Mehmet Özay 26 Ağustos 2013
Any impact of the Malay ‘powers’ on the developments in the Middle East? Among the political powers in the Malay world some played salient roles during their eras reaching until the Middle East. The current powers should repeat the same... And the great nations prove themselves during the hard times. Now it is very hard for the Muslim majority in so called Muslim nations in the Middle East. The established Malay political structure now is being expected to put its print by getting the power from its majority Muslim society...
Ülkelerin büyüklüğü biraz da zor zamanlarda ortaya koydukları icraatlar ile
belli olur. Kimileri için Endonezya ve Malezya ‘büyük ülke’ sınıflamasına
girmeyebilir... Ancak bölgesinde, en azından tarihsel olarak kayda değer rol
oynamış ve bu rolü Hint Okyanusu’na ve
Ortadoğu’ya kadar uzanan devletler çıkarmış iki ülkeden bahsediyorsak bu
hususun dikkate değer bir yönü var kuşkusuz ki. Özellikle de Endonezya’dan
bahsederken... İç politik hesaplar bağlamında ya da Batı’nın kaşlarını
çatmasına vesile olacak gelişmeler arefesinde demokrasiyle yönetilen en büyük
İslam ülkesi onurunu kendi kendine dillendirmekten haz alan bir siyasi elitin
varlığına sahip bir ülke. Malezya ise, diğer başka nedenler bir yana, özellikle
etnik çoğulculuk gerçekliğinden kaynaklanan nedenlerle, Endonezya kadar açık
bir şekilde izhar edecek bir çoğunluk böbürlenmesi göstermese de, ülkedeki kimi
çevrelerden ‘Biz Malaylar...’ diye başlayan abartı içerikli çıkışlara şahit
olunmuyor değil.
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmelerde gerek Malezya gerekse Endonezya’nın
ilk aklına gelen ‘aman vatandaşlarımıza bir şey olmasın’ düşüncesi... Bu
yaklaşımın anlaşılabilir bir yanı olduğunu varsayabiliriz. Dolayısıyla bu
yaklaşım, iki ülkenin Ortadoğu’daki vatandaşlarının önemli bir bölümünün
üniversitelerde, özellikle de İslami bilimlerde öğrenim gören öğrenciler
oluşturduğunu düşündüğümüzde, başta ebeveynlere olmak üzere iç kamuoyuna yönelik
hassasiyetin bir dışavurumu olarak okunabilir.
İki ülkenin, Ortadoğu’daki gelişmelere dair nasıl bir politika izleneceği
hususundaki yaklaşımlarını belirleyen belki de bugünden öte dünle alâkalı büyük
ölçüde. İki ülkenin de, ‘büyük güçlerin’, yani ABD’nin ve ilgili ülkelerin
desteğini yanlarında hissetmekten güç devşirileceğini tarihin kendilerine
öğrettiğine kuşku yok. Bu, aynı zamanda bir açmaza da işaret ediyor. Açmazın
nedeni, her iki ülke siyasi iktidarının dayandığı toplumsal tabanın kayda değer
bir bölümünün şu veya bu şekilde Müslüman kitlelerden oluşması. Bu husus,
Malezya’da karşılığını, Malay olmakla Müslüman olmanın eş anlamlılığında
bulurken; Endonezya’da nüfus çoğunluğunda gündeme gelir. Bununla birlikte, her
iki ülkeden Ortadoğu’da yaşananlar karşısında ‘mesafeli’ duruşu resmi politika
olarak belirlediğini izhar eden demeçler bugünlerde gündemde yer alıyor. Çok
geç kalınmış da olsa, bugün için dahi ‘bir şeyler yapılmasına elverecek
girişimler’ potansiyel olarak mevcutten, kamuoyu önünde ‘öteki ülkede
yaşananlara tarafsız kalma’ açıklamaları en azından sukȗt-u hayale uğratmıyor
değil geniş kitleleri.
Daha önce de paylaştığımı hatırlıyorum, Malezya iç politikasındaki uzunca
bir süredir devam eden ‘kısır çekişmelerin’ bir an önce sonlandırılması ülkenin
siyasi aklının ve halkın potansiyel duyarlılığının ön plâna çıkmasıyla ülkenin
siyasi etkinliğinin, sadece ASEAN içerisinde değil, aynı zamanda adına İslam
dünyası denilen bütün içerisinde de kayda değer bir rol/katkı sahibi olması
mümkün. Ancak bu imkân üzerinde pek durulmuyor... Oysa bunun örneğini yakın
geçmişte Dr. Mahathir Muhammed’in Başbakanlığı döneminde vermiş bir ülke
Malezya. Özellikle Bosna Savaşı’ndaki duruşu ve ‘icraatı’, Amerika’nın
Afganistan ve Irak istilâları gibi gelişmelerde sesini cesurca yükselten bir
Malezya vardı. Aynı Dr. Mahathir, Başbakanlığı bıraktıktan sonra köşeye
çekilmemiş, kurduğu sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bölgesel ve küresel
meselelere dair çeşitli faaliyetleri ortaya koymayı sürdürmüştü. Ki bunlar
arasında, George D. Bush ve Tony Blair’in Irak istilâsına yol açacak şekilde
uluslararası kamuyounu yanlış bilgilendirmeleri nedeniyle Kuala Lumpur’da bir
mahkede yargılanmalarına kadar varan girişimi biliniyor.
Endonezya ise belli ki, modern tarihinde darbeler ve darbemsi girişimlere
bizatihi Ortadoğu’dakine benzer aktörler eliyle tanık olduğu için, gelişmeleri
görmezden gel(e)mese bile, kılıfına uydurmayı yeğliyor. Nasıl tepki vermesi
beklenebilir ki... Daha düne kadar çatışma bölgesi olan Açe’de, halen siyasi
huzursuzluğun sürdüğü Papua’da insan hakları ihlâlleri ve toplu ölümler
konusunda özel mahkemeler kurulması uluslararası anlaşmalara konu olmasına
rağmen, halen icraatı konusunda bir girişim söz konusu değilken; ve sözde
‘teröristlere yönelik’ baskınları gerçekleştiren Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı “Densus
88” adlı terörle mücadele özel birliklerinin ‘sorumsuz’ icraatlarına yönelik olarak
geçen 1 Mart’ta, içinde Muhammediyye’nin, Alimler Birliği’nin (Nahdat’ul Ulama)
ve Ulusal İnsan Hakları Komisyonu’nun da (Komnas HAM) bulunduğu önemli sivil
toplum kuruluşlarının açıkça ortaya koydukları tepkilerine karşı gerekli
girişimlerde bulunmayan bir siyasi iktidar Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl
yorumlayabileceği hususu gözlemcilerin dikkat çektiği hususlar arasında geliyor.
16 Ağustos’da, yani Bağımsızlık günü yaptığı konuşmada Mısır’daki
gelişmelere değinen SBY, tarafları sukunete davet ederek, sorunun kazan-kazan
yaklaşımıyla çözüme kavuşturulmasına vurgu yapıyordu. Bu “kazan-kazan” kavramının
şu an Mısır’daki gelişmeler için ne anlama geldiğinin muğlaklığı ise yeterince
ortada değil mi? Bu süreçte Enver İbrahim’in 17 Ağustos tarihinde Başbakan
Erdoğan’la yaptığı görüşmenin ardından SBY’ı rol almaya sevk eden açıklama geldi.
Bunun ardından, SBY’ın bu mesajı aldığı şeklinde yorumlanabilecek bir gelişme
oldu. Endonezya Dış İşleri Bakanı 22 Ağustos’da Dış İşleri Bakanı Martin
Natalegawa, New York’a giderek BM Güvenlik Konseyi’nde görüşmeler başladı.
En son geçen Cuma günü iki ülke -yani Malezya ve Endonezya- siyasi
liderlerinin yaptıkları telefon konuşmasının içeriği kısa da olsa SBY
tarafından basına aktarıldı. Buna göre, SBY Mısır’daki gelişmeler konusunda her
iki ülkenin aynı görüşte olduğunu, yani Mısır’daki sorunun barışçıl ve kalıcı
bir şekilde sonuçlandırılmasını umut ettiklerini belirtiyordu. Kalıcı toplumsal
barışın tesisi konusunda ‘temenni’ noktasında kimsenin kuşkusu yok zaten. Ancak
bu noktada yapılması gereken mevcut asker-sivil denkleminde bir yanıyla
bakıldığında demokratik haklar, öte yanıyla ki -bunun hiç de azımsanabilir bir
tarafı olmamalı- İslami referansları dikkate almak gerekmiyor mu? Bunun bugüne
kadar ne kadar ciddiyetle çözüm bağlamında dikkate alındığına dair maalesef hiç
bir iz bulunmuyor. Bu durumda, giriş bölümünde dile getirdiğimiz üzere, zamanı
geldiğin çoğunluğu Müslüman bir ülke olmakla gururun neye tekabül ettiğini
anlamakta zorlanmamak elde değil.
Biri, İslam Örgütü Teşkilatı’nın kuruluşunda başat rol oynamış; diğeri ise,
bu Teşkilat içinde nüfusça en çok Müslüman nüfusu barındıran bir ülke sıfatını
taşıması kadar sahip olduğu iki büyük cemaat yapısıyla, değil sadece bölgesinde
dünyada ses getirebilecek faaliyetlere imza atması beklenen bir toplumsal
potansiyele sahip ülke yöneticilerinin, üzerinde yükseldikleri ana vatanlarında
var oluş dayanaklarını oluşturan geniş Müslüman kitleler hatırına ortaya
koyacakları girişimleri hiç kuşku yok ki, Ortadoğu’daki gelişmeleri pozitif
yönde etkileyebilecek boyutta olacaktır. İki ülkenin halklarının beklentisi de
bu yönde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder