Mehmet Özay 30.04.2018
Ulusal ve
uluslararası bağlamları ile gündeme gelen konferansları, akademi ve araştırma
dünyasının görücüye çıktığı alanlar olarak niteleyebiliriz. Bu etkinlikler
ulusal olduğu kadar uluslararası boyutlarıyla da ve özellikle de ikincisiyle
daha bir cazibe merkezi olmaktadır.
Böylesi etkinlikleri
organize eden ‘kendinde’ kuruluşlar olduğu gibi, kapitalizmin ulaşmakta hiç de
zorlanmadığı alanlar içerisinde yer alan akademi dünyası içerisinde bu işi
kendine ‘fazladan iş’ edinmiş çevrelerin uğraşı kadar, işi ‘organizasyon’ olan
kurumsallaşmış yapıların etkinleri şeklinde de gündeme gelebilmektedir. Yani, adı
bir ‘sektör’ olarak anılmayı hak edecek boyutları içeren bir etkinlik ‘uluslararası
konferanslar’.
İşin ‘parasal’
boyutundan hareketle dikkat çekilmesine fayda olan bu üç kağıt boyutunu bir
başka yerde tartışmaya havale edip, burada hakikaten bu işin kendinde bir çaba
olarak sergilenmesine bakmakta fayda var. Bu etkinlikleri organize etmek kolay
bir uğraş değil. Öyle birkaç kişinin de altından kalkabileceği bir alan hiç
değil.
Görece uzun bir sürece
yayılan hazırlığı içeren, organizasyonda bulunacak kişilerin, sadece
akademisyen nitelikleriyle değil, arkadaş ve dost atmosferinde yükün
olabildiğince azaltılması yönünde gayret sarf edecekleri veya etmeleri beklenen
bir alandır. Organizatörlerin elbette ki, salt bir ‘ana bilim dalı’ gibi birimler
kadar, daha geniş ölçekli olmak üzere ‘enstitü, merkez’ gibi belli kurumlar etrafında biraraya gelmesi
veya bu kurumlarda zaten istihdam edilmiş kişiler olmaları, bu tür
etkinliklerin hazırlıklarının profesyonel yaklaşımı benimsemelerini gerekli kılar.
Bu enstitü ve
merkezlerin büyük bir bölümü aylar öncesinden bu tür etkinliklerin
hazırlıklarına başlarken, sayısı az olmakla birlikte adına ‘daha saygın’
denilen kuruluşların hazırlıklarını bir iki yıl öncesinden gündeme
getirdiklerine şahit olunur. Bunda hiç kuşku yok ki, ikinci sınıftaki
kurumların köklü bir geleneği temsil etmeleri ve bu geleneğin bir parçasını
oluşturacak şekilde söz konusu uluslararası konferanslar-sempozyumlar gibi
adlarla anılan etkinlikleri gerçekleştiriyor olmalarının payı büyüktür.
Köklü bir geçmiş
ve alanında belirleyici olma vasfını kazanmış kurumların dışında olmakla
birlikte, ciddiyet ve tutarlılık gibi vasıfları kendine ilke edinmiş, alanında
yakın çevreden başlayarak bir ‘iz bırakmayı’ hedeflemiş akademya ve akademi kuruluşları
da benzeri uluslararası etkinlikler organize etme çabası içerisindedirler. Bu yaklaşımın
meyve vermesi ve ilgili alanda yapıcı ve yapılandırıcı ilişkilere kapı
aralaması için elbette zamana ihtiyaç olduğuna da kuşku bulunmuyor.
Bu noktada, I. ve II.si
gibi sıra sayıları ile anılan akademik etkinliklerin öyle gözüküyor ki, sadece
sürekli I ve II’de kalmaması yönünde epeyce bir çaba sarfetmek gerekiyor. I ve
II’de kalmış etkinliklerin niçin bu noktadan ileriye gidemediklerini ise iyice
düşünmek gerekir.
Bu tür
organizasyonlarda dikkat çeken bir diğer husus, uluslararası sıfatını
taşımasına rağmen, katılımın ulusal ve hatta yerel denilebilecek görece küçük
bir bağlamla sınırlı kalmasıdır. Uluslararasılık vasfının cazibesi, popülerliği
kadar öyle anlaşılıyor ki, kendilerine karşı sorumluluk beslenen ‘üst’
kurumların taleplerine cevap verebilecek şekilde organizasyonların tertip
edilmesiyle bağlantılı.
Ancak, üst kurumlar
istediği için bu tür işe soyunulması, etkinliğin nitelik değerinin niceliğin
önüne geçmesi için kafi değil. Öyle ki, nitelik bir yana, niteliğin bile
karşılanamadığı durumlarla bile karşı karşıya gelinebilmektedir. Bu durum,
etkinliğe adını veren kurum için bir prestif kaynağı olabileceği gibi, arzu edilir
çabanın sergilenmemesi halinde veya işin kısa yoldan halledilmesi gibi yan
yollara sapılması halinde prestij kaybı anlamı da taşıyabilir. Tabii burada, bu
etkinlikleri kimin neyi nasıl kontrol ettiği, değerlendirdiği meselesi de
önemli.
Bu kısa tartışmada
dikkat çekmek istediğim bir diğer husus, profesyonelliği ile dikkat çekenler kadar,
tüm bu eksik ve gediklerine rağmen dahi olsa ortaya konan kendinde etkinliklerde
gündeme getirilen araştırma sonuçlarının geniş kamuoyuna taşınması konusunda
neredeyse çok az şeyin yapılıyor olmasıdır.
Elbette geniş
kamuoyuna açık olmasa da, bu tür etkinliklerin önemli bir ‘bilgi dolaşımı’na
vesile olduğunu unutmamak gerekir. Uluslararası medya bir yana, konunun ele
alındığı ülke/ler/de bu tür etkinliklerin yazılı ve görsel medya için son
derece verimli bir kaynak olduğuna kuşku yok.
Bu bağlamda medya
organlarının, bu tür araştırmalara dayalı ve sonuçlarının şu veya bu biçimde
sosyal, siyasal, çevre ve endüstriyel vb. pek çok alana etkisi olabileceği
varsayılan çalışmaların gündeme taşınması ve toplumsal platformda sağlıklı bir
tartışma, düşünce ve pratik üçlüsünün oluşmasına ön ayak olması pekâla mümkün.
Tabii bunun için
medya içinde, akademi dünyasını ve bu dünyada süren tartışmaları anlamaya ilgisi,
gayreti ve çabasının oluşması gerekir. Gündemi belirler ve oluştururken, elle
tutulur, akademik veriler ışığında ve araştırmaların görece sağlam temelleri
üzerine inşa edilmiş bilgi ve yaklaşımların geniş bir toplumsal çevre ile
paylaşılması için çaba sarfedilmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder