14 Mayıs 2018 Pazartesi

Selçuklu şehri Aksaray’da Din Sempozyumu / Symposium on Sociology of Religion in Aksaray, a Saljuki city

Mehmet Özay                                                                                                                        14.05.2018

10-12 Mayıs günlerinde Aksaray Üniversitesi Din Sosyolojisi Bölümü tarafından ve Muhafazakâr Düşünce Dergisi’nin desteğiyle düzenlenen Uluslararası Din Sosyolojisi Sempozyumu düzenlendi. Sempozyuma, 120’yi aşkın başvuru yapılması ve Türkiye’nin neredeyse dört bir yanından ve bazı komşu coğrafyalardan katılımın olması oldukça önemliydi.

Bende, mekân olarak ulusal katılımcı olsam da, konu itibarıyla uluslararası bir formatı sempozyum gündemine taşımaya gayret ettim. Bu çerçevede, "Malay Yarımadası’nda Kur’an Okulları: Değişim ve Süreklilik Bağlamında Geleneksel Eğitim Yapısı" başlıklı tebliğimle katıldım.

Din Sosyolojisi’nin Türkiye eksenli sorunlar, özellikle de sekülerleşme-modernleşme etrafında dönen tartışmaların ağırlıkta olduğu sempozyumda, geniş Malay dünyası, özelde Malaya’da sömürge döneminde geleneksel İslami eğitim kurumlarının dönüşümünü konu alan bir çalışma ile çıkmak Hindistan ve ötesinin Türkiye gündemine taşınması çabaları içerisinde değerlendirileceğini umuyorum. Konferansın akademik içeriği, Aksaray’da bulunduğum iki gün boyunca takip etmeye çalıştığım sunumlarla ilgili olarak ayrı bir yazı kaleme almayı plânlıyorum.

Başarılı ve örnek bir organizasyon
Sempozyumun organizasyon açısından oldukça başarılı geçtiğini belirtmeliyim. Yaklaşık iki ayı aşkın bir süre önce başlayan iletişimden sempozyumun bitimine kadar geçen sürede bu işi üstlenen öğretim görevlisi arkadaşların haberleşme, konaklama, ödemeler, bildirilerin gönderimi vb. tüm süreçleri başarıyla yönettiklerine tanık oldum.

Bu tip organizasyonların zorlu aşamaları olarak görülen bu süreçlerin ardından, sahada yani Aksaray’daki etkinlik boyunca da aynı dakik ve memnuniyet verici şekilde devam etti. Örneğin, yine bu tip sempozyumlarda karşılaşılan ‘dinleyicisiz’ oturumların aksine, davetli hocaların ve Aksaray Üniversitesi öğrencilerinin katılımları sunumların interaktif bir ortamda geçmesine olanak tanıdı. Bu kısa girişin ardından herhalde teşekkür etmem gereken kişilerden en azından bazılarını zikretmem gerekir.

Sağlıklı iletişim
Bu anlamda Volkan Ertit Hoca ve ekibini kutlamak isterim. Sadece organizasyon anlamında değil, cana yakınlıkları ve ilgileriyle de katılımcılarla iletişimlerindeki âlâka takdire şayandı. Organizasyonların sadece akademik bir sunum olmadığını, aksine bunun ötesinde sağlıklı ilişkilere kapı aralayan bir iletişim ortamının oluşmasına katkısı olduğunu kanıtlamasıyla da Aksaray din sosyolojisi sempozyumu kendini kanıtlamış bulunuyor.

Günümüz şartlarında Anadolu’nun kendi halinde sakin bir şehrinde böylesi bir organizasyonun yüz yirmi kişiyi aşkın katılımcıyla ve üst düzey memnuniyet sağlamak suretiyle gerçekleştirmek son derece önemli ve örnek alınması gereken bir süreç. Bu çerçevede, Mustafa Sarmış Hoca ve lojistik destekte kusura yer bırakmayan Mahmud Toptaş ve Muhammed arkadaşlarımıza da ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. İsimlerini bilmediğim, ancak tüm süreçte çeşitli görev ve rolleriyle sempozyumun düzenli bir şekilde geçmesinde emeği geçen tüm yetkili ve genç akademisyen arkadaşlarımıza da gönülden teşekkür etmek istiyorum.

Bununla birlikte, yine ulusal veya daha çokça da uluslararası organizasyonların kaderi olduğu intibaını edindiğim süreksizliğin Aksaray Din Sosyolojisi bölümü için olmamasını temenni ederim. Bu ekibin, söz konusu sempozyumu iki yılda bir sürekli kılacak ve ulusal olduğu kadar, uluslararası katılımları daha çok gündeme taşıyarak gerçekleştirmesinde akademi dünyası açısından büyük yarar var.

Selçuklu şehri Aksaray
Bir Selçuklu şehrine gelmek uzak bir diyara gitmek gibi bir şey… Bizansın ve Osmanlı’nın bakiyelerine ev sahipliği yapan İstanbul’dan gelip, Anadolu’nun ortasında bir Selçuklu şehrine tanık önemli bir tecrübeydi… Sadece sınırlı mekânları gezmenin verdiği önyargıyla söylememekle beraber, bir Osmanlı eserine rastlamamak, yedi yüzyıl öncesine doğrudan uzanmak gibi bir şeydi...

10 Mayıs akşam üzere otele yerleşir yerleşmez soluğu dışarda aldım. Daha uçaktayken aşağıdaki coğrafyanın nefis görüntüsü insanı cezbetmeye başlıyor. Kapadokya havalimanından Nevşehir ve Aksaray istikametlerine kalkan minibüsler oldukça rahat bir ulaşım sağlıyor.

Hele kırsal coğrafyanın dirilten ve dinginleştiren harika görüntüsü eşliğinde yol aldık… Bulutlu ancak güneşin kara bulutların arasından kendini gösterişiyle doğan derin ve kırık ışık hüzmeleri, yemyeşil tarlalar, ikindinin son demlerinde çayırlarda serbestçe otlayan büyükbaş hayvanlar dinginliğin ve huzurun bu coğrafyadaki sembolik göstergeleriydi.

Maneviyat
Minibüsün ön tarafında oturmanın verdiği avantajla, şoför mahallinde birbiriyle ilintili ve ilişkisi kültürel objeler, bölge insanının, en azından bir bölümünün, anlam dünyalarına kapı aralıyordu. Havalimanından Aksaray şehir merkezine ulaşana kadar süren kısa seyahatte, yol ayrımlarında Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Somuncu Baba isimleri ile yerli halkın kullandığı şekliyle Semile yani Peribacaları, Kervansaray yazılı levhalar bölgenin dini, kültürle ve tarihi derinliğin ipuçlarıydı.

Yol boyunca neredeyse etrafında tavaf ediyormuşçasına dolaşıp durduğumuz Hasan Dağı neredeyse her yanı hâlâ karlarla kaplı olmasıyla, bu Mayıs baharında tastamam kıştan ve kışın getirdiği zorluklar ve sıkıntılardan haber veriyordu sanki.

Bu giriş babındaki tanışıklıkla acaba şehir merkezinde neler var düşüncesi sarmıştı beni. Bu nedenle, otele çantalarımı bırakır bırakmaz şehir merkezine gitmeye karar verdim. Yürüme mesafesiyle önemli tarihi yapıların olduğu bölgeye ulaşmak mümkündü.

Otelden az biraz uzaklaşmıştım ki, Necip Fazıl Kısakürek Caddesi üzerinde bir köprüde buldum kendimi. Melendiz Çayı kendinde bir akışla şehri ortadan kesip akıyordu. Birkaç yüz metre ileride ise, tarihin bir evresinde yapıldığı anlaşılan taş köprü hâlâ kullanıma açıktı.

Ardından, bir dört yol ağzındaki saat kulesi şehir merkezine doğru gidildiğine işaret ediyordu. Bankalar caddesini takip ederek, günün alacakaranlığa dönmeye başladığı bir vakitte Ulu Cami önüne geldim. Karamanoğulları dönemine (15. yüzyıl başları) tarihlenen caminin geniş avlusu Afrika’lı Ortaasya’lı yüzlerle bir başka şenleniyordu. Afganlı, Uygurlu ve Afrikalı göçmenler ılık havada namazı beklerken koyu sohbete koyulmuşlardı…

Aynı cadde üzerinde yürümeye devam ettiğimde şehrin merkezi hüviyeti olduğunu ortaya koyacak şekilde Hükümet Meydanı karşıma çıkıverdi. Işıklandırılmış hükümet konağı, meydanda bir başka saat kulesi ve hemen arkasında kalacak şekilde Kurşunlu Camii bulunuyordu.

Her iki caminin önündeki meydanların bu denli geniş kalabilmesi, tarihi değerlerin şehrin merkezinde her dem kendini yenilemesi için bir vesile oluyor. Sadece turistik anlamda demiyorum bunu. Bu değerlerin gün be gün bu yollar üzerinden geçen yerli ahali için de bir yenilenme olduğunu düşünüyorum. 

Bununla birlikte, bu dini yapıların dışında sivil mimariye örnek göremedim. Bunda önyargılı olmamalıyım. Çünkü, merkeze yakınlığıyla dikkat çeken köşelerini gezemedim. Ancak şehrin önemli bir değişim geçirdiği de aşikâr. Düzenlilik kadar, tarihin derinliklerinden gelen sivil yapıların da varlığını sürdürebiliyor olması gerekir.

Daha uygun bir vakitte Aksaray ve çevresini doyasıya gezmek temennisiyle…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder