Mehmet Özay 22.06.2020
Eğitim kurumlarının
ortaya çıkışında idealler, eğitim ilke ve prensipleri, alt yapı unsurları gibi
önemli değişkenler belirleyici olmaktadır. Bu unsurların birinin örneğin,
ideali veya ideallerini ilgili eğitim kurumlarının isimlerinde tanık olmak
mümkündür. Bir kuruma ad verilmesi işlemi, bizatihi kendi içinde belirlenmiş
çıkış noktasını yani, idealleri yansıtması oldukça doğaldır.
Bununla birlikte,
idealler, eğitim ilke ve prensiplerinin yüzeyselliği veya zamanla yüzeyselliğe
terk edilmesi ile öne çıkanın/çıkartılanın sadece isim olması, ilgili kurumun
kendine yabancılaşmasının bir göstergesidir.
Öyle ki, kurumlara
adları verilirken -ki, bunun içinde ara eğitim kurumları olan orta okul ve
liseler kadar yüksek öğretim kurumları da zikredilmeyi hak eder- şatafatlı,
cafcaflı, anlam yüklü olduğu izlenim veren kelime ve/ya kelime dizilerinin
bir araya getirilmesi gizli/açık bir tür flört işinin varlığına işaret eder. Bu
nedenle, isimler ile içeriklerin nasıl örtüştüğü veya örtüşme sürecinin nasıl
işlenmekte olduğuna yakından dikkat etmek gerekmektedir.
1980’lerde yani,
adına ‘kolej devrimleri’ denilebilecek dönemde ve belki de bunlar içerisinde
salt bir maddi talepkârlıkla, “onların var bizim de olsun” kurgusunun da bir
sonucu olarak ortaya çıkan ara öğretim kurumlarında bunun örneklerini görmek
mümkün.
Bu yapıların
yazılı materyallerinde oldukça idealize edilmiş unsurların olmadığını söylemek
mümkün değil. Aksine, belki de oldukça önemli idealleri içinde barındıran bir
eğitim tutumunun takınılmış olduğuna bile şahit olunabilir.
Bununla birlikte,
aradan geçen süreçte bu kurumların ne denli mesafe kat edebilmiş oldukları
sorusu önemlidir. Bu soruyu bir olumsuz ifade haline getirmek ve potansiyel
imkânlarına rağmen, ortada bir başarının olmadığını ve bunun doğurduğu buhranın
geniş kitleler tarafından hissedilmediğini söylemek mümkün. Burada, tıpkı
ilgili kurumlara verilen adlarda ortaya çıktığı üzere, başarının niteliğinden
ziyade niceliği ile kurulan bir flört olgusundan bahsedilebilir.
Büyük umutların
yüklendiği, ancak aradan pek fazla süre geçmeden bir anlamda, ‘türeme kolejler’
adını hak edecek bir sıradanlaşmaya konu olan bu kurumların ürettiği nesillerin
bugün nerelerde olduğu, ülkeye ne türden katkıda bulunduğu türünden pek çok
bağlam sorgulanmayı hak etmektedir.
Söz konusu türeme
kurumların varlıklarını bugün dahi sürdürüyor olmalarını, bir başarı olarak
görmek yanılsatıcı olacaktır. Söz konusu maddi varlığın devamı elde edilen bir
başarı değil, tastamam eğitim piyasasının varlığıyla ve demografik yapı
içerisindeki unsurlarla bağlantılıdır. En azından, başarı, idealler, insan
yetiştirme ve bilgiyi gündelik yaşamın pratiklerine rehber kılma gibi
unsurların yanı sıra, piyasa kurallarının kendi gerçekliği ile bu kurumların
varlığını sürdürmesine katkısı daha bir öne çıkmış olduğunu ileri sürmek
mümkün.
Yukarıda dikkat
çekilen kurumların yani, türeme kolejleri bitirmiş kitlelerin geleceklerindeki
bir başka aşama yani, üniversite veyahut yüksek
lise talebi, kendinde bir hâl olarak ortaya çıkmıştır ve çıkmaya devam
etmektedir. Bunda, aynı zamanda yukarıda dikkat çekilen ikinci durumun yani,
eğitim piyasası ve demografik yapının unsurlarının ön açmasının ve hatta
zorlamasının kayda değer rolü olduğu aşikârdır.
Tıpkı ara eğitim
kurumlarına ad verme süreçlerinde olduğu gibi, yüksek liselerde de benzer
eğilimlerin varlığına şahit olmak pek de şaşırtıcı bir duruma işaret etmiyor.
Nihayetinde kaçınılmaz olarak, aynı/benzer toplumsallıkların ürettiği eğitim
süreçlerinden bahsediyoruz.
Bununla birlikte,
ara eğitim ve yüksek lise kurumlarından farklı olarak örneğin üniversalite olgusunu bünyesinde
barındırabilecek ve bu anlamda bütünlüklü ve hedefleri belirlenmiş unsurları
olan araştırma üniversitelerin bir değişim sürecini tetikleyebileceğini
düşünmek mümkün.
Bu çerçevede,
böylesi bir tetiklemenin oluşabilmesi için araştırma üniversitelerinin, ne
öğrencilerinin ne adına öğretici denilen kitlenin flört edeceği bir saha olmadığının
açık seçik dile getirilmesi ve pratikleriyle ortaya konulması gerekmektedir.
Flörtten kasıt,
tıpkı yukarıda ara eğitim kurumları sürecinden bahsederken dile getirildiği
şekilde, nitelikten nicelikselliği kayışın ortaya çıkışıdır. İdealler ile ve bu
idealleri daha işin ilk aşamasında düşünce-pratik birlikteliğinde ortaya
koyacak yapılanma ile belirleyici kılmak gerekmektedir. Öyle ki, daha ilk
aşamada yaşanacak sapmanın, ara eğitim kurumları örneğinde gibi, kurumsal ad ve
idealize edilmiş eğitim formunun yanılsıtıcı etkisi ile yüzleşmek kaçınılmaz
bir hâl alacaktır.
Öte yandan,
araştırma üniversiteki kavramının ve içeriğinin her halükârda yukarıda dikkat
çekilen türeme kolej yaklaşımından ve pratiğinden farklı olarak belirlenmişliği
ile dikkat çekmelidir. Ad ve ideallerin içkin oldukları ilham veren yanları
kadar, nicelikselliğe dönüşebilme tehlikesinin her daim var olduğu gerçeği
karşısında, bizatihi kurumsal yapının varlığının, araştırmacı adayı
öğrencilerinin ve bizatihi araştırmacılarının donanımlılığı daha ilk günden
farklarını ortaya koymuş olması beklenir.
Bu noktada, bu
yapı içerisinde zamanın nasıl değerlendirilmesi gerektiği, bilginin niçin ve
hangi yollardan araştırılmasının ve üretilmesinin zorunlu olduğu, üretilen
bilginin nerelerde kullanılması ve yeniden üretilmeye konu olması vb.
süreçlerle hem hâl olmak yerine akademiyi bir flört ayarına indirgemek kurumsal
bir boşluk ve ruhsuzlukla aynı anlama gelmektedir.
Giderek daha çok
bölgesel ve küresel bağlamda söz sahibi olma amacıyla gündeme gelen bir ülkenin,
başta adına ümmet denilen bütüne ve ardından -büyük bir iddia olmakla birlikte-
tüm insanlığa vaad edebileceği ahlâk, kültür, bilgi vb. olgulara yaklaşımını
şekillendirecek alt yapının, araştırma üniversitesi bünyesindeki
kurumsallaşmalarla gerçekleştirilebilmenin imkânı beklenir ve ümit edilir bir
durumdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder