Mehmet
Özay 30.09.2019
Kültürel iktidar
olgusunun varlığı, ‘kültür’ bağlamında eğitimden entelektüalizme dek uzanan
siyasi ‘iktidar’ özelinde güç ilişkilerini içinde barındırıyor.
Bu noktada, kültür kavramının
iktidar ile ilişkilendirilmesi, 20. yüzyıl post-modernistlerine atıflarla
‘zenginleştirilen’ çalışmalar içerisinde görülse de, kültür ile iktidar olgusu
ilişkisinin tarih boyunca güçlü olması, kültürün çeşitli entelektüel boyutları
ile iktidar üzerinde ve/ya zamanla ortaya çıkabileceği üzere, bunun tam tersi bir
şekilde, iktidarın kültürün çeşitli alanları üzerinde oluşturduğu doğrudan etki
ile bağlantılıdır.
Öyle ki, siyasi iktidarı
sivil ve/ya askeri bağlamı ile olsun, ellerinde tutanların kültürden bağımsız
hareket edemeyecekleri çeşitli örnekleri ile ortadadır. Bu noktada, ya mevcut
kültürel iktidar araçlarından yararlanmayı veya mümkünse kendi araçlarını icad
etmeyi bir tür zorunluluk kabul eder siyasi iktidar.
Bununla birlikte, kültürel
iktidar kavramının üretildiği toplumsal evrene bakıldığında, salt bir ekonomik
sistem olarak kalmayan, aksine bir anlam dünyasına içkin olan kapitalizm başat bir
öge olarak dikkat çeker. Bunun karşısında, yine salt ekonomik temellerle
sınırlı olmayan, farklılık taşıdığı iddiasındaki bir dünya görüşü ve pratiği
ile tepkisellik bağlamında Marksizmin toplumsal çatışmacı ortamının çıktığı
görülür.
Bu ortam içerisinde
birbirine karşı oluşturulan sistemik algının üstesinden gelinmesi gereken bir
durum olması, egemenlik olgusunun hüküm sürdüğü her toplumsal zeminde bir
iktidar olma imkânı ve aracının doğmasını gerekli kılmaktadır.
Bu bağlamda, kültürel
iktidar kavramı hakim kapitalist ekonominin varoluş şartlarını tahkim edici,
yaygınlaştırıcı ve bireyler tarafından içselleştirici olması ile hükmünü icra
etmektedir. Buna karşılık Marksist perspektif ise, tarihsel olarak üstesinden
gelemediği kapitalizm karşısında kurduğu ve kurguladığı kültürel yapılanma ile
kendi egemenlik sahasını, en azından sembolik olarak, sağlama peşindedir.
Güç ve çatışma eksenli
gelişme gösteren bu iki yapılaşmanın ilgili toplumlara kazandırdığı şeyin ne
olduğu meselesi pek de önemli değildir. Aslında burada göz ardı edildiği ileri
sürebilecek olgu tam da buna tekabül ediyor. Yani, üzerinde hakimiyet kurulmak
istenen alan ve bu alanın canlı ögesi olarak bireylerin kültür alanındaki
iktidar mücadelesinde nereye savruldukları meselesidir.
Kapitalist üretim ilişkilerinde,
sosyolojik bağlamı ile kurumsallaştırılan serbest zamanların nasıl üretileceği
ve tüketileceği kendi haline bırakılmak yerine, -aksine adına kültür denilen
geniş evren tarafından doldurulması amacıyla-, kültürel olgular içinde
zikredilen devasa bir alanın inşasını gerekli kılmıştır.
Bu alan ‘kültür’ gibi bilgiden
azade olmayan, birikimsel, entelektüel ve donanımlı bir olgu olarak karşımıza
çıksa da, yukarıda dikkat çekilen söz konusu toplumsal şartlarda kapitalizmin
varlığı için zorunlu ve sürdürülebilir bir alan işlevi görmektedir.
Bunun karşısında sahne
alan Marksizmin ise, tepkiselliğe dayalı çatışmacılık olgusu ile duruşunun bir
hakikat arayışından ziyade, nihai noktada vardığı yer materyalizmin çeşitli
versiyonları ile toplumsal yaşamı şekillendirme çabasından ibarettir.
Açık
Medeniyet, Sayı 18, Yıl 3, Ekim, s. 28. (İbn Haldun
Üniversitesi Yayını)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder