Mehmet
Özay 01.06.2017
Türkiye’nin
sadece dış politikasının değil, iç politik gelişmelerinin de Güneydoğu Asya’da
nüfusunun kahir ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu toplumlarında dikkate
değer bir karşılığı bulunuyor. Bu toplumlardan kastımız Endonezya ve Malezya.
Elbette, gene aynı bölgenin Budist ve Hıristiyan çoğunluklu toplumlarında
azınlık konumunda bulunan Müslüman kitlelerin de şu veya bu şekilde bu ilginin
bir tarafında durduğunu söylemek mümkün.
Bu
anlamda sadece yerel ve genel seçimler değil, aynı zamanda ülke içi siyasi
tartışmalar, partiler içerisinde liderlik yarışı, partiler arası çatışmalar,
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri gibi birbirinden bağımsız olarak ele
alınamayacak hususların bu coğrafyadaki Müslüman kitle tarafından izlendiği,
yorumlanmaya çalışıldığı ve bunun şu veya bu şekilde kendilerine nasıl bir
etkisi olabileceği türünden bir karşılığı bulunuyor.
Zaman
zaman dile getirdiğimiz üzere, bu ilginin tarihten gelen siyasi güç ilişkisi ve
dini bağlamından ayırt etmek imkânsız. Türkiye’de son on beş yılına damgasını
vuran siyasi hareketin ve liderinin, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölge
halkında karşılık bulan bir liderlik profili bulunuyor. Bu liderliğin
sosyolojik anlamda ‘karizma’ ile açıklanan boyutu kadar, dönem dönem
uluslararası platformlarda öne çıkan siyasi yaklaşımı ve temsilinin de rolü söz
konusu.
Türkiye’ye
ilginin, 2000’li yılların hemen ikinci yarısı başlarında bölgede örneğin bazı
Türk futbolcularının isimlerinin peş peşe sıralanmasıyla var olduğu, ancak
bunun yerini zamanla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bıraktığı yönünde bir tanıklık
mevcut. Bu süreçte neler olup bittiği ise, Erdoğan’ın başbakanlık ve ardından
cumhurbaşkanlığı konumlarındaki icraatlarıyla değerlendirilebilir. Türkiye her
önemli badire ile karşı karşıya kaldığında gelişmelere dikkat kesilen bölge
Müslümanları, Türkiye’nin başarısında mutlu, Türkiye’nin mağduriyetinde
huzursuz ruh halini gizlemiyor. Tabii bu yönde bir algının hasıl olup
olmadığını gözlemlemek için söz konusu bu toplumların değişik katmanları ile
iletişim içerisinde olmak gibi bir zorunluluk bulunuyor. Bununla birlikte, söz
konusu bu durumun Türkiye’de bir yankı bulup bulmadığı bireysel gözlem ve
tecrübelerin ötesinde akademik anlamda araştırmaları gerektiriyor.
Bu
konuya dikkat çekmemin nedeni, son dönemde Türkiye’de yukarıda zikredilen
siyasi yapı ve lideri üzerinden başlatılan dönüşümün, sadece bir iç politika
perspektifine sahip olmadığı, aksine Güneydoğu Asya Müslüman toplumları nezdinde
de bir etkisi olabileceği yönünde. En azından bulunduğumuz bu coğrafyadan,
bugün bir değişim arefesinde olduğu anlaşılan Türkiye’de siyasi liderliğe yeni
bir bakış ve anlayış getirilmesi kadar, siyasi parti çerçevesinde yeniden bir
yapılanmaya gidileceğine dair bir kararlılık göze çarpıyor. Bir siyasi
donuklaşmanın varlığının tespitinin ardından, bu donuklaşmayı yeniden aktive
edecek pasif ve reaksiyoner bir yapıdan, aksiyoner bir noktaya taşımanın
hedeflenmesi önemli.
En
son anayasa referandumu bağlamında, “Türkiye’de yine neler oluyor?” sorusu
burada gündeme gelmişti. Bunun öncesinde ise, neredeyse bir yılına girilecek
olan ‘darbe’ teşebbüsünün nasıl ve ne surette yapıldığı konusunda merak ve de
endişe bulunuyor(du). Daha önceki hadise ve süreçleri buradan sıralamaya gerek
yok… Bu son iki vakıanın bölge Müslümanlarına hatırlattığı bir husus var ki o
da, liderlik olgusunun Türkiye için ne denli önemli olduğudur. Türkiye kurumsal
yeniden yapılanmalarıyla kendini yenileme arefesindeyken, bu yapılanmanın bir
iç tasarımdan ibaret olmadığını söylemek gerekir. Yukarıda dile getirmeye
çalıştığım üzere, Türkiye’nin hali, genel anlamıyla ifade edilecek olursa Malay
dünyasını ilgilendiriyor.
Bununla
birlikte, var olduğunu ifade ettiğimiz bu ilginin bir topyekunluğundan söz
edilemeyeceği gibi, “Türkiye” dendiğinde algılanan farklı hususiyetlerin de
olduğu bir gerçek. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken husus, Türkiye’nin bu
ilgi ve tepkiler karşısında nasıl bir refleks geliştirdiği veya geliştirme
yolunda ne gibi önemli adımlar attığı meselesidir. Yukarıda dikkat çekilen,
yeniden yapılandırılma sürecine çeşitli nedenlerle ihtiyaç duyulduğuna şüphe
yok. Bu yeniden yapılandırmanın hedef kitlesinin de, geniş ifadesiyle
‘seçmenler’ olması siyasetin doğasından kaynaklanıyor.
Buna
karşılık, Türkiye’nin bir küresel güç olma iddiası çerçevesinde karşısında
yanında ve arkasında görmek istediği “Türkiye dostlarının” nasıl oluşturulacağı
meselesi de en az Türkiye iç siyasetindeki yeniden yapılandırma kadar önem arz
ediyor. 2013 yılında Türkiye’de yaşanan gelişmeler sonrasında Kuala Lumpur’da bazı
sivil toplum kuruluşlarının Türkiye hükümetine ve liderine destek sunduklarına
tanık olduğumda, “Türkiye’nin dostları” kavramını ortaya atmıştım. Bugün bu
dostların hangi sebeplerle dost oldukları, kimlerden oluştuğu, bu kitleye yeni
dostların nasıl eklemleneceği gibi bir dizi soru da sorulmayı bekliyor. Bu
yaklaşımın yanı sıra, bunun kimlerle hangi kurumlarla yapılacağı da
dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir husus.
Türkiye’nin
devlet imkânlarını sonuna kadar kendi hedef ve çıkarları için kullanan bir
fırkanın varlığının nelere sebebiyet verdiğinin üzerinden fazla geçmedi. Ve bu
grubun bölgedeki varlığının sadece “çekirdek” bir kadrodan ibaret olmadığı,
geçen yıllar boyunca “yerli toplum” içerisinde ürettikleri ve biriktirdikleri
önemli bir kitlenin olduğu anlaşılıyor. Bu kitlenin pasif ya da aktif çeşitli
alanlardaki etkinliklerinin yanı sıra, Türkiye hakkında doğrudan bilgi
kaynaklarına erişimi bulunmayan veya böylesi bir kaynağa ihtiyaç duymayan
toplum kesimlerinin varlığı da yabana atılmamalı. Bu durumda, Türkiye’de yeni
bir yapılanma sürecine girilirken, bu sürece eşlik edecek yeni bir dış politika
vechesinin olması da kaçınılmazdır.
Bu
politikanın araçlarının, insan kaynaklarının, imkânlarının son derece hassas
bir şekilde belirlenmesi var olan “Türkiye dostları”nın güçlendirilmesi kadar,
bu çevrenin dışındaki geniş kitlelere ulaşılarak en azından Türkiye’nin doğru
algılanabilmesine olanak tanıyacaktır. Bugüne kadar “risk almayı” siyasetinin
bir parçası haline getirmiş bir liderin ve siyasi hareketin Türkiye dışında,
nasıl bir yapılanma sergileyeceği Türkiye’nin kısa ve orta vadede örneğin
Güneydoğu Asya’daki karşılığının sağlıklı bir şekilde belirlenmesini sağlayacaktır.
Türkiye’nin bölgedeki gücünü de, atıllık ile atılganlık arasındaki fark
belirleyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder