Mehmet Özay 02.11.2019
İslam dininin Müslüman tekinin ve toplumunun yaşam
pratikleri üzerindeki etkisi istikamet üzere bir yapılaştırmadır. Bir başka
bağlamda söylemek gerekirse aslına yani, insanın yaratılış gayesine rücu ettirerek,
fıtratına uygun bir bireysel ve toplumsal yapı içerisinde kendini var kılması
anlamı taşır.
Bu yaklaşım, Müslüman tekinin ve toplumunun insan
olmanın gerektirdiği karakteristiklerin yapılaştırmasından kaynaklanan bir tür
sürekli değişim içerisinde olduğuna gönderme yapar. Bazı bağlamlarda yenilenme
de diyebileceğimiz bu değişim, merkezkaç niteliğiyle değil, merkezle sürekli
etkileşim halinde bir anlayışın hakim olduğu ve bunun Müslüman tekini sürekli
dinamizm içinde tuttuğu bir durumla bağlantılıdır.
Bunun böyle olması, insanın hataya düştüğünde,
yerinden kalkışı ve doğruluşu yani, hatalarından uzaklaşarak doğruya yönelmesi
ve istikamet üzere olması, onun Yaratıcısı ile irtibatında bir yenilenme ve bir
dirilme olarak tezahür eder.
Bu yaklaşım, ideal olmasa da adına İslam toplumu
denilen bünyenin içerisinde yaşam süren her bir Müslüman teki için geçerli,
anlamlı bir süreçtir. Bu süreç İslam toplumu içerisinde yer alan Müslüman teki
için geçerli iken, onun bu süreç içerisinde var olmasının rasyonalitesi bağlı
bulunduğu dini-toplumsal yapıyla bağı ve bağlılığıdır.
Bu bağlılık kendinde, gönüllü olmak kadar,
toplumsallığın gereği olarak bir tür zorunluluğu da bünyesinde taşır. Gerek
kişi gerek içinde yer aldığı toplumsal yapının gelişen yaşam koşulları
içerisinde üstlendiği rol ve işlevler, yerine getirmesi beklenen görev ve
ödevler, hayatı anlamlı kılacak yapısal unsurlar içerisindeki yeri, bizatihi
düzenlilikler zincirine tekabül ederler.
Öyle ki, bu bir anlamda öznesi Müslüman teki olan,
sürekli bir yapının inşasının kendinde ve zorunlu oluşuyla da bağlantılıdır. Düzenlilikler
zinciri olarak da adlandırılabilecek bu yapıda kopmaların olmaması için adına yenileme,
yenilenme denilen süreçlerin zaman içerisinde ortaya çıkması da, Müslüman
toplumun içerisinde yer aldığı durumla bağlantılıdır.
Buraya kadarki açıklamanın, herhangi bir dış bağlamın
zorlamasına maruz kalınmadan ve böylesi bir dış zorlamanın gerektirdiği
süreçlere ihtiyaç duyulmadan bir İslam toplumunda yenilenme süreçlerinin ortaya
konulduğu bir zemine işaret ettiği ortadadır.
Bununla birlikte, adına modern denilen ve bazı
farklılıklar ve değişmelerle birlikte, halen yaşamakta olduğumuz dönemi ortaya
çıkaran Batı Avrupa merkezli gelişmelerin neden olduğu, insan-kutsal, insan-insan
ve insan-doğa ilişkilerinde derin kırılmalara yol açan bir süreç içerisindeyiz.
Bu durum, sadece ilgili Avrupa toplumlarıyla sınırlı olmayan, aksine tedrici
olarak kendinde, kasıtlı ve dönem dönem tesadüfi denilebilecek gelişmelerle de,
içerisinde bir kısım Müslüman toplumların da olduğu farklı toplum ve medeniyet
evrenlerine doğru yayıldığı, tarihi verilerle ortadadır.
Söz konusu bu süreçler içerisinde bilimsel gelişmeler,
keşifler, devrimler vb. yer alırken, adına sömürgecilik denilen yapı ile farklı
coğrafyalara ve toplumlara nüfuzu görülmüştür. Doğrudan ve/ya dolaylı olarak bu
nüfuz sanıldığının aksine, sadece ondokuzuncu yüzyıl ikinci yarısı ve devamıyla
değil, aksine çok daha erken dönemlerden itibaren Müslüman toplumların
gündemine girmiştir.
Batı’da hakim dini yapının içine doğduğu mevcut toplumsal
sistemler ile yaşadığı uyuşmazlık, nihayetinde
bir dönüşüme, ayrışmaya ve kopuşa konu olması kendi iç dinamiklerinin bir eseri
ve zorunluluğu olarak zuhur etmiştir.
Öte yandan, sömürgecilik ile tedrici olarak Müslüman
toplumlar üzerinde benzer bir etkinin oluşturulması kasıtlı bir güçle ve/ya etkileşime
açık olmanın getirdiği tedricilikle gündeme taşınırken, Müslüman toplumlarda
teşvik edilen, özendirilen benzeri bir değişim olgusunun etkileri bugüne kadar
yürürlükte olmaya devam etmiştir. Bu etkinin kasıtlılığı, sömürgeci yapıların
bizatihi ortama egemen olmalarından kaynaklanan ve adına sömürge ahlâkı dediğim bir sürece tekabül ediyor. Sömürge ahlâkının, öteki yani Müslüman birey ve toplum üzerinde
bıraktığı tesir, bu birey ve toplumu varoluşunun dayanak noktası olan dini
dönüştürmeye sevk etmesiyle dikkat çekmektedir.
Artık bu süreç, yukarıda dikkat çekilen İslam
toplumuna has istikamet üzere olma durumunu anlama ve anlamlandırmada
farklılıklara yol açarak İslam toplumu içinde kendine bir meşruiyet
sağlamaktadır. Aradan geçen görece uzun tarihsel döneme bakıldığında İslam
toplumlarında bir yıkım olduğu söylenmese de, tastamam bir ikilemin
mevcudiyetinin hakim olduğu ileri sürülebilir.
Açık Medeniyet, Yıl 3, Sayı 19, Kasım, 2019. (İbn Haldun Üniversitesi Yayın)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder