10 Mart 2017 Cuma

IORA: Hint Okyanusu’nda Bölgesel İşbirliği mi? / IORA: “Attemp for Regional Cooperation in Indian Ocean?”

Mehmet Özay                                                                                                                         10.03.2017

Endonezya’nın başkenti Cakarta, 6-7 Mart günlerinde ‘Hint Okyanusu’na Kıyısı Olan Ülkeler Birliği” (IORA) adıyla anılan toplantıya ev sahipliği yaptı. 21 ülkeden üst düzey katılımla gerçekleştirilen toplantı katılımcı ülkelerin sayısal çoğunluğunun ötesinde, Hint Okyanusu gibi önemli bir su yolunun yeniden gündeme gelmesi bakımından önem arz ediyor. Afrika kıyılarından doğuya doğru uzanan geniş coğrafyada yer alan üye ülkeler şunlar: Avustralya, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri, Endonezya, Güney Afrika, Hindistan, İran, Kenya, Komor, Madagaskar, Malezya, Mauritus, Mozambik, Singapur, Somali, Sri Lanka, Umman, Şeysel Adaları, Tanzanya, Tayland ve Yemen. Ayrıca gözlemci sıfatıyla altı ülke de -Çin, Fransa, Japonya, ABD, Mısır, Almanya ve İngiltere- toplantılarda yer aldı.

Dünyanın üçüncü büyük okyanusu olarak istatistiklerde yer alan Hint Okyanusu Malaka Boğazı ile bölgedeki diğer irili ufaklı su yollarıyla Ortaasya ve Doğu Asya ile Takımadalar bütünün birbirine bağlarken Süveyş Kanalı ile Akdeniz’e ulaşıyor. Bu çerçevede, 1950’li yıllarda Japonya ile başlayan özellikle 1980’lerden itibaren kalkınma hamlelerinin başgösterdiği Doğu Asya ve Güneydoğu Asya ülkelerinin enerji ihtiyacının karşılanması kadar, bu bölgenin ürettiği emtianın aynı yolla Ortadoğu, Afrika ve özellikle de Avrupa’ya aktarılmasında aktarma organı olarak işlev görüyor.

Aslında IORA, Sovyetler Birliği’nin başını çektiği ‘Doğu Bloku’nun çökmesi ve Soğuk Savaş yıllarının sona ermesiyle 1990’lı yıllarda oluşan yeni dünya düzeninde arayışlardan biri olarak gündeme geldi ve temelleri o dönemde atıldı. İlk defa 1993 yılında gündeme getirilen ve çeşitli görüşmeler sonrasında 6 Mart 1997 yılında kurulan o dönem 14 üyeli Hint Okyanusuna Kıyısı olan ülkeler birliği (IOR-ARC) “Pan-Hint Okyanusu” adı verilebilecek bölgesel birliğin adıydı. Grubun içinde sadece bölgesel değil, küresel olarak da belli bir ekonomik gücü yansıtan Avustralya, Güney Afrika ve Hindistan da bulunuyordu. Bu birliğin temel ilkelerine bakıldığında ise, örneğin son dönemde adından çokça bahsedilen ancak hayata geçirilmesi akamete uğrayan Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’ndan pek de farklı olmayan yönler içeriyordu. Bunlar arasında ticarette liberal yaklaşım, yaygın bilgi paylaşımı, yatırımların genişletilmesi, bilim ve teknolojide yakın işbirliği, turizm ve insan kaynaklarının geliştirilmesi gibi alt başlıklar üzerinde duruluyordu. Öte yandan, IORA, kuruluşundan itibaren üye ülkelerin bakanlar ve teknokratları düzeyinde sürdürülen bazı görüşmeler dışında pek fazla etkinliğe konu olmadı. Aradan geçen yirmi yıl sonra, devlet başkanları ve başbakanları katılımıyla ilk zirvesi Jakarta’da gerçekleştirilmiş oldu.

Bu zirve, aradan geçen uzun bir süreye rağmen, halen ‘geçerliliğini’ sürdüren’ ‘Hint Okyanusu’ temelli yaklaşımın yeniden masaya yatırılması anlamı taşıyor. Bununla birlikte, söz konusu birliğin yeniden gündeme gelmesinde, tıpkı 1990’larda oluşan belirsizlik gibi, 2016 Kasım seçimleri sonrasında ABD’yi yönetmeye aday olmakla kalmayan, ilk birkaç aylık söylem ve icraatının ortaya koyduğu üzere ‘icad’ edeceği politikalarla küresel gündemi belirleyecek ve bu anlamda ‘belirsizlikler dönemine’ kapı aralayacak Donald Trump yönetiminin de önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkün. Asya-Pasifik bölgesindeki 12 ülkenin katılımıyla oluşturulan ve beş yıllık kapsamlı görüşmeler sonrasında hayata geçirilmesine ramak kala Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nın (TPPA) Trump tarafından rafa kaldırılması, üye ülkelerden özellikle Japonya-Singapur, Malezya, Yeni Zelanda Avustralya tarafından alternatif arayışları olduğu biliniyor. IORA’ya üye ülkelere bakıldığında, TPPA içinde yer alan ülkelerden üçünün Avustralya, Maleya ve Singapur aktif üye, Japonya’nın ise gözlemci ülke sıfatıyla IORA toplantılarında yer alması, TPPA’ya alternatif arayışlarında yeni bir yönelime işaret ediyor. Ev sahibi konumundaki Endonezya ise, TPPA’ya üye olmasa da üye olmak için hazırlık içerisindeydi.

Cakarta’nın bu toplantıya ev sahipliğine istekli olması, elbette Jokowi’nin bir süredir Endonezya’nın bir ‘Takımadalar’ ülkesi olduğunu hatırla/t/masıyla ilintili. Ayrıca Jokowi’nin bu konuda Çin devlet başkanı Şi Cinping’in ‘Kara ve Deniz İpek Yolları’nın getirmesinden de ilham alarak devasa okyanus ve denizlerle çevrili ülkesinin bu potansiyelden ne şekilde istifade edebileceğinin yollarını araması açısından da önem taşıyor. Bu noktada, yeni arayışlar içerisindeki bölge ülkelerin yeni bir ekonomi bloğu oluşturma konusunda IORA üzerinden harekete geçmekte olduklarına tanık olunuyor. Bu anlamda en azından çeyrek yüzyıl sonra tarih bir kez daha tekerrür ederken, bu sefer acaba Hint Okyanusu’nu çevreleyen ülkeler nasıl bir siyasi-ekonomik ve kültürel yapılaşmaya imza atacakları cd ve bunu uzun erimli kılabilecekleri ise merak konusu.

Sınırları Güney Afrika’dan Avustralya’ya kadar uzanan Arap Yarımadasını çevreleyen ülkeler, Hint Alt Kıtası, ASEAN veya Güneydoğu Asya bölgesi ile kıta-ülke Avustralya’yı içine alan devasa su yolu tarihte sahip olduğu zenginliği bugün de farklı bağlamlarda da olsa sürdürüyor. Toplam 21 ülkenin bulunduğu bu coğrafyayı değişik kategoriler şeklinde ele almak mümkün. Böylece aşağıda değinileceği üzere küresel ekonominin biçimlendirilmesinde potansiyel bir yeri olduğu ileri sürülen birliğin farklı bağlamlarla da yerini tespit etmek mümkün.

Genel itibarıyla Doğu ve Güney Afrika, Arap Yarımadası ve Körfez, Hint Alt Kıtası, Malay Dünyası ve Avustralya olarak bölümlere ayırmak mümkün. Öte yandan, dini-kültürel bağlamıyla ele alındıkta karşımıza ağırlıklı olarak İslamiyetin hayat bahşettiği milletlerle, Hıristiyanlık ve Hinduizmi benimsemiş milletlerle karşılaşılır. Bir diğer gruplandırma şekli ise, Anglo-Sakson dünyasına mensup ülkeler ile, bugün için neye tekabül ettiği sorunlu da olsa, ‘Bağlantısızlar’ ekolü olarak adlandırılan ülkeleri saymak mümkün.

Bir başka kategori ise, katılımcı ülkelerle ilgili olarak tarihi referansları bağlamında ortaya konulabilir. Çin’in varlığı akıllara, 14. yüzyılda Ming Hanedanlığı döneminde Zheng Ho’nun Güney Afrika’ya kadar uzanan yedi büyük seferini getiriyor. ABD’nin varlığı, 1820’li yıllardan başlayarak örneğin Boston’dan yola çıkan ticaret gemilerinin Singapur, Penang ve Sumatra Adaları’ndaki ticari faaliyete eklemlenmesi geliyor. İngiltere özelinde ise, Güney Afrika’dan Avustralya’ya kadar uzanan geniş coğrafyada neredeyse el değmedik yer bırakmaması ile önemli bir ‘gözlemci’ statüsü rolünü hak ettiğine kuşku yok. Japonya ise, 1850’li yıllarda başlayan modernleşmeci hareketlerini endüstrileşme ve bürokratiklemedeki başarısını askeri alanda güçlü bir şekilde sergilemesi ile sömürgeci batıyı karşısına alarak ‘Asya Asyalılarındır’ ilkesini hayata geçirme hedefiyle 1936’dan başlayarak 1945’e kadar süren Hint Çini-Malay Takımadaları’nı içine alan coğrafyadaki varlığıyla dikkat çekiyor.

Yukarıda bahsi geçen kategoriler ötesinde “Acaba bu ülkelerin tümünü birleştiren yegâne unsur var mıdır?” sorusu önem taşıyor. Geçmişleri ve bugünüyle İslamiyetle ilişkileri bağlamındaki bir ‘Malay dünyası’; sömürge dönemindeki Anglo-Sakson hegemonyasının sömürge sonrası dönemdeki ‘Commonwealth’ ilişkisinden söz edilebilirse de, bu değerlerin birleştiricilikten bahsetmenin tartışmalı olduğu görülüyor. Kimi gözlemcilerin ‘güney-güney’ ilişkisine güzel bir örnek olarak sunmalarına rağmen, coğrafi olarak güneyde olmakla birlikte Kuzey’in temsilcileri hükmündeki Avustralya, Singapur, ile kısmen Malezya bu cepheleşmenin dışında ve hatta rakib bir konumda bile kaldıklarını söylemek mümkün. Geriye ‘denizci millet’ olma hususiyeti kalıyor ki, zaten 90’lardan başlayarak hafta başındaki toplandıda da başat unsur ekonomi ve ticari ilişkilerin yapılaştırılmasına odaklanıyor. Dönemin getirdiği bir diğer unsur olarak ‘güvenlik’ meselesi de yabana atılır bir konu değil. Bununla birlikte, gözlemci statüsündeki ABD ve Çin’den güvenlik noktasında doğrudan bir açıklama gelmiş olmasa da, IORA dışındaki ikili ilişkiler çerçevesinde Hint Okyanusu’na müdahil olduklarına tanık olunuyor. IORA içerisinde ise üye ülkelerden, örneğin Hindistan’ın Çin’le olan ayrışması Çin’in Hint Okyanusu’nda hayata geçirilecek güvenlik eksenli politikalarda söz sahibi olmasını istememesi sonucunu doğuruyor. Kaldı ki, Hindistan henüz üye olmamakla birlikte Pakistan’a karşı da benzer bir refleks gösteriyor.

Bu bağlamda, Endonezya devlet başkanı Jokowi’nin konuşmasına göz atmakta fayda var. Jokowi, “1000 yıl boyunca Atlantik dünyaya egemen oldu. Şimdi sıra Hint Okyanusu’nda… Hint Okyanusu, dünya ekonomisine yön verebilecek bir büyüme sergiliyor.” tarzında bir söylemi dillendirmesi dikkat çekiciydi. Bu söylem, sanki IORA bağlamında tarihin yönü değişiyor veya değişmeye aday bir algı oluşmuyor değil. Jokowi’nin bu söyleminde kısmen haklılık payı olduğunu bile söylemekle mümkün. Ancak ‘1000 yıl boyunca Atlantiğin rolü’ ne idiyse bunu belirleyen Avrupa oldu. Öte yandan, Hint Okyanusu’nda neler olup bittiğini ise, genel anlamda 1000 yıla varan bir yaklaşımla bile ele almaktan uzak bir durumda oluşumuzda, bu okyanusu çevreleyen milletlerin tarihinin de Avrupalılarca belirlenmesinin etkisi var. Bu bağlamda, Avrupa merkezci yaklaşımın bir ürünü olarak dünya tarihine Magellan’ın 15. yüzyıl sonundaki Hindistan seferiyle giren Hint Okyanusu’nun bu yüzyıl öncesinde ne gibi rol oynadığı konusunda yerel kaynakların ve bu geniş coğrafyada yaşayan çeşitli milletlerin tarihi, dini-kültürel ve ekonomik etkinliklerinin es geçilmesi, gözleri sürekli Batılı araştırma kurumları ve üniversitelerin verilerine mahkum ediyor. Bu tarihi referanslar üzerine uzun uzun konuşmak mümkünse de, Başkan Jokowi’nin bu yaklaşımın revize edilmeye matuf bir yönü olduğunu belirterek yetinelim.

Yukarıda zikrettiğim bazı itirazlara rağmen, bugün IORA’nın yeniden bir araya getirilmesine sebep, bu coğrafyanın küresel ekonomi içerisindeki yerine işaret eden şu anki konumu ile sahip olduğu potansiyellerinin cazibesidir. Yine Jokowi’nin konuşmasına atıf yaparsak, bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmışlık seviyesi, örneğin Doğu Afrika’nın yüzde 6’lık, Hint Alt Kıtası ve ASEAN ülkelerinin yüzde 5 ila 7’lere varan büyüme oranları bulunuyor. Söz konusu büyüme rakamları bir cazibe merkezi olmakla birlikte, sağlıklı bir büyümenin veya Batılı liberal ekonomilerin ortaya koydukları eko-politik yaklaşımların çokça uzağındaki ülkelerde orta sınıflaşmanın da etkisiyle ‘iç tütekimdeki artış’ gibi farklı olgulardan hareketle ortaya çıktığını görmek gerekir. Bu anlamda, bu ülkelerde ‘kalkınma hızlarının’, hakim sistemin, yani mevcut neo liberal politikalar ve geniş anlamıyla kapitalizmin küresel etkisinin bir sonucu olduğuna kuşku yok. Öte yandan, bu büyüme rakamları ile söz konusu ülkelerin büyük bir çoğunluğunun teknolojik, bilimsel katkıları, sürdürülebilir eko-politik politikalar, şeffaf yönetim gibi Batılı liberal ekonomilerin hakim olduğu süreçleri ne kadar takip edebildikleri ise şüpheli.

Bu mülâhazalar çerçevesinde ekonomiye kazandırılacak potansiyel değerler, iyi niyet, ülkeerin karakteristiklerinden hareketle güney-güney ilişkisi ve Batı’ya tepkinin dışında IORA’yı güçlü bir konuma kazandırmak için üye ülkelerin daha epey yol katetmesi gerekecek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder