Mehmet
Özay 27.03.2020
foto:jakartaglobe.co.id |
Koronavirüs 19 (covid-19) yerelden küresele doğru
etkisini ve tesirini giderek meydan okuyucu bir şekilde ortaya koymaya devam
ediyor. Söz konusu bu meydana okuma süreci, toplumsal yapıların neredeyse
hiçbirinin kaçınamayacağı bir boyutta gündeme gelmektedir.
Aralık ayının son
günlerinden itibaren, bölgesel ve küresel haberlerin başlıkları bile, bu
virüsün ortaya koymakta olduğu etkiden hiçbir toplumsal yapının ve kurumun
kaçamadığı ortaya koyacak veriler içermektedir.
Bunun ötesinde, insanlığı
tehdit eden mevcut durum karşısında, modern tıbbi çözüm yollarında, hem de
rekabetçi bir ortamda, bir çaba sergilenmekte olduğu ortadadır.
Aynı zamanda, aşağıda dile
getirileceği üzere, kürenin doğusundan batısına virüsün geçtiği coğrafyalarda
güncellenen bir tür maneviyatçılığın da gündeme geldiğine tanık olunmaktadır.
Bu durum, biyolojik tehdide
maruz kalan insanoğlunun her şeyden yalıtılmış, salt bir çözüm arayışı içerisinde
olduğunu ortaya koymamaktadır.
Bunun ötesinde, yeni bir
sosyolojinin oluşumuna zemin teşkil edecek bağlamların gündeme geldiğini de
söylemek mümkün. Bu noktada, bunun ipuçlarının tedrici olarak bazı bölgelerde
ortaya çıktığı ve diğerlerinde de çıkmaya matuf yönelimler taşıdığını gözlemlenmektedir.
Virüsün diğerlerinden
farklılığı, tıbbi müdahale yöntemlerinin virüsün belirsizlik ve bilinmezliği
karşısında sergilediği çaresizlik, alınmakta gecikilen idari kararlar ve benzeri
süreçler toplumsal kurumların egemenlik hususiyetlerini zedelemeye yetmiştir.
Bu durum karşısında, tekil
bireylerin çözüm yönünde aldığı gözlemlenen kendinde kararların, virüsün
etkisine çare bulup bulmayacağı bir yana hiç kuşku yok ki, bir anlamsızlık
ortamında varoluşunu koruyacak bir anlam peşinde koşmanın bir ifadesi olarak
değerlendirmek gerekir.
Sosyolojinin ‘güven çağı’
olgusuyla gündeme getirdiği üzere, kendisine güvenilen bilimin işlevini yerine
getirmesi bekleniyor. Ancak covid-19 küresel yayılmasına karşın, şu ana kadar
bir çarenin gerçekleştirilememiş olmasının zorunlu bir sonucu olarak, geride
bırakılmış olduğu izlenimi ver/il/en geleneksel dönemlerin ve değerlerin
üretimi çözümlere yönelinmektedir.
Bu durumda, meyve, sebze ve
baharat gibi doğal malzemelerden üretilen ve zaman zaman bir dizi özel karışıma
da ihtiyaç duyan, içecek ve yiyeceklerin biyolojik sağlığa yapacağı olumlu
katkıdan ümit beklenmektedir.
En azından bu yöntemler ile
vücud direncinin artırılması konusunda var olan ancak unutulmuş ya da ‘güven
çağ’ı nosyonu karşısında, meşru tıbbi yöntemlerin dışına iteklenmiş yerleşik
kanının güncellendiğine tanık olunmaktadır.
Covid-19’un bölgesel
yayılımına bakıldığında, birbirinden farklı toplum yapılarına nüfuz ettiği
aşikârdır. Bu toplumları, gelişmiş, gelişmekte olan, geri kalmış toplumlar
olarak ekonomik temelli olarak sınıflandırmak mümkündür.
Öte yandan, bu yayılımı
dinler/inançlar bağlamında bir seyir takip ederek de izlemek mümkün.
Öyle ki, virüsün doğuş yeri
itibarıyla Budist, Konfüçyüscü bir dinimsi/kültürel toplumsal yapıda ortaya
çıktığı, ardından Şintoizmin belirgin bir maneviyatçılık örneği sergilediği
Japonya’da ardından nüfusunun yarıya yakını katolik-protestan unsurlara diğer
yarısı Budist/konfüçyüscü doğu bu dünyacı dinlere ev sahipliği yapan Güney
Kore’de görüldüğü, İslam toplumlarına ev sahipliği yapan Malezya-Endonezya’da
gizli/açık varlık gösterdiği, Şia toplumunun egemen olduğu İran’ı, ardından
Katolik İtalya ve İspanya’yı etkisi altına aldığı ve nihayetinde dinler cenneti
ABD’yi kapsamı içine alan bir geniş yayılmacılık süreci sergilediğini ortaya
koymak mümkün.
Bu yapıların hemen hemen her
birinin, yukarıda dikkat çekilen kendine özgü geleneksel, kültürel sağaltım
tekniklerini birer çözüm olarak sunması açıkçası, karşı karşıya kalınan
biyolojik tehditle mücadelede çoğulcu yaklaşımların bir örneğini teşkil
etmektedir.
Bir çözüm olma iddiasını
kendi bireysel evreni içerisinde değerlendiren kültürel/dini yapıların bazı
ortamlarda alay konusu edildiğine tanık olunabilmektedir. Ancak bu hususta pek
de şaşılacak bir şey yok olmadığını söylemek gerekiyor. Bu husus, temelde,
alaya konu edilen olgu ile alay eylemini gerçekleştiren aktör/ler arasında
bağlamsal bir kopuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Bununla birlikte, hiç kuşku
yok ki, bu ürünlerin kendinde bir manevi bağlamı da içinde taşıdığını söylemek
gerekir. Sadece tarihin uzak bir döneminde bırakılmış bir olgu olmadıkları,
aksine, gayet olağan bir biçimde içinde yaşadığımız dönemde de uygulama imkânı
bulmaktadırlar.
Bununla birlikte, söz konusu
bu pratikleri bir çözüm bulma gayesiyle ortaya koyanlar bir laboratuar
yalıtılmışlığı içerisinde hareket etmemektedirler.
Aksine, bu nesneleri üretme sürecine
iştirak eden bireyler, bizatihi bu nesneleri oluşturan bir evrenin içinde
kendilerini bularak, doğa ile temasa, bir başka deyişle etkileşim içerisinde
olduklarına dair gizli/açık referans vermektedirler.
Yukarıda dikkat çekilen
dini/kültürel geleneksel inanç modellerinden şu ya da bu şekilde beslenen bir
çözüm arayışının, tıb biliminin dışında veya içinde olmak gibi bir iddiası ile
değil, farklı bir bilgi ve anlam pratiği ile bunu ortaya koymakta olduklarını
görmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder