Mehmet
Özay 31.01.2018
ABD Başkanı Donald Trump’ın senatoda
yaptığı ‘Birlik’ konuşması, “Amerikan’ın öncellenmesi” politikasıyla nükleer
tehdit algısı üzerinden Kuzey Kore ve İran’ı hedef almasıyla dikkat çekerken,
elbette ki, diğer hususlarıyla da değerlendirilmeyi hak ediyor. Trump,
başkanlık koltuğu oturmasından yaklaşık bir yılı aşkın bir süre sonra yaptığı
bu konuşmayla, bir kez daha gündemi belirlerken, ülkesine barış ve huzur
mesajları vermeyi vaad ettiği anlaşılıyor.
Başkan’ın ilk defa gerçekleştirdiği birlik
konuşması, daha başkanlık yarışının sürdüğü dönemden başlayarak, giderek artan
bir hızla Trump’ın söylemleri ve ‘beden dili’ ABD kamuoyundaki bölünme ve buna
eklemlenen yönetim mekanizmasındaki çatlaklar ile karşılaştırıldığında bir
çelişki olarak anlaşılmaya matuf bir yön çiziyor.
“Amerikanınsesi”nde de belirtildiği üzere,
zaten böylesi bir konuşmanın da bu bölünmüşlük ve dağınıklık haline bir çeki
düzen vermeyi amaçladığı anlaşılıyor. Aşağıda değinilecek bazılarına
değinilecek hususları kamuoyu önüne taşımak Amerikan toplumunun birliğini ne
kadar sağlayacağı ise şüpheli. Demokrat Parti üyesi Jim Kessler’ın, “Trump, son
derece bölünmüş ve kutuplaşmış bir ülkeyle karşı karşıya” sözü, bu
bölünmüşlüğün ve kutuplaşmanın bir söylemle büyüsel bir değişime maruz
kalamayacağını ortaya koyuyor.
Öyle ki, Trump konuşmasında Amerikan’ın
yeni bir evreye girdiğini, ‘mitolojik’ boyutlar olarak değerlendirilmeyi hak
eden, “ Yeni Amerika dönemi”, “Amerikan’ın yeniden keşfi” ve “250 yıl önce
doğan özgürlük yurdu” gibi söylemlere yer veriyordu. Bu yönde aradan geçen bir
yılda elde edilen ‘başarıların da’ hükümete ve bürokrasiden ziyade “inanç ve aile”
odaklı olduğuna dikkat çekiyordu.
Bu bağlamda, ‘önce Amerika’ söyleminin
içini dolduracak ve ekonomi alanından seçilen istatistiki veriler, Trump’ın
yüzünü güldürürken, herhalde bu gelişmeden pay alan ‘Amerikalıları’ da memnun
etmiştir. ‘Rekorlarla’ anılan istatistiki verilerde işsiz sayısının azalması,
borsada elde edilen başarılar vb. öne çıkıyor.
Bununla birlikte, Trump’ın senato’ya davet
ederek ulusa örnek olarak sunduğu ‘halktan seçilmiş bireyler’ bir yana, unutulmaması
gereken bir husus var ki, o da kapitalizmin beşiği ABD’de gelirlerin artması,
zenginlik dağılımında ‘adaletin’ sağlandığı anlamı taşımıyor. Öyle ki,
zenginlik dağılımındaki yüzdeler genel ülke ölçeğinden ziyade, bireysel ve
toplumsal gruplara yönelik verilerin daha gerçekçi olacağı yönünde bir kanaat
olduğu da ortadadır. Nihayetinde kapitalizmin doğasında var olan küçük bir
kitlenin, sermayenin büyük bölümünü elinde tutması olgusu, ülke veya küresel
zenginliğin paylaşımındaki ‘arıza’yı ortaya koymaktadır.
Kapitalizmin
gelişmesi ve ‘komünist ahlakı’
Bu nedenle, gerek Trump öncesi dönemde
gerekse bu dönemde Amerikan kapitalizminin değerlerinden bir şey kaybedip
etmediği hususu da gözden geçirilebilir. Zaten Trump’ın başından bu yana dile
getirdiği husus, özellikle ikili ve bölgesel işbirlikleri anlaşmalarında ABD
aleyhine gelişme olduğu yollu söylemi, olsa olsa kapitalizmin diğer ülkeler ‘lehine’
gelişme gösterdiği şekilde değerlendirmek mümkün.
Bunun en iyi test edilebileceği ülke ise
hiç kuşku yok ki, Çin olduğu ortadadır. Trump düşüncesinde, kapitalizmin lideri
konumunda ABD’nin yerini kaybetmemesi öncellenmektedir. Yoksa, kapitalizmin ‘kuralları’
çerçevesinde sistemin Washington’da veya Pekin’de yürütülüp yürütülmemesinin
pek de önemli olduğu söylenemez. Hani, Çinliler de ‘biz komünistiz, tek
partiyiz’ diyerek kapitalizmin ‘nimetlerinden’ istifade etmeyiz diyerek ‘komünist
ahlâkı’ tavrı geliştiriyor değiller.
Bununla birlikte, Trump aynı konuşmasında
bir başlık altında yer alan açıklamalarında Çin’i ABD’nin “ekonomik çıkarlarına”
meydan okuyan ülkeler arasında saymaktan da geri durmadı. Bu noktada, liderlerin
rol yapıp yapmadıkları ile kapitalizmin evrim geçirip geçirmediği konusunda
daha derin araştırmalar yapmak gerektiği görülüyor.
Nükleer
Tehditle gelen Kuzey Kore ve İran karşıtlığı
Küresel nükleer tehdit bağlamında bir
süredir hedefinde yer alan ve meydan okuyucu tavırlarıyla ABD’yi karar alma
konusunda tetikleyen Kuzey Kore bu alanda yalnız değil. Aynı zamanda, Trump’ın
halefi Barack Obama’nın ‘yanlış politikaları’ arasında saydığı İran’la mevcut
nükleer anlaşmaya rağmen, İran’ı yeniden hedef tahtasına koyduğu ve bunda
ısrarcı olduğu anlaşılıyor.
Güney Kore yönetiminin sadece Kuzey Kore
devlet başkanı Kim Jong-un’un tavrından değil, ABD’nin de politikalarının da
günün getirdiği sorunlara çözüm olabilme noktasında zaaflarını görmüş olmalı ki
Kuzey Kore ile görüşmeleri başlatmak kararı bir süredir gündemde. Ancak, ABD’nin
Kuzey Kore’nin nükleer silahlanma konusunda Kim Jong-un’un söylemlerine pek bel
bağlamayacağı Trump’ın yaptığı konuşmadaki içerikte de karşılığını buldu.
Kuzey Kore, bugüne kadar tedrici olarak
gelişme kaydettiği nükleer teknolojisinde, gelmekte olduğu aşama, tüm
görüşmelere ve olası anlaşmalara rağmen, ABD açısından konunun göz ardı
edilemeyecek boyutta olduğuna işaret ediyor. Geçenlerde ABD ortak kuvvetler
komutanlığından üst düzeyde yapılan açıklamada, Kuzey Kore’nin nükleer
teknolojide geldiği aşamaya dikkat çekiliyor ve hava kuvvetleri komutanı general
Paul Selva da, ‘emir verilmesi halinde kuvvetlerinin Kuzey Kore’nin nükleer alt
yapı tesislerinin büyük bölümünü ortadan kaldırabileceklerini’ dile
getiriyordu. Kaldı ki, geçen Kasım ayında Kuzey Kore’nin kıtalararası balistik
füze denemesini inceleyen ABD uzmanları, füze testinin ABD topraklarına ulaşabilirliğini
doğrulamışlardı.
Trump, Amerikan ulusal güvenliğini tehdit
eden unsurlar arasında Çin ve Rusya’yı sayarak, fonları kesilmiş Amerikan
ordusunun güçlendirilmesi için Kongre’ye yaptığı çağrı dikkat çekicidir. Bu ordu,
Kırım’da ilhakı gerçekleştiren, Suriye’de güçlü bir mevzi kazanan Rusya ile
Güney Çin Denizi’ndeki askeri varlığına Hint Okyanusu rotası üzerinde
yenilerini eklemekte olan Çin karşısında askeri gücü caydırıcılık ötesinde bir
anlam taşıdığını gösteriyor.
Trump, seçim kampanyasındaki söylemini, ‘Birlik’
konuşmasında da tekrarladı. Elde edildiğini iddia ettiği kazanımların, Amerikan
toplumundaki parçalanmışlığı sona erdirme hedefli olmasına rağmen, Trump’un başta
ittifak ettiği ülkeler olmak üzere dünya kamuoyunu tatmin edici küresel
politikalara değinmiyor. Kaldı ki, bizatihi Amerikan’ın öncellenmesi bir söylem
ve icraat olarak buna da izin vermiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder