24 Nisan 2017 Pazartesi

ABD Asya-Pasifik’te güven arayışında / The US looking for trust in Asia-Pacific

Mehmet Özay                                                                                                                         24.04.2017

ABD başkan yardımcısı Mike Pence on gün boyunca Asya-Pasifik bölgesindeydi. Pence’in Güney Kore, Japonya, Endonezya ve Avustralya’yı kapsayan resmi ziyaretler zinciri, ABD yönetimin bölge ile irtibanının kopmadığını, kopmayacağının bir kez daha göstergesiydi. Bu ziyaretin de pekiştirdiği üzere, ABD yönetiminin Asya-Pasifik bölgesine ilgisi ve eğilimi gün geçtikçe daha da önem kazanıyor.

Pence’in yukarıda zikredilen dört ülkeye ziyareti Amerika ile ilgili ülkeler arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra, hiç kuşku yok ki, Kuzey Kore sorununa dair önemli bir diplomasi girişimiydi. Başkan yardımcısı Pence’ın, tıpkı Savunma Bakanı James Mattis’in Ocak ve Rex Tillerson’ın ise Mart ayında bölgeye yaptıkları ziyaretleri gibi, ilk ziyaretini Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelere yapması, ABD’de yeni yönetimin içe kapanmacı politikaları nedeniyle bu bölgeyle bağların zayıflayacağı yönündeki düşüncelerin giderek anlamını yitirmekte olduğunu ortaya koyuyor.

ABD’den kararlılık mesajı
Pence’in ziyaretlerinin ana çerçevesini ABD’nin Asya-Pasifik bölgesiyle var olan bağının teyidi kadar, yaklaşmakta olduğu izlenimi verilen Kuzey Kore’ye yönelik bir saldırı için, ilgili ülkelerle belki de son destek ve görüş alış verişlerini gerçekleştirmekti. Bu ziyaret, ABD yönetiminin Kuzey Kore tehdidine karşısında, ‘Kuzey Kore’ye askeri müdahalenin masada” olduğu yönündeki açıklamalarının giderek güç kazanmakta olduğunu kanıtlıyor. Öyle ki, bugünlerde Foreign Affairs başta olmak üzere bazı önemli yayın organları bir yandan ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine verdiği tarihsel önemi hatırlatan, öte yandan ABD ve bölgedeki müttefiklerinin Kuzey Kore’ye sıcak bir girişimde bulunmalarının nedenlerini izah eden yayınlar konunun hiç de hafife alınır bir yanının olmadığını gösteriyor.

Bu bağlamda, söz konusu ziyaretlerin, Trump’ın ‘önce Amerika’ vizyonunun bölge ülkelerinde neden olduğu, “ABD bölgeden çekiliyor mu?” yönündeki kafa karışıklıklarını ve kaygıları ortadan kaldırmayı hedeflediği çok açık. Bu noktada, Trump’ın çizmeye çalıştığı vizyon ile, ABD’de ilgili bakanlıklar ve kurumlar nezdinde bölgeye bakış arasında bir ayrışma olduğu söylenebilirse de, gelinen noktada Trump’ın da kaçınılmaz olarak Asya-Pasifik bölgesinde var olmanın önemine ikna edilmiş olduğunu ileri sürebiliriz. Bu nedenle, öncekiler gibi Pence’in ziyareti de, Asya-Pasifik bölgesinden başlayarak küresel kamuoyuna ABD’nin belirsizlikleri aşma ve güven tazeleme amaçlarını içeriyor.

Washington bölgedeki müttefiklerine muhtaç
Pence’in bu siyasi atağı, ABD başkanı Donald Trump ile Çin devlet başkan Şi Cinping arasındaki 6-7 Nisan günlerindeki Kuzey Kore temalı ‘zirve’nin akabinde gerçekleşmesiyle de önem taşıyor. Liderler zirvesinin akıllarda kalan en önemli açıklaması, Başkan Trump, Şi Cinping’den Kuzey Kore üzerinde yaptırım gücünü ortaya koyması, aksi halde ABD’nin tek başına Kuzey Kore sorununu çözeceği yönlü yaklaşımıydı. Her ne kadar, Trump ‘tek başına’ dese de bölgedeki birincil derecede ittifak halindeki ülkelerle ve diğer ülkelerin desteğini almaksızın böylesi bir hamleye kalkış/a/mayacağı ortada. Zaten Pence de, Avustralya ziyaretinde, Çin yönetimine atıfta bulunarak Kuzey Kore’yle baş edemiyorsa, ABD’nin bu işi müttefikleriyle yapacağını açıkladı.

Her ne kadar, Trump, önceliği Kuzey Kore tehdidine karşılık olarak verse de, aslında bu durum, daha önceki ABD yönetimlerinin Asya-Pasifik bölgesinde kalıcı olma yönündeki iddialarından bağımsız bir duruma tekabül etmiyor. Bugün Kuzey Kore’nin öne çıkmasında, bu ülkenin nükleer füze denemelerinde ABD’yi hedef alabilecek bir kapasiteye erişmiş olması yatıyor. Öyle ki, Kuzey Kore’nin bugün yarın yapması beklenen kıtalararası balistik füze denemesi bunun en açık göstergesi. Kaldı ki, Kuzey Kore’nin askeri kabiliyetinin ABD’nin bölgedeki iki güçlü müttefiki konumundaki Japonya ve Güney Kore’deki üslerini ve açık denizdeki ABD donanmasını da hedef alabilecek olması, ABD’nin ‘ulusal güvenlik’ olgusuyla doğrudan ilintili bir durum ortaya koyuyor.

Güney Kore’nin tereddütleri
Pence’in Güney Kore ve Japonya ziyaretleri, bu iki ülkenin Kuzey Kore’nin doğrudan hedefi olmaları dolayısıyla birincil önem taşıyor. Güney Kore’de devlet başkanı Park Geun-hye’nin yolsuzluk iddiaları sonrasında görevine son verilerek hapis cezası almasının ardından 9 Mayıs’ta yapılacak başkanlık seçimleri, Kuzey Kore ile ‘mücadelede’ nasıl bir politika izleneceğinin de belirlenmesinde bir rol oynayacak. Sanıldığının aksine Güney Kore’de tüm siyasi partiler veya liderler Kuzey Kore’ye yönelik savaş yanlısı bir yaklaşım içerisinde değiller.

Başkanlık için yarışacağı belirtilen kimi adayların Kuzey Kore’yle ‘sıcak bir temas’ yerine siyasi yollarla Kim Jong-un rejiminin iknaya devam edilmesi ve hatta Güney Kore’ye yerleştirilmesi plânlanan füze savunma sistemlerine (THAAD) dahi karşı çıkıldığı biliniyor. Bu noktada, akıllara ABD’nin bu süreçte Kuzey Kore seçimlerinde “bir rol oynayabileceği de” gelmiyor değil. Kuzey Kore’ye sıcak bir gelişmeye karşı olanlar hiç kuşku yok ki, Yarımada’da olası bir savaşın başta başkent Seul olmak üzere Güney Kore’ye vereceği her türden kayıpların da hesap edildiğini düşünmek gerekir.

Güney Kore’deki seçim süreci ve akabinde füze savunma sistemlerinin yerleştirilmesi tamamlanmadıkça, ABD’nin Kuzey Kore’ye yönelik olarak bir saldırısından bahsetmek hiç de akılcı değil. Kaldı ki, ABD ve Kuzey Kore yönetiminlerinden gelen açıklamalarda, “yapılacak ilk saldırı” denilerek, karşı tarafın ilk hamlesinin beklendiği ve buna göre konum belirleneceği yönünde bir yaklaşım da gözlemleniyor.

Tehdit tüm bölgeyi kapsıyor
Pence’in Avustralya gezisi, Kore Yarımadası temelli yaklaşık kadar, özellikle Trump-Turnbull arasında yaşanan telefon skandalını gidermeye matuf bir yönü içeriyordu. Asya-Pasifik’de böylesine önemli bir aşamaya gelmiş olan ABD’nin, Obama döneminde Avustralya ile yapılan Manus ve Nauru Adaları’ndaki sayısı bini aşkın göçmenin ABD’ye gönderilmesi konusu herhalde ilişkilerin dondurulması gibi bir sonuca yol açması beklenemez.

Pence’in bu ziyaretinde belki de en dikkat çeken ülke Endonezya oldu. 2014 yılından bu yana, devlet başkanı Joko Widodo yönetiminin ABD ile arasına mesafe koyma yönelimli bir dış politika izlemesi ve daha çok Çin’e yakınlaşma çabalarına rağmen, Pence bu ülkeyi gündeme aldı. ABD yönetiminin dış ticaret açığına yol açan on altı ülke arasında adı geçen Endonezya ile ticari ilişkilerin geleceği kadar, Papua Eyaleti’nde faaliyet gösteren ABD kökenli Freeport madencilik şirketinin Endonezya hükümetiyle yaşadığı sorunlar konuşuldu. Bununla birlikte, Kore Yarımadası’nda BM kararları olmasızın bir girişime sıcak bakmadığının işaretini Suriye’ye yapılan füze saldırısında ortaya koyan Endonezya yönetimini bu sorunun ‘ciddiyeti’ konusunda ikna çabası da gündemdeydi.

Tabii, Pence bu görüşmelerde havayı yumuşatma adına Endonezya makamlarının her daim memnun oldukları şekilde ülkenin “ılımlı İslam anlayışını” öven sözleri öne çıktı. Bununla birlikte, bu ülkenin sahip olduğu bir entellektüel birikim ve bu yönde günümüzde kayda değer bir çaba olup olmadığı gündeme taşınmıyor. Bu noktada, ülkenin kahir ekseriyetinin ‘Müslüman’ olmasından neşet eden bir niceliksel duruma atıf ise, suni bir gündem oluşturmaya matuf bir yönü bulunuyor.

Kuzey Kore sorunu, ABD dış politikasında öncelikli bir yer almış durumda. Suriye ve Afganistan güzergâhından Kore Yarımadası’na doğru bir rota çizen başkan Trump’ın çıkışını bölge ülkeleri ciddiye alıyor. Bu ciddiyet, bir yandan bölgede sadece Japonya ve Güney Kore değil, dünkü açıklamalarda da görüldüğü üzere Avustralya’ya kadar olan bölge ve şimdilik potansiyel olarak ABD’yi hedef alan Kuzey Kore tehdidi yakından hissedilmesi bölgede bir güvenlik tesisi ihtiyacını ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, Kore Yarımadası’ndaki sıcak bir gelişmenin, ekonomik krizlerden çıkma uğraşındaki bölge ülkelerini de yakından ilgilendiyor. Bu noktada, Yarımada’daki gelişmenin Güney Kore’yi de doğrudan etkileyecek olması, Tayland, Singapur, Malezya, Endonezya gibi ülkelerde önemli yatırımları olan Güney Kore’yi doğrudan etkileyecek olması söz konusu bu ülkelerdeki ekonomik üretim süreçlerine darbesi kaçınılmaz olacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder