Mehmet Özay 22.04.2017
İçinde
bulunduğumuz Nisan ayı, Türkiye ile Endonezya arasında siyasi ilişkilerin
başlamasının altmışıncı yılına tekabül ediyor. Türkiye’nin 10 Nisan 1957
tarihinde göreve başlayan ilk büyükelçisinden bu yana 22 büyükelçi görev yaptı.
Şu anda 23. büyükelçi görev başında. Bu çerçevede birbiriyle ilintili olduğuna
kuşku olmayan bazı hususları dile getirerek altmış yıla dair kısa bir
değerlendirme yapmakta fayda var.
Öncelikle, iki
ülkenin modern dönemde ‘cumhuriyet’ niteliklerine haiz yönetimleri,
nüfuslarının kahir ekseriyetini Müslümanların oluşturması ilk akla gelen
unsurlar. Suharto döneminin saygın bir ekonomiden sorumlu koordinasyon bakanı
Ali Wardhana’nın, “iki ülkenin pek çok benzer tecrübeleri” var sözünün de,
bizim saydığımı bir iki özelliği ‘pekiştirici’ bir yanı olacaktır. İki ulusun
birbirine muhabbetini de bunlara eklemek mümkün.
Bununla
birlikte, söz konusu ilişkilerin altmışıncı yılı bağlamında bazı hususları ele
almakta fayda var. Bu çerçevede, günceli de ilgilendiren yönüyle şu hususa
dikkat çekmekte fayda var. İslam İşbirliği Teşkilatı, G-20, atıl da olsa D-8
gibi birliklerdeki yerimiz ve öte yandan, dirsek teması mahiyetinde olmakla
birlikte gelecek vaad ettiği düşünülebilecek akredite olduğumuz ASEAN’daki
yakınlığımızın iki ülkeyi yan yana getirebilecek kurumsal vasıtalar olduğuna
kuşku bulunmamaktadır. Bu araçlar sayesindedir ki, aşağıda değineceğim bazı
hususlara dayanarak oluşan ‘dostluğun’, ‘ortaklığa’ evrilmesinin mümkün olacağı
ümidini taşıyoruz.
Bununla
birlikte, iki ülke ilişkilerini yukarıda zikredilen tarihle, yani ilk
büyükelçinin göreve getiriliş tarihiyle başlatmak ise mümkün değil denilebilir.
Örneğin daha büyükelçi atamaları gerçekleşmeden önce, 1955 yılının 18-24 Nisan
günlerinde Bandung şehrinde yapılan ve bu nedenle ‘Bandung Konferansı’ adıyla
anılan etkinliğe katılan ülkeler arasında Türkiye de yer alıyordu. Her ne kadar
bağlantısızlar, üçüncü dünya ya da görece yeni bir tabirle, ‘güneyliler’ adıyla
anılan ülkeleri bir araya getiren bu konferansta Türkiye’nin o dönem yani,
Soğuk Savaş yıllarının başlarında hangi “bloğu” temsilen katıldığı,
konferanstaki tartışmalar ve sonrasındaki gelişmelere verdiği “tepkiler”,
elbette ki tartışmaya açıktır. Bu noktada, söz konusu konferans tartışmalarını
ele alan Cakarta’daki Milli Kütüphane arşivindeki “Berita Konferensi Asia
Afrika” adlı dergiden başlayarak kayda değer araştırmalar yapmak mümkün.
Bununla
birlikte, iki ülke arasındaki ilişkilerin bağımsızlık öncesi yıllara kadar geri
götürülmesine de zaman zaman tanık olunmaktadır. Örneğin, 29 Ekim 2016
tarihinde Cumhuriyet repersiyonunda da tekrar edildiği üzere, iki ülke
ilişkilerinin Osmanlı-Açe bağlamına kadar uzatılması, hatta bu noktada bazı
referanslar dikkate alınarak 12. yüzyıla atıf yapıldığı görülür. Ancak bu
yaklaşımın iki tarafı rahatlatıcı, her iki ülke başkentine ‘sıcak’ mesajlar vermesi
açısından gayet tabii, protokolcülüğün gözetilmesi noktasında uygun bir yanı
olduğunu söylemek mümkün. Ancak yadsınamaz tarihi gerçeklerin göz ardı
edilemezliği, dün kadar, çokça ihtiyacımız olduğuna kuş olmayan bugüne ve
bugünkü ilişkilere olan yaklaşımımızda belirleyiciliği bulunmaktadır. Bu
noktada örneğin ‘Endonezya’ adı örneğinden hareketle bazı hususlara değinmekte
yarar var.
Endonezya
Cumhuriyeti’nin 17 Ağustos 1945 tarihinde bağımsızlığını ilân etti. Bu tarihden
önce ise, Hollanda Krallığı’nın bir sömürgesi olarak ‘Hollanda Doğu Hint’
Adaları adıyla anılan bir siyasi yapının içinde yer alıyordu. “Hollanda”yı bir
kenara bırakacak olursak, ‘Doğu Hint’ kullanımının muğlaklığı aşikâr olduğu
görülür. Bu anlamda, nötr bir kullanım olarak, en azından o dönemi coğrafi
olarak tanımlamak için ‘Takımadalar’ ve ‘Malay Takımadalar’ı kullanımının uygun
olduğunu söyleyebilirim. Sömürgeci Hollanda krallığı, bu Takımadalar’da, en
azından belli başlılarını hesaba katarak ifade edecek olursak, onlarca
‘millet’in varlığını ve aralarında siyasi, kültürel ve medeniyet bağlamlarında
öne çıkarılabilecek bazı bölgeleri ve bu bölgelerdeki halkları göz ardı eden bir
yaklaşım sergilemiştir.
Ve bunu da “sömürge
ahlâkı” olarak adlandırdığım ve kaynaklarını “Avrupa merkezcilik” denilen bakış
açısından alan yaklaşımı ‘dayatarak’ ortaya koymuştur. Öyle ki, basın yayın
faaliyetlerinin giderek ivme kazandığı 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın ilk
kırk yılındaki gazetelerde bölgenin adlandırılmasında Hindistan vatanı (Tanah Hindia), Hollanda Hindistanı (Hindia Belanda-Hindia Nederland-Hindia
Olanda), Hindia, Hindi, Doğu
Hindistan (Hindia Timoer), Indies kullanımların da bile bunun
izlerini görmek mümkün. Bu noktada, ‘Endonezya’ kelimesinin ilk kullanımının
19. yüzyıl son çeyreğinde gündeme geldiğini söylemek gerekir. Bu kullanımın
bağımsızlık öncesindeki yayın organlarının bir bölümünde de kullanıldığına
tanık olunur.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1923’de kurulması, kuruluş sürecinde verilen
mücadeleler, o dönem ‘Doğu Hint’te hem geniş kitleler anlamında Müslümanlar ile
siyasi hareket olarak İslamcılar ve hem milliyetçi siyasi hareketler ve bu
hareketlerin yayın organlarınca dikkatle takip ediliyordu. Daha ilk gençlik
yıllarından itibaren siyasetin odağında yer almış, dönemin İslamcı hareketlerinden
biri kabul edilen ‘Sarekat Islam’ın kurucusu Ömer Cokroaminoto’nun ‘damadı’ ve önde
gelen entellektüel ve milliyetçisi Sukarno da, bu kişiler arasında yer
alıyordu. Cokroaminoto’nun, Sukarno’nun aynı zamanda ilk siyasi ‘guru’sunu
olduğunu da hatırlatalım. Bağımsızlık hareketi lideri olmaya hazırlanan Sukarno
Doğu Asya, Hint Alt Kıtasındaki bağımsızlık hareketleri gibi Anadolu’daki
gelişmeleri de araştırmış ve dönemin önemli isimlerin eserlerini veya
haklarında yazılanları hapiste bulunduğu dönemde elden geçirmiştir. Bu ‘okuma’
sürecinin bağımsızlık hareketine manevi güç kazandırmasının ötesinde,
bağımsızlığın ardından “Beş İlke” (Pancasila) ideolojisinde göründüğü üzere,
‘nasıl bir devlet yapısının teşkil ettirileceği’ sorusuna gayet önemli
cevapların verilmesine de yol açmıştır.
Bu kısa
tarihi hatırlatmalardan sonra ‘büyükelçiliklerin’ açılmasıyla gündeme gelen
ilişkilere dair “Acaba Endonezya Milli Kütüphanesi’nde neler var?” diye
soruştururken, daha çok bazı resmi ziyaretler ile büyükelçilerin çeşitli
‘protokoller’de çekilmiş fotoğraflarına rastladım. Bunlar arasında, 24 Kasım
1976 tarihinde Çaldıran depremi sonrasında 10 Aralık’da Endonezya hükümetinin
on bin dolarlık deprem yardım çekini Türkiye büyükelçisine takdimi; 18 Aralık 1982
tarihli Kenan Evren’in dönemin devlet başkanı Suharto ile görüşmesi gibi
görseller bulunuyor. Ayrıca, Endonezya din işleri bakanlığı da yapmış olan
Abdul Mukti Ali’nin de aralarında bulunduğu entellektüellerce Türkiye gibi
modern bir devlette İslam ve sekülerlik (tabii bunu ‘laiklik’ olarak anlamak
gerekiyor) konusunu ele alan çalışmalar; Türkiye’den bazı kitaplar arasında,
kendisini Açe’de misafir etmek de nasip olan, merhum Korkut Özal’ın ‘Türkiye’de
Sulama Alanında Kalkınma İncelemesi’ (1962) adlı bir eser dikkat çekiyor.
Altmış
yıllık ilişkilerde anılması gereken elbette başka hususlar da yok değil. Ancak
son olarak merhum Metin İnegöllüoğlu’nu zikretmek gerekir. 1986-1989 yılları
arasında büyükelçilik yapan İnegöllüoğlu’nun “Asya-Pasifik’te Türk İzleri”
(1998) adlı kitap çalışması iki ülke ilişkilerinin dünün bugünü kadar
geleceğine dair de ipuçları barındırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder