Mehmet Özay 26 Mart 2019
Endonezya’da başkanlık ve parlamento seçimleri, ulusal düzeyde ortaya çıkan
bir siyasi gelişme olmanın ötesinde anlam taşıyor. Siyasi partiler çeşitli
çıkar ilişkileriyle birbirlerine eklemlenerek koalisyon blokları ile bir başkan
adayını destekleyerek siyasi varlıklarını görünür kılarken, aslında
parlamentoda ne kadar çok milletvekili temsil edebilirlerse, yeni başkanın veya
desteklenen başkanın kuracağı hükümette alınacak bakanlıklarla o kadar iyi
temsil edilme imkânı peşindeler.
Bu çerçevede ülkedeki siyasi partiler oluşumuna kısaca bakmakta fayda var. Ülke
siyasal iklimini, Batı siyasal yapılaşması ve terminolojisi ile ifade etmek
gerekirse merkez ve sağ olarak iki genel çizginin ortaya çıktığı görülür. Ülke
de, merkezin sol’unu temsil eden bir siyasi partinin varlığı söz konusu değil.
Bununla birlikte, ‘sol’un tekabül ettiği siyasi anlayışın en azından bir
bölümünün izleklerinin bulunabileceği bazı siyasi partiler ve/ya siyasi
liderler bulmak mümkün. Ancak bunun, bir ideoloji boyutunda kapsayıcı ve
örneğin, adına sınıf diyebileceğimiz belli bir toplumsal kitleye yönelik
söylemi, propagandası olduğu ileri sürülemez.
Merkezin sağ’ı derken de temelde liberal ve milliyetçi görüşlerin
temsilcisi addedilebilecek siyasal temelleri ve söylemleri sağlam ve gelişmiş
bir siyasi yapının varlığının olduğu da şüphelidir. Yukarıda dikkat çektik,
ancak tekrarda fayda var.
Bununla, yine bir Batı ülkesinde var olduğu gözlemlenen liberal-sağcı
oluşumları kastederek, Endonezya’nın toplumsal oluşumlarında böylesi köklü bir
siyasal yapılaşmanın olmadığına vurgu yapmak istiyorum. Bu noktada, merkez ile
merkez-sağ’ı ayrıştıracak nosyonlardan maalesef yoksun olduğumuz söylenebilir. Yoksa,
yine ‘sol’ örneğinde olduğu üzere, kendini liberal, demokrat, piyasa
ekonomicisi addeden bireysel politikacıların olduğu ortada. Veya böylesi tekil
politikacıların, belli bir siyasi parti çerisinde biraraya gelmişliğinin
verdiği güvenle kendilerinden mülhem bir liberallik söylemi geliştiriyor
olabilirler.
Sol’un bir siyasi parti veya siyasi partiler düzleminde temsil
edilememesinin tarihsel bir nedeni bulunuyor. 30 Eylül 1965 tarihinde gerçekleşen
ve aslında tamda ne olup bittiğinin tüm ayrıntılarıyla gün yüzüne
çıkartılamayan darbenin gelişim sürecinde dönemin önemli siyasi partilerinden
Komünist Partisi’ne yönelik girişimin ardından toplumsal ve siyasal çevrelerin,
böylesi bir hareketin bir daha ortaya çıkmaması konusunda söz birliği etmişliği
bugüne kadar kendini var etmiştir.
Tabii, burada Marksizmin temel görüşlerini bina ettiği endüstri toplumu,
şehirleşme, sınıf farklılaşmalarının ekonomik ayrışmalar üzerine oturduğu bir
toplumsal yapının Endonezya bağlamında karşılaşılıp karşılaşılmadığı ise bir
başka konu. Ancak en azından, bu türden bir sol hareketin bir siyasal parti
olarak neşet etmesi.
1950’lilerden itibaren Soğuk Savaş yıllarına bağlamak bir ölçüde mümkünse
de, bunu sömürge dönemi toplumsal gelişmeleri çerçevesinde ele almak daha
sağlıklı bir anlamaya doğru götürecektir. Bununla birlikte, burada ele alınan
bağlamın, bu gelişmeyi gündeme almamıza el vermeyecek kadar farklılık arz
ettiğini söyleyerek konuyu bununla sınırlandırmış olalım.
Bu durumda, merkez ve/ya sağ şemsiyesi altında var olan çok sayıdaki
partinin neyi temsil ettiği konusu önem taşıyor. Bu partilerin gerek başkanları
ve/ya kurucuları dikkate alındığında içlerinde ordu eski komutanları, ülkenin
önde gelen iş çevrelerinin liderleri gibi toplumsal figürlerin olduğu dikkat
çekmektedir. Söz konusu bu siyasi parti oluşumlarının ne türden bir ideoloji
ile bezendikleri açıkçası belirsizliklerle doludur. Tam da burada, peki bu
insanları bir parti çatısı altında biraraya getiren nedenler nelerdir sorusu
haklı olarak sorulmayı bekliyor.
İçinde ordudan emekli çevrelerin, örneğin bazı komşu ülkelerdeki gibi
devlet memuru görevi ile sınırlı olmayan bir yapı karşımıza çıkmaktadır.
Ordunun bağımsızlıktan bu yana kendine biçtiği ülkenin sahipliği rolü bir yana,
ordunun kendi kendini besleyen bir ekonomik düzeneğe sahip olması, bu toplumsal
yapısı bir güvenlik kurumu olmanın ötesine ve dışına taşımaktadır.
Bu nokta önemli. Çünkü yukarıda değinildiği üzere, en azından bazı siyasi
partilerdeki ordu eski mensupları ile iş çevrelerinin biraraya gelmeleri
ikincilerin birincilere lütfu olarak algılanmamalıdır. Aksine, ordu
mensuplarının aktif görevlerindeyken kurulan ilişkilerin emeklilik sonrası
meyvesini vermesi gibi bir durum söz konusudur.
Burada ordu eski mensupları ile iş çevrelerinin buluştuğu noktaya dikkat
çekilmelidir. O da, büyük ölçüde ülke içi ekonomik faaliyetlerin ve şu veya bu
şekilde de uluslararası yatırımcı ülke ve kuruluşların ekonomik faaliyetlerinin
yapılaşması, yerleşmesi ve gelişmesinde ordu ve iş çevrelerini birleştiren
önemli bir çıkar alanının olmasıdır.
Standart bir ulus-devlette ordunun ülkenin dış güvenlik konusunda kendini
hazırlaması ve yetkinleştirmesi gibi bir durum söz konusu iken, Endonezya’da
ülkenin sahipliği olgusunun verdiği öz güvenin yaptırımcılığa dönüşerek ülkenin
kendi vatandaşları üzerinde bir güç kullanımına evrildiğine tanık olunmaktadır.
Bunun tabii ki, örneğin Suharto’lu yıllar ile sonrasındaki süreçte bazı
farklılaşmalar olduğunu söyleyebilirsek de, temelde dinamiklerin pek de
değiştiğini iddia etmek mümkün gözükmüyor. Bu bağlamda, verilebilecek
kanıtlardan biri, sivil addedilenler ile kendini sivil kabul etmeye meyleden
ordu eski mensubu siyasetçilerin ordu kurumu üzerinde reform girişimleridir.
Endonezya gibi geniş bir coğrafya üzerine yayılan Adalar ülkesinde ordunun
ve iş çevrelerinin kurdukları ağın kapsayıcılığı dikkate alındığında bu iki
toplumsal yapı ile rekabet edebilecek pek bir etkin yapı bulunabilir mi sorusu
akla geliyor ister istemez. Bu ikilinin sahip olduğu bu özellik, temelde
birbirini besleyen, birbirinden destek alan bir dual yapı olarak ülke siyasal
yapısını kayda değer ölçüde şekillendirmektedir.
Bu siyasi partilerin ve temsil ettikleri zümrelerin dışında olduğu ifade
edilebilecek, lider tabakasının, üyelerinin ve seçmen kitlesinin kendini dindar
kabul ettiği bazı siyasi partiler de mevcut. Farklı bir bağlama oturması
nedeniyle, bu yapılar bir başka yazının konusu olduğunu söylemeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder