Mehmet Özay 28.06.2017
Mutat olduğu üzere Ramazan’nın
son günleri ve Bayram boyunca Banda Açe’deydim. Ramazan ayının ‘doğasını’
olabildiğince hissedebileceğim yegâne yerlerden biri olmasıyla benim için
önemli bir yer olmaya devam ediyor Açe. Açe’nin salavatlı zikirli gecelerini,
mübarek ayın son günlerindeki et pazarlarını, arefe gününün vazgeçilmezi ‘meugang’ı veya arefe gecesinin şehir
merkezini kuşatan meşale törenlerini yazmayacağım. Bazı daha naif hususları ele
alacağım...
Bu sefer de, neredeyse her
sosyal gruptan fertlerle biraraya gelebilme imkânının olduğu geleneksel kahvehanelerden
de istifade (!) etmeyi ihmal etmedim. Böylece, bayram tatili dolayısıyla herkes
‘köyünün yolunu tutmadan’, teravih sonrasının uzun ve katmerli sohbetlerini
kısmen de olsa yeniden tatma fırsatı buldum. Sadece Açe’nin yerel siyasetinin
değil, ulusal ve hatta son günlerin uluslararası boyuttaki gelişmelerini
değerlendirme yeterliliğine sahip dostlarla görüş alış verişinde bulunmak, en
az Açe’nin doğası kadar dinçleştirici bir etki oluşturuyor üzerimde.
Sohbetlerde konuşan taraf olmak kadar, çokça dinleyici olmayı tercih ederek
bilgi, düşünce ve algılarımı sigaya çekmeye çalışıyorum. Bir yandan da,
muhataplarımın Açe’yle ilgili, ‘bizlerle’ ilgili dertlerini, endişelerini,
ümitlerini kavramaya ve anlamlandırmaya gayret ediyorum.
Bir yandan Açe siyasetinin tam
odağında isimler kadar ‘sıradan’ insanlarla da, öte yandan kampüs yaşamının
genç ve dinamik isimleriyle sohbetlerin bir ucu Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya diğer
ucu Açe’ye ve Cakarta’ya kadar uzanıyor. Şubat ayındaki valilik seçimlerinden
sonra henüz devir teslimin gerçekleştirilmemiş olması, uzun ve sabırlı bir
bekleyiş anlamı taşıyor Açe için. Dostların bir bölümünün konuşmalarında yeni
atanacak vali yani Irwandi Yusuf’un gelecek beş yıl gibi kritik bir dönemde
önüne çıkacak veya konulacak engellerle nasıl mücadele edeceği konusunda bazı
kaygıların gündeme geldiğini seziyorum. Aslında Irwandi Yusuf yeni bir isim
değil. 2006 ve 2011 yıllarında yani Açe ile merkezi hükümetin yani Cakarta
yönetimi arasında imzalanan tarihi Helsinki Barış Anlaşması sonrasının ilk
valisi olmasıyla tecrübeli bir isim...
Bununla birlikte, Irwandi
Yusuf’un tecrübesinin yerel yönetimin en başında bulunmasından ibaret
olmadığını da o dönemki yazılarımızı okuma fırsatı bulanlar hatırlayacaktır.
Karizmatik duruşu, bilgi ve tecrübesiyle Endonezya’yı yönetebilme kabiliyetinde
dahi olduğunu her daim dile getirdiğim bir isim Irwandi Yusuf. Öyle ki, Mayıs
ayının başında, başkanı bulunduğu Açe Milliyetçi Partisi’nin (PNA) kongresini
düzenleyerek Açe siyasetinde yeni bir sayfa daha açtığını öğrendim. Eski
‘komutanların’ öne çıktığı bir önceki dönemin aksine, bu dönem valinin
‘hareketin’ sivil kanadıyla, yani aktivistlerle daha çok iş yapma yanlısı
olduğu anlaşılıyor.
Bunda hiç kuşku yok ki, geçen
on yıllık dönemde Açe siyasetinin neler kazanıp veya çokça neler kaybettiği
gibi çok ciddi bir hesaplaşmanın da rolü bulunuyor. Aktivistlerin öyle elini
kolunu sallayan bir ‘taraftar’ kitlesi olmadığını söylemek gerekir. Ancak
yapılması gereken pek çok işin, hangi sıra ve usülle ve ne türden
metodolojilerle plânlanıp uygulamaya geçirileceği meselesi de yabana atılır bir
husus değil. Yukarıda dile getirdiğim üzere, bazı dostların bu önümüzdeki kısa dönemle
ilgili kaygılanmalarının temel sebeplerinden biri bu açıkçası. Bu nedenle
önümüzdeki beş yıllık dönem salt kendi başına bir süreç anlamı taşımıyor.
Aksine, bunun ötesinde, geçen en azından on iki yıllık dönemde kaybedilenlerin
de hesaba katılarak hareket edilmesini gerektiren özel bir döneme tekabül
ediyor. Burada söylenecek söz var ancak, bayram yazısını fazla uzatmayayım.
Biraz da bize bakan yönüyle öne çıkan bir hususa değineyim.
İşte böylesi sohbetlerden
birinde, Nur Djuli benden önce davranarak, “Türkiye’de neler olup bittiğinden,
Irak ve Suriye’ye oradan Katar Kriz”ine kadar sorularla farklı bir perspektifin
açılmasını sağlıyor. Açe siyasi hareketinin entellektüel ismi Nur Djuli’nin
ilgisi hiç de şaşırtıcı değil. Aksine, bir iç sorgulama halini de içinde
barındıracak şekilde, bölgesel ilişkilerin karşılaştırmalı bir çabasına
girişiyoruz. Öyle de olması gerekir, yoksa o zaman sormazlar mı adama, nerede
kaldı o sizin “çok yakın kardeş toplumlar” söylemi!
Nur Djuli çarpıcı gerçeği
patlatıyor tam da sohbetin orta yerinde: “Bu Suud’un yaptığı” diyor “buralarda
olmadık tepkilere neden oldu.” Rahmet-i ilâhi kendisini gösterecek ya. Çok
şükür... Açelilerin tıpkı Endonezya’nın diğer bölgelerindeki gibi Filistin
konusuna hassasiyetinin yanı sıra, evvelinden bölgenin genç insanlarının ‘ilim
uğruna’ yola düştükleri Mısır gibi bir beldenin kıymetli alimlerine dünyayı dar
etme teşebbüsünde bulunan ‘feodal saraylıların’ girişimlerinin hiç de anlaşılır
yanı olmadığını dile getiriyor Nur Djuli. Anlaşılan ortada derin bir tepki var
halk katında. Bunu Bayram Namazını eda ettiğim kampüs camiinde vaizin nihai
duasında diğer beldelere ilâveten “Katar’ı da koru Yarab!” demesinden de
çıkarsamak mümkün. Ancak ne hazindir ki, bunu ülkenin siyasilerinin ağızlarını
bu konuda bıçak açmaması da kaçınılmaz ‘protokol icabı’ olmalı.
Tabii yukarıda bahsettiğim tüm
bu hususlar çerçevesinde “Açe’de bayram nerede?” diye sorulabilir. Ben de zaten
ona dikkat çekmek istedim bu yazıda. Açe’ye hakiki bayramın gelmesi için sadece
Açelilerin değil, “kendini Açe’ye kardeş bilen bizlerin de” halletmesi gereken
epeyce ev ödevi var. İşin evvelinde de ‘bilgisel donanım’ geldiğine kuşku yok. “Biz
eskiden şöyle şöyle işler yapmıştık” türünden popülerliğe papuç bırakmadan,
Açe’yi “fakirliğe, fukaralığa mahkum etmeden”, sabırla ve inatla Açe’yi
öğrenmeye, dolayısıyla kendimizi öğrenmeye gayrette fayda var. Bu sürecin en
önemli halkalarından birini de, hiç kuşku yok ki, Açe’nin geleneksel
kahvehanelerindeki derin sohbetler oluşturuyor.
Açelilerin ve herkesin bayramı
mübarek olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder