Mehmet Özay 21.03.2017
ABD’de
Donald Trump yönetimi ikinci ayını doldurmadan Asya-Pasifik bölgesine ikinci
önemli ziyaret gerçekleştirildi. Savunma Bakanı James Mattis’in Ocak ayı
sonundaki ziyaretinin ardından Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un da geçen hafta
bölgeydi. Kabinenin belki de bu en önemli iki bakanının peşpeşe Japonya, Çin,
Güney Kore’ye ziyaretleri dikkate alındığında, ABD yönetiminin Asya-Pasifik’te güvenlik
ilişkilerini öncellediği görülüyor. Bu gelişme Başkan Trump’ın daha önce
yaptığı ve Asya-Pasifik’e yönelik keskin değişimler olacağı intibaı veren
açıklamalarının aksine, bölgenin reel-politiğine uygun bir siyaset izlemekte
olduğunu ortaya koyuyor.
“Stratejik sabrın”
sonu
Tillerson’un
ziyaretinin hedefinde hiç kuşkusuz ki Kuzey Kore sorunu bulunuyordu. Kuzey
Kore’nin daha bu yılın başlarında olmamıza rağmen, beş füze denemesi tek başına
yeterli bir neden olmakla birlikte, ziyaretin detaylarına bakıldığında, ABD
yönetininin Kuzey Kore politikasına yönelik ciddi bir revizyonu gündeme
getirdiğine tanık olunuyor. Söz konusu bu revizyon, sadece Cumhuriyetçi
yönetimin eski başkan Obama döneminde uygulanan ve ‘stratejik sabır’ olarak
adlandırılan Kuzey Kore politikasına karşı değil. Aksine, geçen yirmi yıllık
süre zarfında uygulanan ve Kuzey Kore yönetiminin nükleer silah üretimi ve füze
geliştirme sistemlerini sona erdirmesi ümidine dayalı politikasının
sonlandığına işaret ediyor. Bu anlamda Japonya, Güney Kore ile ittifak ilişkileri
güçlendirilirken, hiç kuşku yok ki, en önemli açılım, Kuzey Kore sorununun
çözümüne yönelik olarak Çin’le stratejik işbirliği olarak adlandırılabilecek
işbirliği olacak.
Kuzey
Kore’ye yönelik politika değişikliğinde füze denemelerinin kıtalararası boyuta
gelip dayanmış olması, ABD’de sabırların taşması anlamına geliyor. Bu noktada,
Güney Kore ve Japonya’nın doğrudan hedef altındaki ülkeler olması kadar, füze
denemelerinde gelinen aşamada kıtalararası nitelik kazanması ABD’yi de hedef
tahtasına yerleştiriyor. Burada sorun, sadece Kuzey Kore olmadığını da görmek
gerekiyor. Birleşmiş Milletler’in aldığı tüm yaptırım kararlarına rağmen, Kuzey
Kore yönetiminin halen ayakta kalabilmiş olması kadar, nükleer ve füze
çalışmalarına devam edebiliyor olmasının arkasında destekçi olan ülke veya
ülkelerin varlığı önem taşıyor.
Kilit ülke Çin
Bu
gelişmeler ışığında gözler Çin’de. Çünkü Çin’in Kuzey Kore ile açık bir şekilde
devam ettirdiği ticari ve ekonomik işbirliği bulunuyor. Ayrıca, Çin’in, Kuzey
Kore’nin füze ve nükleer sistemlerinin bugünkü seviyeye taşınmasında açık bir
desteği olduğu şimdilik söylenemese de, en azından takındığın pasif tavır ve
bunun ‘teknolojik alt yapı’nın geliştirilmesindeki rolü göz ardı edilemez. Bu
durum, Çin’in, bugüne kadar Kuzey Kore’nin ‘hamisi’ vasfını taşıyan ülke olduğunu
açıkça ortaya koyarken, Kuzey Kore sorununun çözümünde bugün onu ‘kilit ülke’ konumuna
getirmiş durumda. Bu nedenle, Tillerson’un Çin’de devlet başkanı Şi Cinping ve başbakan
Wang Yi ile yaptığı görüşmelerde iki ülke arasında ‘stratejik’ bir anlaşmanın
önemine dikkat çekilerken, bu yönde bazı işaretler verildi. İşte bu nedenle, Tillerson’un
ziyaretinde anahtar ülkenin Çin olduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Bu
bağlamda, söz konusu bu ziyaret vesilesiyle, ABD Dışişleri bakanlığı Doğu ve
Pasifik bölgesinden sorumlu sekreter yardımcısı Susan Thornton yaptığı açıklamada,
Tillerson’un ziyaretini ‘sonuç odaklı’ olarak tanımlaması da dikkatle üzerinde
durmayı hak ediyor.
Alınması
beklenen sonuç, Kore Yarımadası’nda olası bir sıcak çatışmaya girişilmeden,
Kuzey Kore yönetiminin nükleer ve füze denemelerini sonlandıracak bir sürece
çekilmedi. Ancak unutulmamalı ki, Kuzey Kore’nin hamisi konumundaki Çin bugüne
kadar verdiği desteği, salt “iyi komşuluk ilişkileri” bağlamında
gerçekleştirmiş değil. Kuzey Kore toprak sahasının Çin’in ulusal güvenliği için
tampon bölge oluşu birincil nedeni teşkil ediyor. Zaten bu nedenle Çin
yönetimi, ABD’nin Güney Kore’ye yerleştirmeyi istediği füze savunma sistemine
(THAAD) karşı çıkıyor. Bu füze sisteminin Kuzey Kore’den gelebilecek olası bir
saldırıda savunma kadar, Çin’in teritoryal bölgesini de kapsayacak olması
Çin’de ABD yönetiminin niyeti ve hedefleri noktasında şüphelere yol açıyor.
“Sonuç odaklı”
ilişkiler
Bu
çerçevede, Thornton’un “sonuç odaklı” ifadesinin gönderme yaptığı husus, ABD ve
Çin arasında ‘yeni bir stratejik yaklaşım” geliştirmeye yönelik. Amerikan
tarafı, bu sonuç almaya yönelik çabaya, “Amerikan halkının çıkarları, bölgede
ittifak halindeki ülkelerle ilişkilerin devamı ve Çin’in uluslararası kural ve
normlara” uyması olarak açılım kazandırıyor. Özellikle son maddesi bakımından
‘idealist’ bir yaklaşım olduğu söylenebilecek bu argümanı bir anlamda
uluslararası kamuoyuna verilen mesaj olarak görmek gerekir. ABD yönetiminin
Kuzey Kore konusunda Çin’i ikna çabasında salt uluslararası kurallar ve normları
gündeme getirmek suretiyle tehditvari bir yaklaşımla sınırlı kalmayıp, aksine Çin’in
gelecekte jeo-stratejik ve jeo-ekonomik varlığına zarar getirmeyecek şekilde ticari,
ekonomik ve siyasal ilişkiler üzerine temellendirmesi gerekecek. Bu nedenle,
uluslararası kamuoyuna medya önünde verilen bu açıklamasının ötesinde,
tarafların masa başındaki görüşmelerde farklı tutum geliştirdiklerini
düşünebiliriz. Bu bağlamda, Çin yönetiminin hangi şartlarda ABD’nin önerilerine
evet diyeceği konusu önem kazanıyor.
Tabii,
Kuzey Kore yönetiminin nükleer ve füze çalışmalarına devam etmesinin ardında,
ABD’nin rejime yönelik müdahaleci yaklaşımı ve nihayetinde rejimi sona
erdirmeyi hedefleyen yaklaşımı olduğu biliniyor. Ve aynı Kuzey Kore yönetimi,
Libya örneğinden hareketle, örneğin Muammer Kaddafı’nın Batı’nın baskıları sonrasında
askeri çalışmaları sonlandırmasının, onun sonunu getirmesinden ötürü, ABD’nin
yaklaşımını sürekli bir tehdit algısı olarak değerlendiriyor. Bu süreçte, ABD
yönetiminin Kuzey Kore’yi muhatap alarak karşılıklı görüşmeler yapabilecekleri
yönündeki yaklaşımın gerçekçi gözükmediği ortada. Bu nedenle bugün gelinen
noktada, Kuzey Kore’de yaşanacak olası bir siyasi ve toplumsal değişimde Çin’in
başat bir rol oynaması olasılıkların başında geliyor.
Kuzey Kore: Küresel
bir tehdit
ABD
yönetiminin Kuzey Kore politikasındaki değişimin bir nedenini de 13 Şubat’ta
Malezya’da Kim Jong-nam’a yönelik cinayetle bağlantılı bir yönü olduğunu ileri
sürebiliriz. Kuzey Kore yönetiminin ‘inkârcı’ bir tutumla söz konusu cinayetle
arasına mesafe koyma çabasına karşılık, Malezya makamlarının şu ana kadar
ortaya koyduğu veriler, cinayetin arkasında Kuzey Kore’nin olduğuna işaret
ediyor. Kuzey Kore devlet başkanı Kim Jong-un’un üvey abisi Kim Jong-nam’a
yönelik işlediği iddia edilen cinayetin kimyasal bir silahla gerçekleştirilmesi
Kuzey Kore’yi 2008 yılında çıkartıldığı ‘uluslararası terörizme destek veren
ülkeler’ listesine yeniden alınmasına neden olabilir. Malezya gibi ‘kendi
halinde’ bir ülke sınırlarında işlenen cinayet, iddialar doğrulandığı taktirde
Kuzey Kore yönetiminin bölge için tehdit unsuru olması, sadece Güney Kore ve
Japonya ile sınırlı olmadığını da bir ölçüde kanıtlamış olacak.
Öte
yandan, Güney Kore’de bir süredir ülke siyasetini sarsan ve başkan Park
Geun-hye’nin anayasa mahkemesinin kararıyla görevine son verilmesine kadar
ulaşan siyasi kriz, Kore Yarımadası’nda güvenlik riskini artıran bir diğer
husus olarak ortaya çıkıyor. Güney Kore’de başkanlık seçiminin Mayıs ayında
yapılması kararına rağmen, ülkede siyasi istikrarın yeniden sağlanabilmesi
zaman alacaktır. Bu süreçte, Kuzey Kore’nin herhangi bir kıştırtıcı girişimi
karşısında oluşacak zaafiyet ihtimalinin de ABD yönetimince dikkate alındığı
söylenebilir.
ABD’den eylem plânı
hazırlığı
Yukarıda
zikredilen süreçler bağlamında ABD yönetimi Kuzey Kore’ye yönelik eylem planı
hazırlığı içerisinde. Tillerson’un açıklamalarında, “Masadaki seçeneklerden
birinin askeri müdahale” olacağına yer vermesi, ABD yönetiminin hazırlıklarının
Kuzey Kore’yi geçen yirmi yıl zarfında denendiği şekilde masaya çekmeyi
içermiyor. Aksine, Kuzey Kore yönetimine fazla bir seçenek bırakmadan, mevcut
nükleer silah ve füze denemeleriyle ilgili çalışmalarına kendiliğinden tümüyle
son vermesi beklentisi var. Ya da denemelerin ulaşacağı ‘tehdit boyutunun
artmasına’ karşılık askeri seçeneğin uygulanabilirliğine yönelik bir karşı
tehdit söz konusu. Bu noktada, Çin’in kilit ülke olarak bir kez daha adı
geçiyor. Birleşmiş Milletler’in yaptırımlarının sonuç vermemesi üzerine,
Tillerson, “yeni diplomatik, ekonomik, güvenlik tedbirlere başvurulacak”
derken, burada Çin’e önemli bir rol düşüyor. Bu anlamda, Tillerson’un Çin’deki
görüşmelerinde bu konu öncelikli bir yer taşıyordu.
Tillerson’un
Doğu Asya’ya yaptığı ziyaretler, ABD yönetiminin geleneksel ittifak güçleri
Japonya ve Güney Kore arasında bağların devamı ve güçlendirilmesi kadar, belki
bundan çok daha önemlisi Çin’le yeni bir stratejik işbirliği amacı güdüyor. Bununla
birlikte, Çin’in Kuzey Kore üzerindeki ‘yaptırım’ının ABD ve bölge ülkelerinin
çıkarlarına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi çabasında, Çin’in nasıl bir
politika izleyece henüz belirginlik kazanmış değil. Öte yandan, Çin yönetiminin
Kuzey Kore’deki gelişmelerden de memnun olduğunu söylemek mümkün değil. Kuzey
Kore’de Kim Jong-un’un, aralarında amcası Jang Song-thaek ve üveya abisi Kim
Jong-nam’ın da bulunduğu üst düzey 200 görevlinin hayatına son vermesi,
kendisine yönelik olası bir komployu önlemeye hedeflerken, nükleer ve füze
denemeleriyle dışarıya karşı iktidar gücünü sağlamlaştırmaya çalışıyor. Ancak
bu sürecin, ABD’de yeni yönetimin özelde Doğu Asya, genelde Asya-Pasifik bölgesine
yönelik politikalarıyla da uyuşmadığı ortada. Bu nedenle ABD, “stratejik
sabrın” sonuna gelmiş durumda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder