin bir şekilde ortaya koyuyordu.
Covid-19’la
neredeyse her alanda yaşanan durgunluk ise, bir başka açıdan bakıldığında
küreselleşme öncesi döneme yani, 1980’ler öncesine dönüş intibaı verdiği
konusunda görüşlerin ortaya konulmasına neden oldu. Bu anlamda, son altı ayda
yaşanan gelişmelerin paradigma anlamında en büyük darbeyi küreselleşmeye
vurması şaşırtıcı değildir.
Oldukça manidar
olan durum şudur ki, özellikle Batılı gelişmiş ülkelerin post-kolonyal sürece
eşlik eden ve bir tür kurtuluş reçetesi olarak ortaya koydukları
küreselleşmesinin bir umut olmak yerine, kendi adıyla anılacak bir küresel felâketi
getirmekte olduğu çok daha gerçekçi bir hâl almış durumda.
Covid-19’u belki bu
yönüyle öne çıkarmak ve küresel iklim değişikliği ve diğer unsurların daha uzun
erimli yıkımlarla gündeme gelmesi öncesinde bir tür deneme ve bir tür uyarı
niteliğinde olduğunu düşünmekte fayda var.
İçinde bulunulan
durumu daha vakim kılan husus ise, bu belirsizlik ve hatta karmaşa ortamında
adına küresel güç denilen ABD ve Çin gibi iki ulus-devlet yapısının ve bunlara
destek mahiyetinde bölgesel birliklerin onarıcı ve yapıcı işlevlerini yerine
getirmek yerine, zaten mevcut olan çatışma ortamını körükleyici ve rasyonel
olmayan bir sürecin içine çekilmekte olmalarıdır.
Hong Kong tecrübe alanı
Hong Kong, sorunu
tam da bu noktada, önemli bir laboratuar olma özelliği sergilemektedir. 1997
yılında İngiliz sömürge yönetiminden Çin Halk Cumhuriyeti’ne devri ile
neredeyse iki yüzyıllık geçmişi ile Ada, bölgesel ve küresel ticaret, ulaşım,
teknoloji ve finans merkezi işlevleri görmekle kalmamıştı.
Bir yandan,
İngiliz sömürgeciliğinin Batı’dan Doğu’ya adalar üzerinden sağladığı
küreselleşme Hong Kong’un elden çıkarılmasıyla kendi evreninin son halkasını da
terk ediyordu.
Aslında bu
gelişme, post-kolonyal dönemde İngiliz hükümeti olmasa bile onun/Anglo-Sakson düşüncesinin
ve mekanizmasının ürettiği sistemik yapıların yönetmekte olduğu bir düzenin
almakta olduğu yeni yönelimle alâkalıdır. Öyle ki, yeni küresel evrenin önemli
bir aygıtı olmaya aday Çin Halk Cumhuriyeti, Hong Kong’u devralmakla
küreselleşebileceği bir aygıta kavuşuyordu.
Çin, ABD’din
teşvik edici ve tek parti yönetiminin ileri görüşlü birkaç liderinin çabaları
ile 1970’lerin sonlarından itibaren dünyaya açılma konusunda kayda değer
siyasal kararlar alırken, 1997’de Hong Kong devri, tam da bu sürecin
devamlılığının sağlanması noktasında katalizör işlevi görüyordu.
Böylece Çin, daha Dünya
Ticaret Örgütü’ne üye olmadığı bu dönemde, Hong Kong özel ticaret ve yatırım
anlaşmaları ile Batı kapitalist dünyanın ayrıcalıklarla donanmış olmasıyla
Pekin yönetimi için bir aktarma organı işlevini üstleniyordu.
Çin’e sağlanan öz güven
O dönemki Çin
yönetiminin alttan alta, Hong Kong üzerinden 19. yüzyıl ilk yarısında yaşayan Afyon
Savaşları’nın Çin halkı üzerinde bıraktığı gizli/açık derin psikolojik
yaraların tedavisinde bir nebze iyileştirici etkisi olduğundan hareketle bir
özgüven yenilenmesine konu olduğuna da dikkat çekilmelidir.
Çin Halk
Cumhuriyeti, bir yandan uluslararası arenada görünürlük kazanırken, Hong Kong
üzerinden sağlayacağı kazanımlar psikolojik olarak, tam da post-kolonyal
sürecin gereklerine uygun bir yapı sunuyordu.
Siyasi egemenliğin
tam anlamıyla sağlanmamasıyla birlikte, Pekin yönetiminin ürettiği, ‘tek devlet
iki sistem’ formülasyonuyla sunulan siyasal yapı, Hong Kong halkına Ana Kıta
Çin’deki siyasal ve toplumsal ortamın dışında nefes alma imkânı tanırken, aynı
zamanda Çin Halk Cumhuriyeti yönetiminin kendilerinin ifadesiyle “sosyalist
ekonominin destekçisi olarak” dünyaya açılma sürecinde ihtiyaç duyduğu dış
ticaret ve yatırımların merkezi olmasıyla Ana Kıta’nın ekonomik kalkınmasında
önemli bir işlev yükleniyordu.
Özgürlüklerde küresel kayıp
Hong Kong halkının
bu argümanın her iki yönelimiyle ilgili ne düşünüp düşünmediği meselesi ise bir
anlamda ‘bekle-gör’ sürecine havale edilmişti.
Bunun için 1997’den
2017’ye doğru ilerleyen süreçte tedrici olarak Pekin yönetiminin siyasi
politikalarına tanık olan Hong Kong halkı, Ada valisinin demokratik yöntemle
seçileceği yönünde kendilerine verilen sözün yerine getirilmemesi sonrasında,
2014 yılında sergilenen Şemsiye Hareketi ile toplumsal ve siyasal taleplerini
ortaya koyuyorlardı.
Bunun ardından, Ada
halkından suça karışanların yargılamalarının Ana Kıta sınırları içinde yapılmasını
öngören yasa taslağı görüşmeleri, 2014 ruhunun yeniden zemin bulmasına ve 2019
Haziran’ından itibaren yeni ve dirençli toplumsal ve siyasal tepkilerin ortaya
konulmasına yol açıyordu.
Bu gelişme
akıllara, 2003 yılında toplanma/konuşma özgürlüğüyle ilgili kısıtlamalarla
gündeme gelen meşhur 23. Madde karşısındaki tepkileri anımsatıyordu. O dönem,
ilgili yasa tepkiler sonrasında geri çekilirken, 2019 yılı yaz ayları sonunda
yasa taslağının geri çekilmesine neden oluyordu.
Covid-19’un
gölgesinde geçen 2020 yılının ilk altı ayında, gecikmeli olarak Mayıs ayında
toplanan Çin Ulusal Kongre’sinde alınan neredeyse tüm üyelerin oylarıyla Hong
Kong ulusal güvenlik yasa tasarısı kararının çıkması, ‘tek devlet iki sistem’
formülasyonunun çöküşü anlamına gelmekle kalmıyor.
Bunun ötesinde,
yukarıda tartışılan küreselleşmenin Hong Kong özelinde bir anlamda sonunu
hazırlayacak bir özelliği de içinde barındırıyor. Bu nedenledir ki, bugün ABD
ve Çin arasındaki gerginliğin covid-19 öncesinin ticaret savaşları ile sınırlı
olmadığı, aksine yönelimin Çin’i küreselleştiren Hong Kong’un bu özelliklerini
yitirmesiyle karşı karşıya olduğuna işaret ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder