Mehmet
Özay 08.03.2019
İdeolojilerin
bittiği ifade ediliyordu bir dönem. Buna sebep ise, 1980’lerin sonlarından
itibaren Soğuk Savaş döneminin sona ermesiydi. Bu gelişme, küresel eko-politikalarda
liberal demokrasinin zaferinin ortaya çıktığına yorulup, bu şartların o dönem
için doğurduğu bir rehavet ortamından da bahsedildiğini söylemek bile mümkün.
Ancak bu süreç, yerini farklı bir bağlamda yeniden çatışmaya bırakmış gözüküyor…
2000’li yılların
başında Batılı liberal demokrasiler ve/ya kapitalist ülkelerin şartlı desteğiyle
Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilen Çin, kendi bölgesinden başlayarak
neredeyse herkesi şaşırtan bir ekonomik kalkınma sergilemiş durumda. Bu
gelişmenin birden ortaya çıkmadığı biliniyor. 1970’lerde ABD başkanı Richard
Nixon’un dışişleri bakanı Henry Kissenger marifetiyle Çin’le ilişkilere kapı
aralayan politikaları işin siyasal boyutunu oluşturuyordu.
Geçen yüzyılın son
birkaç on yılında giderek daha fazla uluslararası ekonomiye entegre olma
sürecini tecrübe eden Çin, özellikle 2010’da ekonomik kalkınmada Japonya’nın
önüne geçip küresel ekonomide ikinci güç haline gelmesi, yeni bir döneme işaret
ediyordu.
Bu süreçte
şaşırtıcı olan ve üzerinde araştırmalar yapılan olgu ise, siyasi ideoloji ile
ekonomide uygulanan politikaların ve yaklaşımların farklılaşmış halidir. Çin
açısından bakıldığında ve bir kazanım olarak değerlendirilebilecek olan husus,
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) düştüğü hataya düşmeden kendini
kapitalist dünya ile birlikte var olabileceğini kanıtlamasıdır.
Batı
kapitalizminin bu süreçte gizli/açık beklentisi, Çin’i küresel ekonomiye
bağlarken, bunun üzerinden bu ülkede bir toplumsal ve siyasal değişikliğin
ortaya çıkacağı yönündeydi. Çin kalkınmaya devam ederken, zamanla bölgesinden
başlayan ve küresele doğru genişleyen bir ticaret ve yatırım evreni oluşturdu
ve bu sürece agresif bir şekilde devam ediyor.
Tarihsel bağlamda
dikkate alındığında, Çin’in siyasal içerikli bir yayılmacılık politikası gütmediği
ve bugün de bu anlamda bir niyet taşımadığı söylenebilir. Ancak bir süredir, kapitalizmin
doğasında var olan çatışmacılığa varan rekabetçi çizginin zorunluluğu ile
hareket eden bir Çin’le karşı karşıyayız. Bunu, özellikle Güney Çin Denizi bağlamında,
yanı başındaki ASEAN ülkelerine yönelik teritoryal haklar meselesinde ortaya
koyuyor.
Bununla birlikte, Batı’yı
rahatsız eden bundan daha çok, Çin’in kalkınmanın liberal demokrasilerin temel
dayanak noktası olan serbest ticaret kurallar dizgesine tezat teşkil eden bir yönelim
izlemesidir. Çin’in bu ekonomi politikalarının Batı’dakinden farklılığını
herhalde en iyi ifade eden ‘otoriter kapitalizm’ kavramıdır. Çin değişiyor,
buna şüphe yok. Ancak bu değişimi Batı’nın istediği yönde olmaması, yeni bir
çatışmacı ortamın içine sürüklenilmekte olduğuna işaret ediyor.
Burada üzerinde
düşünülmesi gereken iki durum var. İlki, Çin’in içinden geçmekte olduğu sürecin
henüz tamamlanmamış olması. Bir başka deyişle, Batı’nın beklenti içinde olduğu
toplumsal ve siyasal değişimlerin ortaya çıkabileceği ihtimalidir. Bir diğer
husus ise, Çin’in sergilemekte olduğu ve yöneticileri tarafından Batı
kapitalizmine alternatif olarak sunulan bu ekonomi politikasının diğer ülkeler
için kabul edilebilir ve uygulanabilir bir mahiyet arz edip etmediğidir.
http://guneydoguasyacalismalari.com/2019/03/08/yeniden-ideolojiler-cagi-again-the-age-of-ideologies/
Açık Medeniyet, Yıl 2, Sayı 11, Şubat-Mart, 2019, s. 44.
www.acikmedeniyet.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder