Mehmet Özay 22 Ağustos 2013
The Secretary General
of the OIC has been criticized because of his stand to the developments in the
Middle East, particularly the latest military coup in Egypt. The variety
circles particularly the highest level politicians such as deputy prime
ministers in the AKP (Justice and Development Party) compared the political
attitude of the Secretary General with some European leaders. Hence, nobody
touches what this international organization has conducted in the last ten
years during the leadership of the Secretary General in Southeast Asia. As he
and his appointed ambassador for the tsunami orphan project in Aceh Province of
Indonesia in 2006, 2007 and 2008 successively highlighted the project as the ‘pilot’
one which would become a sample for the organization of variety of similar programs
in the socially, economically and materially devastated Islamic geographies from
Africa and to Asia. Nobody knows what has happened the program. What sorts of ‘pilotness’
could be learnt from the efforts? Who headed and in which way conducted the
project? Etc. In addition, whether the other problematic areas in Southeast
Asia, such as Moro/Mindanao, Patani, Papua, East Timor have been given enough
attention by this organization? While the OIC is emulating the United Nations during
the ‘reform period’ of the Secretary General, no any significant academic works
have been conducted in relation to the organization’s works, particularly the
tsunami orphan project…
Bir süredir Teşkilat Genel Sekreteri’nin konu olduğu tartışmalar dikkat çekiyor. İslam coğrafyasını temsil makamında olduğu varsayılan bu kurumun varlığı ve eylemlerini şekillendiren ise kaçınılmaz olarak Ortadoğu bağlamı oluşturuyor. Ancak İslam dünyası denilen bütünün Ortadoğu ile sınırlı olmadığı da bir gerçek. Bu gerçeği hatırlatma vesilesiyle konuyu ‘merkez’ algısı olarak şekillenen durumun dışından bir değerlendirme çabasının önemli olduğuna kuşku yok. Bunun, aynı zamanda bir ‘ahlâki’ sorumluluk boyutu olduğu da ortada. Bu kurum özelinde ve de sorumluları bağlamında yapılacak değerlendirmelerde, kurumun çok önemli bulduğu ve icraata geçirme niyetini izhar ettiği coğrafyalardaki insanların bakış açıları, sorunlarının çözümlenme biçimi ve de varsa başarısı veya başarısızlığı elbette ki göz ardı edilemez.
Bir süredir Teşkilat Genel Sekreteri’nin konu olduğu tartışmalar dikkat çekiyor. İslam coğrafyasını temsil makamında olduğu varsayılan bu kurumun varlığı ve eylemlerini şekillendiren ise kaçınılmaz olarak Ortadoğu bağlamı oluşturuyor. Ancak İslam dünyası denilen bütünün Ortadoğu ile sınırlı olmadığı da bir gerçek. Bu gerçeği hatırlatma vesilesiyle konuyu ‘merkez’ algısı olarak şekillenen durumun dışından bir değerlendirme çabasının önemli olduğuna kuşku yok. Bunun, aynı zamanda bir ‘ahlâki’ sorumluluk boyutu olduğu da ortada. Bu kurum özelinde ve de sorumluları bağlamında yapılacak değerlendirmelerde, kurumun çok önemli bulduğu ve icraata geçirme niyetini izhar ettiği coğrafyalardaki insanların bakış açıları, sorunlarının çözümlenme biçimi ve de varsa başarısı veya başarısızlığı elbette ki göz ardı edilemez.
Söz konusu
Teşkilatın uzunca bir süredir başında bulunan genel sekreterinin politik
duruşunu ve de icraatlarını, geçmişte mensubu bulunduğu üniversite ve de akademik
çalışmalarıyla değerlendirmek yerine, mevcut kurumsal yapının İslam
toplumlarına neler kazandırdığıyla ele alınmalı. Yoksa, bu iki alanı
karıştırmak aynı sınıflamaya girmeyecek olguların birarada ele alınmasıyla
ortaya çıkacak bir absürdlüğe neden olabilir.
Bu çerçevede
Teşkilat’ın Güneydoğu Asya Müslüman toplumlarına yönelik yaklaşımları,
icraatları vb. konusu hiç kuşku yok ki, önem arz ediyor. Güneydoğu Asya, bugün
bile ‘çeperde’ bırakılmış olmakla birlikte sadece istatistiki verilerle değil,
bunu destekleyen ‘anlamlar’ bağlamında İslam coğrafyasının en önemli saç
ayaklarından biridir. Bu hususa dikkat çekmek, Teşkilat’ın ve başındaki üst
düzey yöneticilerin Güneydoğu Asya Müslüman toplumların sorunlarını ele alış ve
çözümleyişin öyle üstün körü geçilecek bir mevzu olmadığını da ortaya
koyacaktır. Bu bağlamda pratik vak’alara göz atmakta fayda var. Çok çeşitli
doğal afetlere, çatışma süreçlerine, insan hakları ihlâllerine, ayrımcılıklara
epeyce konu olmuş Güneydoğu Asya Müslümanlarına bakış ve algılayış Teşkilat’ın sorumluluk
alanında kayda değer bir yer işgal etmesi beklenmiyor mu?
Bu nedenledir
ki, Teşkilat’ın tsunami ve çatışma dönemlerini tecrübe etmiş bir toplumun -siz
deyin Müslüman hassasiyeti, ben diyeyim sosyo-ekonomik kalkınması için dünyaya
örneklik teşkil edeceği vurgulanarak 2006 yılı Mart ayında başlatılan projenin
tüm boyutlarıyla uygulanış/uygulanamayış biçimleri üzerinde durulmalıydı. Bir
kez daha dikkat çekelim ki, Açe’deki bu projenin varlığı, daha önce kimi
yazılarda dile getirdiğimiz üzere, sadece Açe coğrafyasıyla da sınırlı
değildir. Zaten bu konuya dikkat çekmemizin nedeni ve önemi de buradan
kaynaklanıyor…
Bu çerçevede, önümüzde
devasa etkileriyle bir tsunami bulunuyor. Teşkilat sekreterinin ‘reform’ dönemi
olarak adlandırdığı görev süresi içerisinde uygulamaya konulan projelerin belki
de başında gelen ‘yetim projesinin’ ahvaline dair bugüne kadar ‘uzman’
gazeteci, akademisyen, insan hakları hassasiyetine sahip olanlarla özellikle ilâhiyat
ve ilgili çevrelerin ne tür bir bakışa sahip oldukları gündeme getirilebilmiş
değil. Örneğin gerek ‘işleri’ gereği, gerekse ‘inanç’ unsurunun bir özelliği
olması hasebiyle ‘yetim’ olgusunu sıkça dillendirenlerden dünyaya ‘model’ proje
olarak lanse edilen çalışma üzerine söz söylemelerini beklemenin hakkımız
olması bir yana, içinde bulundukları mevkiler itibarıyla bir sorumluluktu(r).
Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde doğal afetler gibi anlık veya çatışma
gibi kısa veya uzun süreçlere yayılan hadiseler sonrasında ilgili toplumların
‘normalleştirilmesine’ matuf insani yardım, eğitim, sağlık, ekonomik
yeterliliğin vb. sağlanmasına dönük çabalar önemli akademik çalışmalara konu
olmaktadır. Bu minvalde, Açe’de çokça karşılaştığımız üzere, bırakın bütün bir
coğrafyayı içine alacak yardım, kalkınma odaklı projelerin bu ve benzeri
çalışmalara konu olmasını, küçük yerleşim yerleri, örneğin köy odaklı projeleri
konu alan azımsanmayacak çalışmalar olduğuna bizzat şahidiz.
Oysa,
Teşkilat’ın tarihinde ilk defa el attığı ve ‘pilot’ proje olarak lanse edilen
programla ilgili bugüne kadar bir çalışma yapılabilmiş değil. Aradan geçen 8
yıllık süre zarfında bu projenin mağduriyete uğramış ilgili toplumda, yani Açe
toplumunda ne tür bir gelişmeye tekabül ettiği üzerine söz söyleyebilecek
kurumsal bir çabadan söz edilebilir mi? Sorun elbette sadece Açe toplumu da değil…
Çünkü, burada çözüme kavuşturulması plânlanan sorunun, doğusundan batısına
İslam dünyasında karşılaşılan benzer sorunların -ki bunun içinde bugün çokça
can yakan çatışma bölgelerindeki yetimler kayda değer bir yer tutuyor- ele
alınışına ‘örneklik’ teşkil edeceği tasarlandığına göre, böylesi bir projenin
akibetinin dikkate alınmaması gibi bir husus söz konusu olmamalı/ydı. Teşkilat’ın
bölgedeki icraatlarına dair bölgeden başka örnekler de verilebilir elbette. Her
biri üzerinde farklı yazılar yazılmayı hak eden bu örnekleri şimdilik sadece
ismen zikretmekle iktifa edelim…
Örneğin, 2006
yılında Cava Adası’ndaki Cogcakarta Depremi’nden sonra kimi benzer kurumlarla
gerçekleştirilen ‘ortak’ icraatların da ilgili kurumlar nezdinde ne gibi kurumsal
etkileri olduğu ve ilgili toplumun kısa-orta ve uzun vadeli ihtiyaçlarının
giderilmesi, yeni toplumsal süreçlere konu olması hususları hiç konuşuldu mu
veya kıymeti harbiyesi olan akademik çalışmalara konu oldu mu? Ya da, MILF
lideri Hacı Murad İbrahim’in yaptığımız mülâkatta dile getirdiği üzere, ‘Moro
Barış Sürecine’ İslam ülkelerinin ne kadar ilgisiz kaldıklarına dair vurgusunun
Teşkilat’ın politikalarıyla ilgisi olup olmadığı sorgulandı mı? Öte yandan,
Patani’de kalıcı Barış’a yol açacak süreçte Teşkilat tarafından Patani Malay
Müslümanların sosyo-kültürel varlıklarına ‘tekabül edecek’ ne tür bir
inisiyatif geliştirilebilmiştir? Son dönemde öne ‘çıkartılan’ Arakan
Müslümanları’nın, hadi diyelim ki, -çeşitli Arap ülkelerindeki, Malezya ve
Endonezya gibi diğer ülkelerdeki konumları bir yana- Bengaldeş’teki varlıklarını
ve de Bengaldeş Hükümetleri’nin icraatlarını olumlu yönde etkileyecek, yapılandıracak,
dönüştürecek kurumsal ne gibi bir performans sergilenebilmiş ve bunlar hakkıyla
akademik dille ortaya konabilmiştir? Teşkilatın, bölgedeki diyelim ki, Papua,
Doğu Timor, Sri Lanka, Kamboçya vb. coğrafyalardaki Müslüman unsurlarla ilgili
gündemi de bir yana…
Bu soruları gündeme
getirmede gaye, diyelim ki ümmet bilinciyle hareket edenler için İslami bir
sorumluluğun ortaya konması, diğer bir kesim için salt ‘seküler’ anlamıyla ele
alındıkta ‘kurumsal’ bir ciddiyet, donörlere karşı da bir sorumluluk olarak
değerlendirilmesini hatırlatmadır. Dikkate sunduğumuz bu alanlar ve de
diğerlerini ele alan bilimsel çalışmalar, kimilerinin ileri sürdüğü üzere
Teşkilat’ın başındaki kişinin akademik başarılarının hiç değilse bir bölümüne
tekabül edecek bir boyutta sergilenip sergilenmediği niçin gündeme
getirilemiyor? Tam da burada vurgulayalım ki, bizzat genel sekreterinin
‘inisiyatifiyle’ ve ‘dirayetiyle’ bir tür ‘reform’ sürecini tecrübe eden
Teşkilat’ın her türüyle yapılanmasına öykündüğü Birleşmiş Milletler’e bağlı
kurumların icraatlarına dair bilimsel çalışmaların hangi boyutlarda
yürütüldüğünü ‘uzman’ çevrelerin bilmemesine olanak yok... Nasıl ki, bu reform
sürecinde hak ettiği var sayılan pay genel sekretere veriliyorsa, yukarıda
saydığımız ve sayamadığımız icraatlar özelinde de ‘hak edilen sorumluluk’ aynı
yaklaşıma konu olmalı değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder