Mehmet
Özay 24.06.2013
Malezya'nın
önemli sivil toplum kuruluşlarından 'Malezya Müslüman Öğrenciler Birliği'
(Angkatan Belia Islam Malaysia-ABIM) Genel Sekreteri Muhammed Raimi Abdul
Rahim'le Cuma günü Kuala Lumpur'da düzenlenen 'Dayanışma Mitingi' bağlamında
bir mülâkat gerçekleştirdik. 1970'li yılların başında kurulan ABIM, o dönem
dünya genelinde ortaya çıkan İslami hareketlerin Malezya'daki versiyonu olarak
değerlendirilebilecek bir gençlik örgütü. Geçen süreçte varlığını sürdüren ve
bu anlamda Malezya'da köklü sivil toplum kuruluşlarından biri olma unvanını
taşıyor. Çalışmaları siyasi, toplumsal ve kültürel çerçevede gerçekleştiren
ABIM doğrudan herhangi bir siyasi partiye destek vermiyor. Sahip olduğu zengin
insan kaynakları ile Malezya'nın entellektüel birikimine sahip bir organizasyon
olan ABIM dünyanın çeşitli yerlerinde Müslüman kitleleri ilgilendiren
meselelere duyarlılığı ile tanınıyor.
Suriye ve
Türkiye temasıyla dikkat çeken mitinge ABIM dışında önemli organizasyonlar da
destek verdi. Bu mitingi düzenleme gerekçesi neydi, niçin bu zamanda
gerçekleşti? Özellikle Malezya son dönemde ve 5 Mayıs seçimlerinin ardından
dinmeyen siyasi krizin tam da ortasında Ortadoğu'daki gelişmelere dikkat çeken
bu miting önemli mesajlar içeriyor.
Türkiye'nin
gündemde olmasının da pek çok nedeni vardı organizatörlerin ifadesine göre.
Örneğin, Özellikle ABIM Genel Başkanı Amidi Abdul Manan yaptığı konuşmada,
Suriye'de yaşanan insanlık kıyımı karşısında Türkiye'nin yüzbinlerce mülteciye
kapısını açması bunlar arasında dikkat çekiyordu. Öte yandan Türkiye'nin
Gazze'den Somali'ye ve de, Malezya'nın neredeyse kapı komşusu Rohingya'ya kadar
İslam dünyasında mazlum Müslümanların sorunlarına yaklaşımı da mitingin ana
teması içerisinde yer alan olgulardı. Ancak bunların ötesinde bu organizasyonda
bambaşka bir olgu vardı. O da, organizasyonun 'ümmet' kavramını algılamada ve
de algılatmada öncelik taşıyarak bunu pratiğe dökme niyetiydi. ABIM Genel
Başkanı Amidi Abdul Manan başkanlığındaki heyet Türkiye Büyükelçiliği'ni
ziyaret edip Sayın Büyükelçi Serap Atay Hanımefendi'ye Sayın Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan nezdinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne dayanışma ve desteği
içeren memorandumu sunmaları Malezya'da konuya duyarlı kesimlerin gösterdiği
hassasiyetin bir ifadesiydi.
"Dayanışma
Mitingi" (Solidarity Rally) adı verilen bu mitingi son derece kritik bir
dönemde gündeme gelmesi ile dikkat çektiğini ifade etmiştik. Hiç kuşku yok ki,
Güneydoğu Asya'nın önemli merkezlerinden Kuala Lumpur'da 'ümmet' bilinciyle
hareket eden kitleleri biraraya getiren böylesi bir miting bu bağlamda önemli
bir girişim. Ümmet bilincinin 'ulusal' ayağında, yani Malezya çerçevesinde
karşılığını ABIM, PAS ve PKR'a mensup katılımcıların desteklerinde buluyordu.
On bir yıl
boyunca ABIM'in Genel Sekreteriliğini yapan ve aynı zamanda avukat Muhammed
Raimi ile yaptığımız röportajdan önemli bölümleri aşağıda sunuyoruz.
Mehmet
Özay: Niçin bugün Türkiye'ye böylesi bir destek mitingi düzenleme gereği
duydunuz? Sizi buna iten sebepler nelerdi?
Muhammed
Raimi: Öncelikle kısaca şundan bahsetmek gerekiyor. Bir süredir Malezya'da
siyasi atmosfer biraz istikrardan uzak bir görüntü çiziyor. Ve muhalefet
partileri ve bir kısım sivil toplum örgütleri önümüzdeki hafta Kuala Lumpur'da
çok önemli bir miting hazırlığında. Bu nedenle, niçin böyle bir soru yöneltildiğini
anlayabiliyorum. İşte tam da bu noktada, Suriye ve Türkiye'ye destek mitingi
düzenlememiz pek çok kişi tarafından anlaşılamamış olabilir. Bu bağlamda
Malezya'da herhangi bir sivil toplumun 'hükümetlere' destek vermesi pek popüler
bir hadise olmadığını da söylemeliyim.
Bir diğer
neden, Gezi Parkı hadisesi gündeme geldikten sonra Malezya Sosyalist Partisi ve
bazı öğrenciler dernekleri destekçileri olan ve sayıları onlarla ifade
edilebilecek küçük bir grup Kuala Lumpur'daki Bağımsızlık Meydanı'nda çadır
kurarak sözde Gezi Parkı protestocularına destek verdiler. Bu gruplar dünya
görüşümüz farklı olsa da, Malezya'da reform çabası içerisinde birlikte
olduğumuz oluşumlar. Tabii destek verebilirler. Bunun anlaşılabilir yönleri
olabilir... Ancak biz bir şeyi objektif olarak çok net bir şekilde ortaya
koymak istedik. Bu gruplarla Malezya'da 'reform' çabasında birlikte olabiliriz.
Ancak Gezi Parkı hadisesiyle ilgili açıklığa kavuşturulması gereken noktalar
olduğuna inanıyorduk. Öncelikle arada bir 'iletişim' problem var. Yani Türkçe,
Malezya toplumuna yabancı bir dil. Dolayısıyla bu desteği verenlerin meleseyi
anladıkları kanaatinde değilim. Olan biteni takip etmek ancak uluslararası
medya organları vasıtasıyla ve onların aktardıklarıyla sınırlı. Bu noktada,
uluslararası medyanın bazı önyargıları ve yanlış haberleriyle Malezya halkının
Türkiye'de olan biteni anlamasını nasıl şekillendirdiğini tahmin edebiliyoruz.
Gezi Parkı
hadisesi Malezya'da olan biteni yansıtması dolayısıyla da ilgi çekici. Bunun
üzerine Türkiye Büyükelçisi Sayın Serap Atay Hanımefendi'den randevu alıp neler
olup bittiğini anlamak istedik. Sağ olsun Sayın Büyükelçi talebimizi kabul
etti. Bazı hususları kendisinden öğrenmiş olduk. Bunun yanı sıra, Türkiye'deki
bağlantılarımız vasıtasıyla da gelişmelerle ilgili birinci elden haber alma
imkânı bulduk. Sorunun bir 'çevre' meselesi olarak nüksetmesi ardından başka
türlü gelişmelerin olması, özellikle polisin müdahale tarzı vs. ancak burada
önemli bir husus var... Yetkililerin o dönemde centilmence özür dilemeleri
dikkat çekiciydi. Hükümet yetkililerinin samimiyetinin bir ifadesi olan bu
yaklaşıma öyle her yerde rastlamak mümkün değil. Üstüne üstlük Sayın Erdoğan
protestocularla görüştü, konunun referanduma götürülmesini önerdi vs. Yani, tüm
bunlar öyle 'diktatörlerin' yapabileceği işler değil. Tam da bu noktada,
gelişmeler üzerine Sayın Erdoğan'a destek vermemiz gerektiğine karar verdik.
'Gezi
Parkı' manzaraları televizyonlarda gösterildiğinde Malezyalılar nasıl bir tepki
verdi?
Sanmıyorum
ki, Taksim'de Gezi Parkı'nda bu tür bir eylem sık sık yapılsın. Bu nedenle
insanlar, doğrudan 'Arap Baharı' görüntüleriyle özdeşleştirdiler ister istemez.
Merak ettiler 'neler oluyor?' orada diye. Ardından uluslararası medyanın işlevi
devreye girdi. Gösterilerin Türkiye'de bir 'değişim' arzusu olduğu yönünde bir
algı oluşturdu. Sanki gerçekten de ülke ciddi bir meseleyle kaynıyordu...
Aslında kimse ne olup bittiğini anlamamıştı. Hatta 'Gezi Parkı'nın kendisi
nedir pek karşılığı yok gibiydi. Öyle ki, bu nokta Sayın Büyükelçi'nin
'Malezyalıların pek anlayabileceğini sanmıyorum. Bir çevre problem olarak
nüksetti. Her bir karışı yeşillik olan Malezya'da Gezi Parkı gibi çevreci bir
hassasiyetin karşılık bulması biraz zor' şeklindeki açıklaması bu noktayı çok
net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Bu
destek mitingiyle sadece Ortadoğu'ya özelde de Türkiye'ye mesaj vermediniz.
Kanaatim o ki, Malezya halkına da bir mesaj vardı. Bu bağlamda hedefinize
ulaştığınızı söyleyebilir misiniz? Yani Malezya halkı Gezi Parkı hadisesiyle ortaya
çıkan gelişmeleri sizce anlıyabiliyor mu?
Malezya'da
Türkiye'yi yakinen takip eden çevreler var. Örneğin, muhalefetteki Halkın
Adaleti Partisi (PKR), Sayın Erdoğan'ın AKP'sini bir anlamda model olarak
alıyor. Örneğin, geleneksel bir parti olan Malezya İslam Partisi (PAS)
içerisinde dahi 'liberal' görüş yanlılarının yöneldiği isim 'Erdoğan ismi'
oluyor. Ancak pek çok Malezyalının gerçekte Türkiye'de ne olup bittiğinden
haberi olduğunu sanmıyorum. İlgi çeken, bir anlamda popülaritesi olan konu,
AKP'nin seküler bir ülkede aradan geçen yıllarda önemli bazı değişiklikleri
nasıl ortaya koyabilmiş olmasıdır. Ancak bunun derinlerinde siyasi dinamiklerin
nasıl işlediği konusunda pek bilgi sahibi olunduğunu söylemek güç. Bu bağlamda,
pek de öyle büyük beklentiler içinde değiliz. Düzenlediğimiz destek mitingiyle
ortaya koymak istediğimiz bir şey vardı o da, 'Gezi Parkı bağlamında orada
neler oluyor, net bir şekilde kamuoyuna göstermek'. Tabii bu konu Malezya
halkıyla doğrudan ilintili olmadığından, burada insanların Malezya'da olup
bitenler muvacehesinde bir karşılaştırmaya gitmeleri kuvvetle muhtemel. Yani,
'İşte ortada bir muhalif grup var, karşılarına polis çıktı ve onlara arışı
müdahalede bulundu. Tamam bu muhalefet grubunu destekleyelim'. Bu süreçte
yapılması gereken şey, Gezi Parkı hadisesi arkasında neler olup bittiğini
ortaya koymaktı. Biz de bu konuda kamuoyuna bir mesaj iletmek istedik. Tabii,
bizim yapmak istediğimiz yukarıda zikrettiğim algıyı yıkmaktı. Kolay bir iş
değil tabii ki... Kimi organizasyonlar, gruplar Gezi Parkı'nda olan biteni
'diktatörlükle' bağdaştırma eğilimine giriyor. Biz, bunu reddettik, 'İşin o
kadar da basit olmadığını, farklı yönleri bulunduğunu, sorunun demokratik
araçlarla ele alınmaya çalışıldığını, bizden çok daha nitelikli bir şekilde
konunun ele alındığını' ifade etmeye çalıştık. Ve pek çok kişi bize destek
verdi.
'Malaysiakini'de
bir yorum yazısı vardı. Yazar, Gezi Parkı hadiseleri karşısında ülkede diğer
çevreler göre Türkiye'ye daha yakın duran Enver İbrahim'in, PAS'ın hatta UMNO'nun
sessiz kalmasını eleştiriyordu. Bu 'sessiz kalma' konusunda ortada bir yanlış
anlama var mı? Ne dersiniz?
Evet
kesinlikle... Gerek iktidar yanlısı gerekse muhalefet yanlısı olsun insanların
ilk uyanan şu oldu. "Tamam orada bir gösteri var. tam da buradaki duruma
uyuyor." Ancak insanların hangi siyasi blok içinde yer aldıklarıyla da
alâkalı. Yani, iktidara yakın görüşte olanlar "İşte bakın. Erdoğan bile
göstericilere nasıl 'güç' kullanıyor". Yani Malezya'da olan hadiselere
yönelik böylesi bir iç yansıtma ve haklılaştırma gibi bir durum doğdu.
Mulalefet içerisinde de kimi oluşumlar, göstericilere karşı yapılan bazı
girişimlerden hareketle buradaki durumla özdeşleştirmeye başladılar. Burada bir
örneklik kurulduğunu da düşünüyorum. Yani, Gezi Parkı karşısında süreçte
izlenen politika, yani polisin özür dilemesi, göstericilerin temsilcileriyle
görüşme, vb. Malezya için bir örneklik olsa gerek.
Son
birkaç haftadır Türkiye'deki gelişmeler karşısında Malezya hükümeti herhangi
bir tepki verdi mi?
Hayır, bugüne
kadar bir tepki ortaya konmadı. Bizim hükümet liderlerimizden herhangi bir
demeç sadır olmadı.
Gösteri
ulusal medyada yer buldu mu?
İzleyebildiğim
kadarıyla buna olumlu cevap veremeyeceğim. Burada medyanın oldukça seçici
davrandığı görülüyor. Ancak sosyal medyada haberler ve fotoğraflar çıktı.
Basın
açıklamalarında, konuşmalarda öne çıkan hususların başında 'ümmet' kavramına
vurgu vardı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ümmet kavramı
bizim için önemli. Yeni dünya düzeni, Arap Baharı, jeo-politik değişiklikler
nasıl bir dünyada yaşadığımızı nasıl tepkiler vermemiz konusunda bizi uyarıcı
gelişmeler. Dolayısıyla gelişmeleri tek tek parçalara ayırmak çok naïf bir
yaklaşım olur. Her gelişme birbiriyle şu veya bu şekilde ilintili.
Suriye'ye
dört grup gönderdik. Bu devam edecek... Türkiye'den destek almadan girmek
mümkün değil. Örneğin Mübarek döneminde Gazze'ye girmek mümkün değildi. Ancak
şimdi işler bir ölçüde değişti. Rohingya konusu... Rohinya'da olup biten
konusunda kaygımız var. Coğrafi olarak baktığmızda yakınımızda bir ülke. Bizim
bölgemizde olup biten bir hadise. Ancak pek fazla bir şey yapamıyoruz. .
Malezya Myanmar'a komşu denilebilecek bir ülke. Ekonomik çıkarları olan, ASEAN
özelinde ilişkileri olan bir ülke. Bununla birlikte, hükümetin pek de fazla bir
şey yapamadığını görüyoruz. Öte yandan, Malezya'da pek çok Rohingyalının
varlığı da bir gerçek. Dr. Mahathir döneminde Rohingyalıların ülkeye geldiğini
biliyoruz. Günümüzde İslam ülkeleri arasında Malezya'nın liderlik rolü oynadığı
söylenemez. Ancak bu rolün Türkiye tarafından üstlenildiği ortada. İslam
Birliği içerisindeki etkinliği dikkat çekiyor vs. Enteresandır, Rohinya
konusunda inisiyatifin Türkiye tarafından alındığına tanık olduk. Dışişleri
Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ve Sayın Erdoğan'ın eşi Emine Hanım'ın Myanmar'a
gitmeleri büyük bir hadiseydi. Sanırım tüm bunlar Türkiye'nin 'ümmet' kavramı
etrafında yapmaya çalıştığı girişimler.
'Ümmet'
kavramı üzerinden gidersek, Malezya hükümeti bu konuya müdahale etmedi şimdiye
kadar. Sivil inisiyatif olarak siz rol aldınız. Bu noktada arada bir görüş
farklılaşmasından söz edilebilir mi?
Hükümet her
şeyi yapar, her şeyi bilir dönemi sona erdi. Bu hususu Sayın Başbakan Necib
bile dile getirdi. Sivil toplum, üçüncü güç olarak ortaya çıktı, çıkmaya devam
ediyor. Siyasi partiler, piyasa ve sivil toplum güçlerini ortaya koyuyor.
Hükümet te sınırlılıkları olduğunu artık biliyor ve bunu ortaya koydu. Örneğin
Rohinya meselesinde... Biz Hükümetin daha çok şey yapmasını, oraya gitmesini
istiyoruz. Ancak bugüne kadar bir tek bakan oraya gitmedi. Oysa Türkiye
bakanını gönderdi. ASEAN ülkeleri olarak bazı sınırlılıklarımız var. Yani
aradaki 'iç işlerine karışmama bağlamındaki konsensus' vs... hükümet önü
tıkandığı noktada, sivil toplumu harekete geçiriyor.
Gezi
Parkı konusunda ortaya bir 'basın' sorunu çıktı. Bu konuda örneğin
Türkiye-Malezya kamuoylarının birbirini algılamasının önünde ciddi engeller
gözüküyor. Neler söylemek istersiniz?
Evet
haklısınız... Aşağı yukarı her konuda tümüyle yabancı medyaya bağımlıyız. En
azından el-cezire var. Ancak o da şüphe altında. Medya dışında sivil
oluşumların birbiriyle etkileşimi önemli. Dil gibi bazı engellere rağmen,
Türkiye'deki gelişmeleri ABIM olarak yakinen takip ettiğimizi ifade etmeliyim.
Benzer duyarlılıklara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Malezya ve Türkiye
arasındaki coğrafi uzaklık bu anlamda bir sorun teşkil etmiyor. Ümmetin
sorunlarının halli için güçlü bir liderlik yapısına ihtiyacımız var.
Son
olarak bu konuyla ilgili görüşleriniz neler?
Umarız, Gezi
Parkı olayı en kısa sürede barışçıl ve demokratik yollarla sonuçlanır ve
böylece 'Türkiye Baharı' yaftasının temelsiz olduğu ortaya çıkar. Sorunun çözüm
yolu, Malezyalıların ve dünya kamuoyunun algılarını değiştireceğine kuşku yok.
İkinci olarak, Türkiye'nin İslam dünyasına yardımlarının devam etmesini
diliyoruz. Türkiye'nin bu noktada oynadığı rolü Malezya Müslümanları olarak
gönülden takdirle karşılıyoruz. Kimi noktalarda örneğin sivil toplum olarak
bizlerin de katkıları olacağına inanıyoruz.
Kıymetli
vaktinizi ayırdığınız ve görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ben de
teşekkür ederim.
http://www.dunyabulteni.net/roportaj/264404/turkiyenin-malezyadaki-baglari