Mehmet Özay 18.06.2020
foto: thediplomat.com |
Covid-19 sürecinde
doğal bir iyileşmeden ziyade, ulusal ve küresel ekonominin ve çokça da liberal
hoyratlıkla karışık bir zorlamayla tedbirlerin gevşetilmesi süreci yaşanıyor.
Bu yaklaşımın,
Batılı ülkelerde karşılığı futbol arenalarına dönüşle popüler nitelik
kazanırken, diğer bazı ülkeler vatandaşlarının karşı karşıya kaldıkları
ekonomik zorluklarla mücadele edebilme adına tedbirleri gevşetme yolunda
adımlar atıyorlar.
Batı ve sorumlu tutulan Çin
Bu gevşeme halinin
bir başka göstergesi, Şubat ayından itibaren küresel bir nitelik göstermeye
başlayan covid-19’un neden, niçin çıktığı konusundaki tartışmalarda,
Anglo-Sakson ülkeler öncülüğünde Batılı ülkelerin bir blok oluşturma
çabalarında zuhur ediyor.
Bu noktada, Batılı
ülkelerin temel argümanını, Çin yönetiminin virüsün ortaya çıktığı süreçte
sergilediği politikalar oluşturuyor.
Aralık ayında Hubei
eyaletine bağlı Wuhan şehrinde görülen virüsün yayılması, vaka sayıları ve
alınması gereken önlemler konusunda özellikle Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) üzerinden
küresel sağlık politikalarını etkileme çabalarıyla gerçekleri ört bas ettiği
yönündeki iddialar karşısında Çin geri adım atmıyor.
Covid-öncesi
süreçte ABD’de Trump yönetiminin, ekonomik içe kapanmacı politikaları, bununla
bağlantılı olarak ticari ilişkilerde Amerikan eksenli yeniden yapılanma
kararlarında ısrarı ve bunu uygulamaya geçirmesi, küresel iklim değişikliği
konusunda daha önce alınan kararlar ve bunların uygulamaya geçilme ile yeni
alınması beklenen tedbirler konusundaki liberal tutumu gibi hususlar, Batılı
ülkeler arasında ABD ve ötekiler denilebilecek ciddi ayrışmalara konu olmuştu.
Yine o süreçte,
ABD-Çin arasında yaşanan ticaret savaşlarının, sadece bu iki ülke ile sınırlı
olmayan, başta Batılı ülkeler olmak üzere küresel ekonomi üzerindeki olumsuz
etkileri de düşünüldüğünde Batı bloğunun bir açmaz içine düştüğüne tanık
olunuyordu.
Covid-19’un
Avrupa’nın güneyinde patlak vermesiyle, kısa sürede tüm Batılı başkentler kendi
ulusal sağlık politikalarını yapılandırma ve halklarının taleplerine karşılık
vermekle meşgulken, bazı ülkelerin aldığı sıkı tedbirler kadar, virüsün
toplumlarda bir tür bağışıklık sergilemesinin de etkisiyle gevşek bir tutuma
geçilmeye başlandı.
Bu gelişmeyle,
rahat bir nefes almaya başlayan batılı ülkeler Trump’ın, WHO’yı doğrudan hedef
alan söylemi ile Çin’in bir anlamda, tabiri caizse küresel sağlık mahkemesinde
yargılanmasına neden oldu.
Coronavirüs ittifakı
ABD yönetiminin
aksine, diğer Batılı ülkeler WHO’ya olan desteklerini çektiklerini aleni bir
şekilde dile getirmemiş olsalar da, WHO’yı nüfuzu altına aldığı belirtilen
Çin’e yönelik yaptırımlar konusunda Trump’la aynı yerde yer almaya başladılar.
Şu an itibarıyla
Batı’da oluşmuş bir koronavirus ittifakından söz etmek mümkün.
Bu ittifakın
amacının virüse karşı geliştirilebilecek başta etkin aşı olmak üzere sağlık
tedbirlerinden ziyade, Çin yönetimini, kurulması muhtemel bir uluslararası
sağlık mahkemesinde yargılanarak Batılı ülkelerin kaybettikleri milyarlarca
Doların karşılanması beklentisi var. Örneğin Almanya’nın meşhur popüler
dergilerinden biri, Alman rasyonalizminin bir göstergesi olarak Çin’in ne kadar
ödemesi gerektiğini bile dile getirdi.
Aslında Batı’nın
bu tür gelişmeler karşısında kendini aklama girişimlerinin bir devamlılık arz
ettiği ileri sürülebilir.
Daha virüsün
görülmeye başlandığı ve küresel medyaya düştüğü ilk haftalarda, bir anda Çin
yönetiminin total bir acziyete mahkum olduğu yönündeki görüntüler karşısında,
bu sürecin Çin’de toplumsal bir ayaklanma halini alarak, rejim değişikliğine
yol açacağı yönünde gizli/açık beklentiler ve temenniler Batılı başkentlerde
zuhur etmekte gecikmemişti.
Oysa, Batılı
toplumların ürettiği ve bir virüs gibi küresel yaygınlık gösteren insan-doğa
ilişkisini belirleyen düşünce yapısının ve bunun ekonomi plânındaki karşılığı
olan azgın kapitalizmin covid-19 gibi süreçlerdeki rolü üzerinde durulmayı çok
daha fazla hak ediyor(du).
Söz konusu virüsün
başlangıcı Çin’de olduğu gibi, görece iyileşme süreci de bir anlamda doğal
olarak Çin’de gerçekleşmesi şaşırtıcı değildi.
Bunun adına
ülkenin sağlık sisteminin umut verici uygulamaları diyelim veya toplumun
virüsün yayılmasına paralel olarak doğal bir şekilde bağışıklık kazanması
diyelim, yaşanan gelişmeler hiç değilse, diğer ülkelerde de benzer bir
gelişmenin olacağının habercisiydi. Bunun ulus-devletler arasında bir intikam
meselesi olmaktan öte, bir umut olarak değerlendirilmesi gerekiyordu.
Batılı ülkelerin
Çin karşıtlığında sergiledikleri yeni ittifakın ne kadar süreceği ise şüpheli.
Yeni virüs tehdidi Batı’da etkili olacak mı?
Yaklaşık son on
gündür Çin’in başkenti Pekin’in güneyinde yeniden nükseden virüs Çin’de bir
anlamda şaşkınlık ve korku yarattığı söylenebilir. Bunun bir ifadesi olarak, şehirde
virüsün görüldüğü söz konusu bölgeden başlayarak giderek genişleyen bir
karantina uygulamasına geçildi.
Pekin’de virüsün
yeniden zuhuruna tanık olunurken, bu gelişme aynı zamanda WHO üzerinden hedef
alınan Çin’in söz konusu virüsü bile isteye ürettiği, aldığı/almadığı
tedbirlerle kasıtlı olarak Batılı ülkelere ihraç ettiği vb. yönündeki
söylemlerin yeniden gündeme getirilip getirilmeyeceğinin de bir testi olacaktır.
Ancak şu var ki,
bu gelişmenin, tedbirleri gevşetmek suretiyle sonsuzluk illüzyonuna sahip
kapitalist yaşamın zenginliğine ve ilişkilerine dalma özlemindeki Batı toplumlarında
henüz karşılık bulduğunu söylemek mümkün değil.
Burada dikkat
çekilmesi gereken bir diğer husus, Asya-Pasifik bölgesinde virüsle mücadelede
başarılarıyla övgüye layık görülen ülkelerden ve Anglo-Sakson zincirinin son
halkalarından biri olan Yeni Zelanda’da, uzun bir aradan sonra birkaç yeni
vakanın ortaya çıkması aslında çatışmacı yönelimlerin tekrar ve tekrar
sorgulanmasını gerektiren bir özellik olarak dikkat çekiyor.
Yeni Zelanda başbakanı
Jacinda Ardern Nisan ayının sonlarında virüs karşısında ‘zafer kazandıklarını’
gururla ifade ederken, bugün aynı başbakan, İngiltere’den gelen iki kişide
görülen virüs nedeniyle ordu güçlerini karantina tedbirlerinin uygulanması için
göreve davet etmesi oldukça manidardır.
Çin’de ve Yeni
Zelanda’da virüsün toplumsal yaşamı yeniden tehdit etme potansiyeliyle ortaya
çıkması karşısında, Batılı ülkelerin Çin’i hedef alan çatışmacı tutumlarının ne
şekilde gözden geçirileceğine ve olumlu yönde bir değişim olup olmayacağını ise
yakında göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder