Mehmet
Özay 24 June 2020
foto: benarnews.com |
Covid-19’un sadece
ulus-devletler düzeyinde bazı değişiklikleri gündeme getirmekle kalmayacağı,
aynı zamanda bölgesel ve küresel politikaların da yeni yaklaşımlara konu
olacağı konusunda önemli gelişmeler yaşanıyor.
Bu yöndeki gelişmelerin
erken göstergelerinden biri olarak, covid-19 ile mücadelede görece başarılı
olan ülkelerin varlığını kanıt olarak sunabiliriz.
Bu ülkeler, özellikle uyguladıkları sağlık politikalarıyla
ulus-devlet sınırları içerisinde vatandaşlarına güven vermektedirler. Aynı
zamanda Dünya Sağlık Örgütü (World Health
Organization-WHO) gibi uluslararası kuluruşlar ile uluslararası toplum
tarafından yakından takip edilmeleri nedeniyle gizli/açık bir model olarak
gündeme getirilmektedirler.
Söz konusu bu
tekil ülkeler, politikalarını, tecrübelerini çeşitli yollarla uluslararası
arenada paylaşmak suretiyle siyasal kazanıma dönüştürebilme imkânına
sahiptirler. Ve bu anlamda, hiç kuşku yok ki, salgınla mücadeledeki yöntem ve
araçları yumuşak güç olarak kullanma becerilerini sergileme imkânı
bulmaktadırlar.
Sayıları pek fazla
olmamakla birlikte, bu ülkeler, covid-19 öncesinde gündemlerinde ulusal düzeyde
ve dış politikada sorun olarak zuhur eden çeşitli politikaları gözden geçirme
ve bunları olumlu yöne doğru yapılandırma potansiyeline sahip olmaktadırlar.
Görece pembe bir
tablo gibi sunulduğu düşünülebilecek bu görüşler, aslında Nisan ayından bu yana
konuşulmakta olan Covid-19 sonrası paradigma değişimleri denilen olgunun tam da
kendisine tekabül etmektedir.
Öte yandan, covid-19
ile örneğin, ABD ve diğer batılı ülkeler ittifakı ile Çin arasında zuhur eden
çatışmacı yaklaşımın, özellikle kendi bölgelerinde ekonomik ve siyasal güç
anlamında yükselmekte olan ülkeler için bir imkâna dönüşebilme potansiyeli
bulunmaktadır.
Bu konuda yakın
geçmişte yaşanan bir örnek, yine ABD-Çin arasında gündeme gelen ticaret
savaşlarıydı. Genel itibarıyla bu iki ülke kadar, küresel ekonomide gerileme
anlamına gelmekle birlikte, çeşitli sektörlerde devam eden ilişkiler ağının
yeniden yapılandırılması söz konusu olmuş ve bazı ülkelerin yeni ve hatta
öngörülemeyen avantajlar yakaladığına tanık olunmuştu.
Küresel güç
odaklarının birbirleriyle çatışma temeline dayalı ilişkilerinin çoklu sorunlarla
mücadele kabiliyetlerini sınırlandırıcı etkisi, işte bu yükselmekte olan ve
orta ölçekli yeni güç yapıları kabul edilen ülkeler için bir avantaj anlamı
taşımaktadır.
Bunun
örneklerinden birine, Güney Çin Denizi’nde son dönemde yeniden ortaya çıkan
tehditkar girişimler karşısında Endonezya’nın yeniden pozisyon almasında
rastlanmaktadır.
Covid-19 sürecinde bölge siyaseti
Covid-19’un
ağırlığını yavaş yavaş üzerinden atan Çin, 2013’den bu yana giderek artan bir
şekilde egemenlik iddiası gütmekle kalmadığı, aynı zamanda çeşitli alt yapı
çalışmalarıyla pratiğe döktüğü Güney Çin Denizi politikasına yeniden dönüyor.
ASEAN’a üye dört
ülke ve Tayvan’la birlikte toplamda beş ülke ile çatışmacı bir durumun
yaşanması kadar, özellikle ABD’nin Asya-Pasifik Bölgesi’ndeki çıkarlarıyla
çelişmesi nedeniyle küresel bir soruna tekabül ediyor.
Bugün bu sorunun
değişip değişmediğinden ziyade, sorunun giderek yayılarak farklı ülkeleri de
içine alabilecek bir duruma taşındığı görülmektedir. Bununla kastımız
Endonezya... Ancak Endonezya’nın bile Güney Çin Denizi politikalarında Çin’le
karşılaşmasının yeni olduğunu söylemek güç.
Yeniden Natuna Krizi ve Endonezya’nın BM’ye başvurusu
2016 yılının
Haziran ayında, Natuna Adaları krizi olarak daha önce gündeme getirdiğimiz
sorun, Çin deniz kuvvetlerinin Güney Çin Denizi’nin en güney noktasına kadar
seyr-ü sefer yapma kabiliyeti, hak iddiası ve Çinli balıkçıların donanmaya ait
gemilerin eşliğinde bölgede avlanması bölgesel gelişmeler konusunda kendi içine
kapanan bir yapı sergileyen Endonezya’yı birden ulusal güvenlik sorunuyla
yüzleşmesine neden oldu.
Bugünkü gelişmeler
ise, geçtiğimiz 26 Mayıs’ta Endonezya hükümetinin Güney Çin Denizi
anlaşmazlığında sorunun uluslararası denizcilik yasaları ile çözüme
kavuşturulması konusunda Birleşmiş Milletler’e verdiği diplomatik nota ile
güncellemiş oldu. Bu gelişme, hiç kuşku yok ki sorunun uluslararası boyutunun
yeniden öne çıkması açısından gayet önemli.
Endonezya resmi
makamlarının bu girişiminin referans noktasını, 1982 yılında imzalanan, Birleşmiş
Milletler Deniz Yasası Anlaşması (United
Nations Convention on the Law of the Sea–UNCLOS) oluşturuyor.
Çin’in de bu anlaşmayı
imzalamış olması, Endonezya kadar, ASEAN için de uluslararası anlaşmalarla
belirlenmiş hakların korunması açısından dikkat çekicidir. Endonezya yaptığı bu
başvuruyla Çin’in önerdiği sorunu “teke tek” halletme çağrısını da geri
çevirmiş oluyor.
Endonezya’nın bu
girişiminin ardından aynı konuda bu sefer ABD’nin BM nezdinde girişmed
bulunması ise bir rastlantı olmanın ötesinde anlam taşıyor. ABD başvurusunda
aynı şekilde 1982 UNCLOS’un yanı sıra, Filipinlerin 2014’deki başvurusunun
ardından uluslararası tahkim mahkemesinin Çin aleyhine verdiği kararı gerekçe
gösterdi.
Filipinler ve Vietnam örnekleri
Bununla birlikte,
Endonezya hükümeti marifetiyle BM’ye taşınan gelişmenin bir ilk olmadığını da
hatırlatmakta fayda var. Öyle ki, Filipinler’de Benigno Aquino (2010-2016)
döneminde, 2012 yılı Nisan ayında Çin’le Scarborough üzerinde yaşanan gerginlik
neticesinde konu Birleşmiş Milletler’e taşınmıştı.
Bugün Endonezya’nın
BM’ye yaptığı başvuru, Çin’i uluslararası mahkemeye taşıyan ilk ülke olan Filipinler’in
izinden gittiğini bir göstergesi.
Bu gelişmeyle
bağlantılı olarak iki temel hususa dikkat çekmek gerekmektedir. İlki, Çin’in
hak iddialarına konu olan Güney Çin Denizi sorununun devam etmesidir. İkincisi,
bölgede bu konuda Çin’le karşı karşıya kalan Endonezya’nın sorunu ilk defa
uluslararası arenaya taşımasıdır.
ASEAN siyasal birlik idealinden uzak
Bu gelişmeye
rağmen, ASEAN içerisinde potansiyel lider konumunda kabul edilen Endonezya’nın
Çin’le son dönemde yakınlaşma eğilimlerine, hatta bunun Endonezya iç
siyasetinde önemli sorunlara/değişimlere neden olmasına rağmen, sorunun iki
ülke ile karşılıklı görüşmelerle çözülmesi yoluna gidilmemiştir.
Ayrıca, Endonezya,
ki bu soruna doğrudan müdahil olan Vietnam, Filipinler, Malezya ve Bruney ile
birlikte, ASEAN içerisinde bütüncül bir politikaya evirme ve yapılandırma
tercihini kullan/a/mamıştır.
Oysa, Vietnam ve
Filipinler’in Çin’le doğrudan yaşadıkları çatışmacı ortam ve diplomatik
gerginlik, ASEAN içerisinde bu üç güçlü ülke öncülüğünde siyasal karar alma
mekanizmalarının gündeme getirilmesini sağlayabilir(di). Yukarıda dikkat çekildiği
üzere, Filipinlerin uluslararası tahkim mahkemesine açtığı davayı kazanmasına
rağmen, çeşitli nedenlerle bu sürecin devamı getiril/e/memiştir.
ASEAN’ın bölgesel
bir birlik olarak Çin karşısında tekil ülkeler ve birlik olarak ve aynı zamanda
uluslararası yasaların desteğiyle çıkma becerisini/kabiliyetini gösterememesi
üzerinde durup düşünülmesi gereken bir konudur.
Güney Çin Denizi sorunu uluslararasılaşıyor
Güney Çin
Denizi’nde hak iddialarından kaynaklanan anlaşmazlıklar karşısında Çin
yönetiminin tek tek ilgili ülkelerle masaya oturma önerisinin bugüne kadar
gerçekleşmediği dikkate alındığında, Endonezya’nın BM nezdindeki girişiminin
önemli olduğunu söylemek gerekmektedir.
Bu gelişme
karşısında Çin’in, “iki ülke arasında teritoryal anlaşmazlık bulunmadığı, ancak
hak iddialarının örtüştüğü” yolundaki açıklaması ise oldukça ilginçtir.
Çin yönetiminin
verdiği diplomatik nota içinde yer alan bu ifadeler, öyle anlaşılıyor ki,
oldukça ‘diplomatik’ bir dil kullanılarak Endonezya’yı en azından bu süreçte
karşısına almak istemediği şeklinde anlaşılabilir. Ve yukarıda dikkat çekildiği
üzere, Çin yönetimi diğer ülkelere yaptığı öneriyi Endonezya yönetimine de önererek
konunun karşılıklı/ikili görüşmelerle ele alınmasını önermektedir.
Bununla birlikte,
bölgede teritoryal hak iddialarının örtüşmesi cümlesi, Endonezya ve Çin arasında
Güney Çin Denizi’nde hak iddiası konusunda ciddi görüş ayrılıkları bulunduğunu
ortaya koyuyor.
Çin yönetimi,
Güney Çin Denizi’yle ilgili iddialarını özellikle 2013 yılında Şi Cinping’in
devlet başkanı olmasıyla birlikte, tıpkı diğer grand design politikalar gibi gündeme getirmesi önemlidir. Çin,
bölge denizlerindeki hak iddiasını “tarihe yaslanarak” vermesi uluslararası
politikada görece yeni bir olgu olarak nüksettiğini vurgulamak gerekir.
ASEAN üyesi diğer
ülkeler gibi Endonezya da Çin’in tarihe vurgusunu kabul edilemez olduğunu, bu
ayın başında dışişleri bakanı Retno Mardusi’nin açıklamasıyla yinelemiş
oldu.
Endonezya’nın
konuyu bugün yeniden gündeme taşımasının, covid-19 sürecinde Çin’e karşı oluşan
Batı ittifakının uluslararası politikada oluşturduğu atmosferi göz ardı etmek
mümkün değil. Söz konusu Batı ittifakı içerisinde, Anglo-Sakson dünyasının
bölgedeki temsilcileri Avustralya da bulunuyor.
Birbirine komşu
Endonezya-Avustralya’nın aralarındaki çeşitli sorunlara rağmen, bölgesel
gelişmeler konusunda, özellikle de Çin’in teritoryal hak iddiları ve yayılmacı
teşebbüsleri karşısında, bugün aynı yerde durduklarına kuşku yok. Endonezya
ulusal güvenliğine gelecek bir tehdit karşısında Avustralya’nın kendi
güvenliğinin de tehdit altında olabileceğini düşünmesi için epeyce neden
var.
Covid-19’un
ulus-devlet, sağlık kurumları, uluslararası işbirliklerine kapı aralayacağı
yönündeki beklendiler devam ederken, aynı zamanda bazı ülkeler için yeni
imkanlar oluşturabileceği de gözlemleniyor. Endonezya’nın Güney Çin Denizi’nin güney
ucunda yer alan Natuna Adaları ile ilgili teritoryal hak iddiaları ve ihlalleri
karşısında Çin’i BM’ye şikayeti bu gelişmeler çerçevesinde
değerlendirilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder