Mehmet Özay 10 Ağustos 2013
“Açe’de Bayramların
kendine has özelliklerinin kayda değer sosyo/dini zenginliklerinden söz etsek
de, henüz kalıcı bir ‘bayram sevincinin’ yaşandığını söylemek güç.”
Açe’de Bayram kutlamalarının kendine has bir atmosferi var. Bu atmosfer
daha Ramazan ayı öncesi hazırlıklarıyla başlar; Ramazan boyunca bu ayda
yoğunlaşan ibadetlerle çevrili bir gündelik yaşama evrilmesiyle şu veya bu
şekilde her bireyi sarıp sarmalayan bir hale bürünür; arefe günü ‘meugang’
hazırlığı ve merkez camiler etrafında ve şehir merkezlerinde konvoylar halinde
gerçekleştirilen ‘tekbir’, Bayram namazının açık alanlarda kılınmasıyla doruğa
çıkar. Oruç gibi sosyal işlevi yüksek ibadetin ve akabinde bayramın bu anlamda
Açe’de hakkıyla yerine getirildiğini söylemek mümkün. Açelilerin bu dini
hassasiyetlerindeki istikrarı Suharto’nun bile ‘fark ettiği’ söylenir. Malum
olduğu üzere, Ramazan ayının ne zaman başlanacağı konusunda Başkent Cakarta’da
ihtilafların medyada gündemde yer tuttmaya başladığı dönemde Suharto’nun,
“Bırakın taştırmayı da Açelilere sorun” dediği ifade edilir.
Açe halkının kutsal günlere ilgisinin ve katılımının olağanüstülüğüne
rağmen, bu olumlu atmosferin yılın diğer aylarına yayıldığını söylemek güç.
Bunda, tüm potansiyeline rağmen, Eyalet ekonomisinin halkın geniş kesimlerine
içine alacak bir yapılanmasının gerçekleştirilememiş olmasının rolü büyük. Bu
nedenle, bu Bayramı öncekilerden farklı kılan bazı hususlara dair kimi
gözlemlerimizi burada paylaşmakta yarar var. Bunlar arasında Bayrak Kanunu’nun halen
sürüncemede bırakılmış olması, 2014 yerel ve ulusal seçimlerine aylar kala
adayların ‘Kur’an okuma testi’ ve seçim kampanyasına başlaması vb. yer alıyor.
Hiç kuşku yok ki, bu hususların belki de önüne geçen bir olgu var ki, o da Açe
ekonomisinin tüm potansiyel imkânlarına rağmen, kendi ayakları üzerinde durması
konusunda çabaların henüz tatminkâr düzeylere ulaşmamış olması. Ekonominin saç
ayaklarından olan Eyalet Bütçesi’nin sağlıklı bir şekilde uygulamaya
konulamaması nedeniyle bu bütçeye endeksli yerel kalkınma odaklı yaklaşımların
da aksamasına neden oluyor.
Zaman zaman Cakarta merkezi hükümetinden ilgili bakanların Açe’ye
yaptıkları ziyaretlerle potansiyellerin hayata geçirileceği bağlamında bir
‘umut ışığı’ belirse de verilen vaadlerin yerine getirilememesi halk nezdinde
güvenin sarsılmasına yol açıyor. Buna rağmen, Açe yönetiminin çabalarının
ısrarla devam ettiğini de söylemek lazım. Bunun en son örneği, Merkezi Hükümet’te
ekonomiden sorumlu koordinasyon bakanı olan Hatta Rajasa’nın bayramdan iki gün
önce Kuzey Açe’nin önemli şehri Lhokseumawe’yi ziyaretiydi. Ziyaretin nedeni,
bölgenin en önemli limanının uluslararası ticarete konu olacak yapılandırılması
çalışmalarına hız verilmesiydi. Özel uçağıyla Lhokseumawe’ye gelen Hatta Rajasa,
Vali Yardımcısı Müzekkir Manaf eşliğinde ilgili kurumları ve limanı ziyaretinin
arzu edilen somut sonuçları doğurup doğurmayacağını zamanla göreceğiz.
Bu bağlamda Açe ekonomisindeki gelişmelerin iki dayanağı olduğuna değinmek
gerekir. İlki 26 Aralık 2004’deki deprem ve tsunami sonrasında dört yıl
faaliyet gösteren ve özel yetkilerle donanmış yeniden yapılandırma kurumunun
özellikle alt-yapıların geliştirilmesi bağlamındaki girişimleri. Dört yıl
boyunca ‘tsunami ekonomisi’ adını verebileceğimiz bir olgunun ortaya çıktığını
söyleyebiliriz. Bu ekonomi içerisinde ulusal ve uluslararası kurumların kimi
kısa kimi uzun vadeli ‘ekonomi’ öncelikli programlarının katkısı büyük rol
oynuyor. ‘Tsunami ekonomisinin’ yardım faaliyetleri çerçevesinde neden olduğu
bazı olumsuzlukların başında gelen enflasyonun sorununun bugüne kadar
üstesinden gelinebilmiş değil. Bu olağandışı ekonomi faaliyeti içerisinde
‘yolsuzluk ekonomisinin’ de azımsanmayacak bir yeri olduğuna zaman zaman
değiniyoruz. Bu hususta sadece iç aktörlerin değil, kimilerinin hiç ummayacağı
şekilde dış aktörlerin de kayda değer rol oynadıkları ve bu rolün halen çeşitli
boyutlarda devam etmekte olduğunu hatırlatalım. Bunu, tsunaminin onuncu yıl dönümünde
detaylı bir şekilde tartışma fırsatı bulacağımızı şimdiden haber vermek
isterim.
İkincisi ise, 15 Ağustos 2005 tarihli Helsinki Barış Anlaşması’nda Açe’de
ekonomik kalkınmaya atıf yapan ilgili maddeler. Bu anlamda, Anlaşma
çerçevesinde Açe’ye ne gibi haklar verildiği , bunlar içerisinde ekonomik
kalkınmada hangi alanlara odaklandığını anlamak için anlaşma metnini tekrar
tekrar okumak ve yorumlamak gerekiyor. Aradan geçen dokuz yıl gibi bir süre
zarfında Açe’de çok önemli değişimleri beklemek mümkün olmamakla beraber,
yönetimde yaşanan değişimler; mevcut insan potansiyeli gibi faktörler dikkate
alındığında henüz kayda değer önemli girişimlerin de ortaya çıkarılamadığı bir
gerçek. Yukarıda değinilen Hatta Rajasa’nın çokça gecikmiş ziyaretinin de bu çerçevede
ele alınması gerekiyor.
Bu olumsuzluklara rağmen, Açe Eyaleti’nin ekonomik olarak neye ‘muktedir’
olduğunu, bununla birlikte Açe halkının nelerden mahrum bırakıldığını
göstermesi açısından bir örnek üzerinde durmakta fayda var. Lhokseumawe şehri
1970’li yılların başında işletmeye açılan petrol ve doğalgaz üretimi nedeniyle
‘petro-dolar’ lakabıyla anılan bir şehir. Amerikan kuruluşu olan Exxon-Mobil
ortaklığında işletilen ve gelirlerinin Amerika ve Cakarta’ya aktığı bu önemli
ekonomik etkinliğin Açe’ye herhangi bir katkısı olmadığını tarih çoktan yazdı
bile. O yıllardan bu güne Açe’de köprülerin altından epeyce su akmasına rağmen,
Açe halkı ne petrol gelirlerinden ne de potansiyel olarak sahip olduğu diğer
zenginliklerden payını alabildiğini söylemek güç. Zaten bu nedenledir ki,
Özgürlük Hareketi’ni (GAM) doğuran çoğul faktörler arasında ekonomi alanında
petrol gelirlerinden mağduriyet öne çıkıyordu. Buna ilâve olarak, kimi
gözlemciler, Lhokseumawe ve çevresindeki petrol rezervlerinin kurumaya yüz tutmasının
merkez yönetimini Barış Anlaşması’na
imza atmaya sevk eden faktörlerden biri olarak değerlendirmesi de hayli
ilginç.
Açe halkının ekonomik zenginlikten bir türlü istifade edemeyişini veya
nelerden mağdur bırakıldığını bir gözlem üzerinden ifade etmek mümkün.
Lhokseumawe’deki Arun Petrol Tesisleri’ne bağlı lojmanlar şehrin tam ortasına
konuşlandırılmış olmakla birlikte, tahmin edilebileceği üzere lojman sakinleri
dışında girişlerin ‘yasak olduğu’ bir bölge. Yakın döneme kadar lojmanların
tümü Batılı çalışanlara hasredilmiş konumdaydı. Yukarıda ifade edildiği üzere,
üretim kapasitesinin büyük ölçüde bitmesiyle birlikte artık ortalıkla ‘beyaz’ çalışan
görmek mümkün değil. Lojmanlar, mimari itibarıyla altmışlı yılların gelişmekte
olan Amerikan şehirlerinin çeperlerinde yapılanan ‘uydu kentleri’, kimi
açılardan da Batı üniversite kampüslerinde öğretim görevlilerinin kaldığı
lojmanları hatırlatıyor... Bu anlamda, geniş caddeleri, tek katlı-bahçeli
müstakil evleri, alış veriş merkezi, stadyumu ve golf sahasına kadar
imkânlarıyla küçük bir Amerikan kasabası dense yeridir. Tabii bu imkânlar
bölgenin özellikle Cava kökenli ‘siyasi, idari ve ordu elitinin’ de içinde
olduğu ‘beyazlara’ eklemlenmiş bir seçkinci gruba da hizmet ediyor(du). Burada
vurgulamak istediğim, yarım yüzyıla yaklaşan geçmişine rağmen, Açe halkının bu
önemli işletmeden bir türlü istifade edebilmesinin yolunun açılmamasıdır. Bir
de etrafı çitlerle çevirili bu kompleksin yanı başında neler olup bittiğine
bakalım. Bu sınırın bir yanında yer alan ‘Ujong Pacu’ Köyü (Kampung Ujong Pacu)
boydan boya geçen ve köyü çevreleyen tarlaları ikiye kesen Geukuh Nehri (Krueng
Geukuh)’ne rağmen, başta çeltik tarlaları olmak üzere tarım faaliyetlerinin
sulama imkânlarına konu olmaması.
Aynı Belediye sınırları içerisinde olmakla
birlikte, bu iki mekânın birbirinden sosyal, kültürel ve ekonomik ayrımının
kasıtlı bir sürecin sonucu olduğuna kuşku yok. Geniş bir tarım sahasına sahip
bu bölgedeki köylüler kendi olanakları ve çabaları ölçüsünde istifade
edebildikleri sulama çabasının ötesinde, ürünlerinin kalitesini artırma, ulusal
ve uluslararası pazara ulaştırma süreçlerine ulaştıklarını söylemek güç. İlgili
devlet kurumlarının ve Açe’de bunlara bağlı müdürlüklerin, düne kadar çatışma
olgusunu öne sürerek araya mesafe koydukları bu ve benzeri üreticilere barış
döneminde de ne kadar ulaşabildikleri konusunda ciddi kaygılar var. Bizzat
kendileriyle görüştüğümüz çiftçilerin dile getirdiği bu sıkıntıları
paylaştığımız üst düzey yöneticiler de yapısal sorunları aşmak için, özellikle
Eyalet’teki müdürlüklerde önemli reformların ve insan kaynaklarının ciddi bir
şekilde gözden geçirilmesi konusunda hem fikir. Ancak bu konuda henüz bir
siyasi ve kamu yönetimi iradesinin ortaya çıkmadığı da bir gerçek. Bunda kimi
Eyalet içi açmazların varlığı göz ardı edilemese de, büyük ölçüde Cakarta
odaklı yapılanmaların yönlendiriciliğinin kayda değer bir rolü var.
Açelilerin dini algılarının ve bunun pratikteki zenginliğinin neden olduğu
toplumsal birliği daha da pekiştirecek ve bunu benzer düzeylerdeki toplumlara
örnek kılacak bir ekonomik yapılanmaya olan ihtiyaç bugün kendini çok daha
güçlü bir şekilde hissettiriyor. Halen geçiş sürecinde bir toplum olma özelliği
sergileyen Açe’nin, bu süreci en az hasarla atlatmasında siyasi ve ekonomi
bağlamlarında Eyalet’e verilen hakların pratiğe geçirilmesi büyük önem taşıyor.
Halkın beklentisi bu yönde. Peki ya Cakarta’nın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder