Mehmet Özay 24.06.2017
1980’lerin sonlarından itibaren uluslararası gündeme
taşınan ‘Keşmir sorunu’, Hindistan-Pakistan sınırında Keşmir ile Jammu-Keşmir
adıyla iki bölgenin siyasi belirsizliğe mahkum edilmesinden kaynaklanıyor. Konunun
İngiliz sömürge dönemine kadar uzanan boyutu kadar, 1947 yılında Pakistan ve
Hindistan adıyla kurulan iki bağımsız devletin Keşmir bölgesi üzerindeki siyasi
ve askeri inisiyatifleri de birlikte ele alınmayı hak ediyor.
Konu, sömürge döneminde bir ‘prenslik’ yönetimine
tabi olan Keşmir halkına bağımsızlık ya da otonom statüsü verilip
verilmemesiyle sınırlı değil. Aksine Pakistan ve Hindistan tarafından Keşmir
bağlamında oluşturulan jeo-stratejik ve politik çıkar hesaplarının da gözlerden
uzak tutulur bir yanı bulunmuyor. Bu durum, her halükârda Keşmir halkının
yanında olduğu iddiasındaki çevrelerin, Keşmir üzerinden daha geniş bir
jeo-politik kurgularla hareket ettiklerinin tespitinin yapılmasını gerekli
kılıyor.
Bölünmüş Keşmir
1947 yılında dönemin ‘prenslik’ statüsündeki Keşmir
yönetiminin siyasi entegrasyon konusunda Hindistan ve Pakistan arasında seçim
yapmada geçikmesinin bu iki ülke arasında neden olduğu çatışma, bugüne kadar
Keşmir’in iki farklı bölge statüsüyle varlığını sürdürmesine neden oldu. Bu
çerçevede, kuzeydeki Keşmir bölgesi Pakistan’ın, güneydeki Jammu-Keşmir ise
Hindistan’ın siyasi kontrolünde bulunuyor. Pek de gündeme getirilmeyen bir
diğer husus ise, Keşmir’i oluşturan coğrafyanın yüzde 20’lik alanının Çin
egemenliğinde oluşudur. Hem de bunun Pakistan ve Çin arasında yapılan bir
siyasi işbirliği neticesinde ortaya çıkmış olmasını hatırlatmak gerekiyor.
Hindistan işgali
Bu şartlarda, halkının kahir ekseriyetini
Müslümanların oluşturduğu ve 1980’lerin sonlarından itibaren çatışma bölgesi
olarak uluslararası gündeme gelen Jammu-Keşmir’in Hindistan yönetimi altında
bulunmasının doğurduğu tezat tartışılmaz. Jammu-Keşmir Müslüman toplumunun
sosyo-kültürel ve dini gerçekliğinin Hindistan siyasi yönetimince yadsınmasının
neden olduğu mağduriyetler bu tezatın can alıcı yönünü oluşturuyor.
Bu bağlamda, Hindistan tarafından siyasi ve askeri ‘işgale’
maruz kalan Jammu-Keşmir’de son dönemde artma eğilimi gösteren çatışmalar ve
Hindistan’ın yoğun askeri varlığına dayalı kontrolünün sürdürülebilir olmadığı
son derece açık. Yüzyıllar boyunca Asya medeniyetlerinin önemli merkezlerinden
biri kabul edilen Hindistan’ın 21. yüzyılda çok farklı etnik oluşumlara ev
sahipliği yapan Keşmir bölgesine huzur getirecek siyasi adımları atması
beklentisi yüksek. Sorun Hindistan içerisinde bu çözüm algısının ortaya
konmasını sağlayacak etkin ve sağlıklı kanalların birbiriyle iletişim kurmasında
yatıyor.
Yerel siyaset ve çözümsüzlük
Bölgeye ‘barışı’ getirme, en azından çatışma
ortamını asgari düzeye indirme çabası kadar, halkın sosyo-ekonomik geri
kalmışlığına çözüm bulması beklenen Jammu-Keşmir’deki siyasi partilerin ve bölge
yönetiminin bu konuda olumlu adımlar at/a/madığı da ortada. 2014 seçimlerinde
Jammu-Keşmir’i temsil ettiği ifade edilen Ulusal Konferans partisi yerine geçen
seçimlerde Hindistan’da 2014’de başbakan çıkaran ve parlamentoda önemli bir güç
tesis eden Hindu milliyetçisi duruşuyla tanınan Baharatija Janata Partisi’yle
koalisyon kuran Halkın Demokrasi Partisi’nin icraatlarının bugüne kadar sorunun
halli konusunda bir mesafe kat ettiğini söylemek güç.
Ulusal Konferans partisine alternatif olarak ortaya
çıkan Halkın Demokrasi partisinin geniş kitlelere yönelik umut vaad eden iyi
bir yönetim sergileyememesi, yukarıda dile getirilen son dönemdeki geniş
katılımlı eylemlerin önemli bir sebebini oluşturuyor. Jammu-Keşmir bölgesindeki
Müslüman halkı temsil ettiği iddiasındaki bölge partilerinin geniş kesimlere
umut aşılayamaması, merkezi yönetime karşı Keşmir sorununun çözümünde atıl
kaldıkları gibi, kendi yakın çevrelerini kayıran ve siyasi ve ekonomik
yolsuzlukları gündeme getiren bir sürece yol açıyor. Bu ise hiç kuşku yok ki,
kısır bir döngü olarak kitlelerin karşısına çıkıyor.
Pakistan çözüm olabilir mi?
Öte yandan, kuzeydeki Keşmir’in de Pakistan’ın
egemenliğinde olmasının da eleştirilmeye matuf bir yanı olduğu gözlerden uzak
tutulamaz. Pakistan’ın gerek ulusal bağlamı içerisinde gerekse Afganistan özelinde
yaşadığı bölgesel ve/ya uluslararası ‘terörle’ bağlantılı yapılarla
kuşatılmışlığı ve geniş anlamıyla güvenlik sorununa muhatap oluşu, bu ülke
yönetiminin Keşmir konusunda nasıl bir tatminkâr ve nihai karar sürecine katkıda
bulunabileceğinin sorgulanmasına neden oluyor.
Pakistan ve Hindistan’ın Keşmir’i ortadan ikiye
ayıran ve de facto sınırı oluşturan
‘kontrol hattı’nın iki ülke veya uluslararası anlaşmalarla nihai bir karara
oturtulması olasılığı da Keşmir sorununun çözülmüş olması anlamına gelmeyecek.
Aksine, her iki tarafta kalan aileler, alt etnik grupların bölünmüşlüğünü yasal
olarak tanınmasıyla daha köklü sorunlara yol açabilecek. Bu durum, Pakistan
‘yönetimindeki’ Keşmir halkının sorunlarını çözmeyeceği de ortada.
Çok aktörlü sorun
Keşmir üzerinde karar verme iddiasındaki bu iki
ülkenin dışında ve hatta Çin’in kontrol ettiği bölgede hesaba katılarak geniş
Keşmir bölgesindeki halkın ne türden talepleri olduğu araştırılmayı
gerektiriyor. Bölgenin geniş Müslüman nüfus yapısına rağmen, çok farklı etnik
yapılaşmaların varlığı, geçmişten tevarüs eden ‘bölgesel güçlere eklemlenme’
bağlamındaki siyasi ayrışmalar, Keşmir halkının bir bütünlük olgusu içinde
hareket edip edemeyeceği sorusunu akla getiriyor. Bu bağlamda, bölgedeki
mücadele zamanla ortaya çıkan değişimlerle birlikte yapısal bir farklılık olarak
nüksediyor. Bu durum, Jammu-Keşmir bölgesinde yerel siyasi partiler kadar
silahlı mücadele gruplarının ayrışmasında da kendini ortaya koyuyor.
Geniş halk kitleleri bölgeye huzur ve istikrar
getirecek taleplerine, siyasi partilerden karşılık bulamamaları, onları
‘şiddet’ sarmalarında şu veya bu şekilde yer almaya itiyor. Örneğin, 1990’lara
kadar görece küçük bir grubun inisiyatifinde gelişen gösteriler bugün artık
kitlesel boyutlara ulaşmış durumda. Yerel düzeyde faaliyet gösteren silahlı
gruplar, toplumun farklı kesimlerinden grupları gösterilerde yanlarında
bulabiliyor. Geniş katılımlı gösterilerde ortaya çıktığı üzere, resmi
çevrelerin ‘terörist’ olarak adlandırdığı kişilere yönelik halkın kuşatıcı
duruşu bölgede alınan ‘güvenlik’ tedbirlerinin işe yaramadığını bir kez daha
kanıtlıyor. Bu anlamda, Jammu Keşmir’deki bu durumu, bir süre önce Hindistan
ordu komutanının “Bu bir kirli savaş” diye diye adlandırmasından daha iyi bir
tarif olamaz.
Bu duruma, 1947’den bu yana devam eden Hindistan
işgaline yeni nesillerin verdiği tepkideki farklılaşma olarak bakılabilir.
Ayrıca, bugünün iletişim teknolojilerinin de mücadelenin kitlesel boyutlara
ulaşmasında, anlık ve kendiliğinden ortya çıkmasında da kayda değer bir rolü
var. Toplum kesimlerindeki bu tepki değişimine rağmen, Jammu Keşmir’deki yerel
ve Delhi’deki merkezi otoritelerinin yapıcı bir tepki vermemesi de giderek
artan tepkiselliğin öteki nedenini oluşturuyor.
Çözümün aciliyeti
Jammu-Keşmir halkının kahir ekseriyetinin
bağımsızlık istediği düşünülebilir. Bununla birlikte, özellikle de Jammu-Keşmir
bölgesindeki yerel siyasette rol alan aktörlerin ve grupların farklı strateji
ve metodları, ‘işgalci’ olarak adlandırılan Hindistan merkezi yönetimi ve
silahlı güçleri karşısında güç konsantrasyonunun dağılımından başka bir sonucu
yol açmıyor. Bu çerçevede, Jammu-Keşmir’de siyasi alanda mücadele eden gruplar
ile varlıklarını bir ‘İslam devleti’ kurmaya adamış grupların kendi aralarında
ittifak kurarak birbirine kenetlenen bir strateji silsilesi takip etmedikleri
sürece iç bölünme, ancak merkez gücün varlığını korumasına ve hatta baskıyı
artırmasından başka bir sürece işaret etmiyor.
Bu ayrışmanın körüklenmesinde bölgede verilen haklı
mücadelenin uluslararası terörizmle ilişkilendirilebilecek araçlara yönelmesi
oluyor. Örneğin DEAŞ sendromunun Güneydoğu Asya topraklarında kendini ortaya
koymasına benzer bir durumun Keşmir mücadelesine fayda getirmeyeceğini tahmin
etmek güç değil. Böylesi bir eğilim, sadece Keşmir’de alimlerin ve geniş halk
kesimlerinin değil, Keşmir mücadelesini takip eden bölgesel ve küresel Müslüman
kitlelerde de konunun algılanmasında negatif bir eğilimin ortaya çıkması anlamı
taşıyacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder