Mehmet Özay 12 Kasım 2012
Şu anki veriler ışığında, Türkçe dilinde Açe’yi doğrudan
ele alan belki de ilk eserlerden kabul edilebilecek Mehmet Ziya’nın ‘Açe’ adlı
eserin bir nüshası Türk Dil Kurumu kütüphanesinde bulunuyor. 2007 yılında
Açe’de bulunduğum sırada İstanbul’dan istettiğim bu eser, CD formatında elime
ulaşmıştı. Bu eserle ilgili kısa bir çalışma yapma arzusundaydım. Bu vesileyle
Osmanlıca Türkçesi’nde kaleme alınmış olan ‘Açe’ adlı eserin transkripsiyonuna
başlamıştım. Elim bir vak’a sonucu bilgisayarımın ‘beynindeki’ bilgiler yok
olunca, tüm diğer çalışmalar gibi bu transkripsiyon dosyasını da kaybetmiştim.
Akabinde, o dönem, Açe ve bölge üzerine diğer uğraşlar nedeniyle bir daha bir
türlü kapsamlı bir şekilde bu çalışma üzerinde duramamıştım. Aradan birkaç yıl
geçtikten sonra bir yayınevinin eseri sadeleştirerek yayınladığını öğrendiğimde
sevinmiştim. Esere ulaşmam ise yıllar sonra bir konferans İstanbul’a yaptığım
seyahat vesilesiyle oldu. Açe üzerine kaleme alınmış bir eseri görmek kadar,
eser üzerine birşeyler yazmayı en azından bir sorumluluk addediyorum. Bu vesile
ile bir yandan eseri ele alırken, Açe’yi bir kez daha ‘hakkıyla’ gündeme
getirmek oldukça önemli.
Evvel emirde, Türkçeye kazandırılan her Açe çalışmasının
önemli olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Elime geçen bu çalışma Çamlıca
Basın Yayın tarafından 2010 yılında “Osmanlı’nın
Gölgesinde Bir Uzakdoğu Devleti: Açe” başlığıyla yayınlanmış. Bu eseri
yayına hazırlayan ise Harun Tuncer. 143 sayfalık eserde arşiv belgeleri ve
görsel malzemeye de yer verilmiş. Orijinal eserin başlığının ‘Açe’ olduğunu
düşünürsek, başlığından itibaren eserin farklı bir formatta gündeme getirildiği
görülüyor. Yani bu anlamda, eser bir transkripsiyon çalışması değil. Bu
nedenledir ki, zaten Mehmed Ziya’nın adı kitap kapağında değil, ‘Takdim’ yazısı
içinde yer alıyor. Eserin isminden başlamak gerekir. Eser, Mehmed Ziya Bey
tarafından Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış ve başlığı da ‘Açe’dir. Mehmed
Ziya Bey, hafızam beni yanıltmıyorsa Ziya Gökalp olmalı... Bunu teyit anlamında
eserin orijinalinde sadece Açe’ye değil, insan ırkı gibi antropolojik ve
sosyolojik bilgilere yer verilmesini ileri sürebilirim. Belki bundan önce, ‘Açe’ adlı bu çalışmanın 20. yüzyıl
başlarında o dönemin koşullarında İstanbul’da nasıl bir arka plân çalışmasıyla
gündeme getirildiğini düşünmek gerekir. Genelde Güneydoğu Asya, özelde Açe
tarihi konusunda birşeyler okumuş olanların hatırlayacağı üzere Dr. Snouck
Hurgronje, döneminin en önemli oryantalisti, İslamologu olarak Açe’de bulunmuş,
Mekke’de Açeliler ve Jawi toplumu
üzerine çalışmalar yapmış, Hollanda Sömürge yönetimine danışmanlıkta bulunmuş
önemli bir sosyal bilimci. Ziya Bey de 1906 yılında ‘The Acehnese’ başlığıyla İngilizcesi yayınlanan bu esere ulaşmış ve
buradan, önemli gördüğü kimi alıntılarla eserini kaleme almış olmalı. Her ne
kadar, Ziya Bey’in bu esere nasıl ulaştığı belirtilmese de eserin 120.
Sayfasında Snouck’un eserinin Felemenekçe başlıklı olanına (‘De Atjehers’) atıf var. Bu özlü girişten
sonra, eserin adının ‘Açe’ olmasa da, yazarının, yani Ziya Bey’in adının yukarıda
açıkladığım hususlar çerçevesinde kapakta yer almamasına üzüldüm.
Çalışmanın başlığı “Osmanlı’nın Gölgesinde Bir Uzakdoğu
Devleti: Açe” oldukça abartılı olmuş. Bu iddianın altından kalmak için epeyce
bir vakti kütüphanelerde geçirmek gerektiği kanaatindeyim. Açe’de İslamın ve
devlet geleneğinin, bizde yazılıp çizildiği gibi, takriben 1511-1904 tarihleri
arasında varlık sürmüş Açe Darusselam Sultanlığı (The Sultanate of Aceh Darussalam) ile sınırlı olmadığını biliyoruz.
Bu anlamda kimi yerel tarihçilerin ifadeleri doğrultusunda görüş belirtecek
olursak, 9. yüzyıldan başlayarak Açe coğrafyasında sürekli İslam devleti
geleneği var olagelmiştir. Böylesi bir geleneğe sahip bir halkın bir başka
devletin gölgesinde olma gibi bir duruma düçâr olmayacağını tarihi veriler bize
gösteriyor. Yani, Osmanlı’nın daha tarihte yerini almadığı bir süreçte, bu
coğrafyada İslam belirli süreçler çerçevesinde nüfuz etmiş, halk katmanlarında
varlığını göstermiş, siyaseten yerel ve bölgesel bir güç haline gelmiş ise,
bunun süreklilik arz edeceğini en azından sosyoloji ve siyaset bilimi ile
meşgul olanlar bilmeli diye düşünüyorum. Gölge derken, Açe Sultan’ının
Osmanlıya gönderdiği elçilere gönderme yapılıyorsa, bu konuda yeter miktarda
yazı kaleme aldığımızı söyleyerek önceki çalışmalara gönderme yapalım. Burada
en azından kısa bir cümle ile açıklık getireyim. Açe’nin Osmanlı Devleti ile
teması, halifeye hürmeten ve de devletin o dönemdeki siyasi ve askeri
göstergelerindeki veriler bağlamında gerçekleşmiştir. Açe Sultanlarının, Osmanlı
Devleti ile ‘karşılıklı işbirliğini’ stratejik
ortaklık, çerçevesinde kurmak istediklerini düşündürecek epeyce neden var.
Bu anlamda tabirimi mazur görün bu ilişkinin ‘efendi-köle’ ilişkisine
indirgemek tarihe haksızlık olur.
Takdim bölümünde, bu çalışmanın “Endonezya’nın söz konusu adası ve diğer bölgelerinde yaşayan ahalinin
menşei, hayat tarzları, giyim-kuşamları, konuştukları dilleri vs. Hakkında dünü
ve bugününe dair derli toplu malumat veriliyor cümlesi” güncellenmeye
muhtaç. Aşağıda değineceğim üzere Snouck Hurgronje’un çalışması ‘The
Acehnese’den ve de bu eserden alıntı yapan Mehmed Ziya Efendi’nin ‘Açe’ adlı
Osmanlıca kaleme aldığı eserden bugüne bir yüzyılı aşkın süre geçtiğine,
tabir-i caizse köprünün altında epeyce su aktığına göre Açe’lilerin ne yeyip ne
giydiği, hangi dili konuştuğu üzerine söylenecek çok söz var. Amaç bugünkü Türk
toplumunu Açe konusunda bilgilendirmek ise bu konuda saha çalışması yapmış
akademisyen ve araştırmacıların eserlerini yayınlamak gerekir. Yok, tarihi bir
versiyonu bugüne taşıyacaksak, o zaman okuyucuları hangi zaman diliminden hangi
insan grubundan bahsettiğimiz konusunda sağlıklı bir şekilde aydınlatmak
gerekir. Aksi taktirde, ‘masum’ okurlar, bugünü anlamaya çalışırken, geçmişin
yükünü yüklenebilirler ister istemez. Siyasi ve de coğrafi önemine binaen
dikkat çekmek istediğim husus Açe’nin Endonezya’nın bir ‘adası’ olmadığı;
Açelilerin -en azından bu eser bağlamında düşünüldükte- ‘ülkenin diğer
bölgelerinde yaşamadıkları’ hususudur. Açe, Sumatra Adası’nın Kuzey’inde bir
bölgedir.
Eserin hazırlayan tarafından kaleme alındığını tahmin
ettiğim bir sayfalık ‘Giriş’ bölümündeki birkaç hususa da kısaca değinmek
istiyorum. İlki, Açe’de deprem ve depremin tetiklediği tsunami 2005 yılında
değil, 2004 yılı sonlarında, yani 26 Aralık 2004’de meydana geldi... Bir diğer
önemli husus Açe’nin modern dönemdeki siyasi konumuyla ilgili. Açe’nin 1962
yılında Endonezya hükümetiyle imzaladığı ifade edilen anlaşmadan ‘bugüne kadar’
‘ÖZERK BİR DEVLET’ olduğu yolundaki onulmaz bir yanlış daha eserin ilk
sayfasında yer alıyor. Hemen kısa bir bilgiyle modern dönemde Açe Endonezya
Cumhuriyeti içinde neye denk gelir belirteyim. II. Dünya Savaşı’nın akabinde,
eski sömürge topraklarını yeniden ‘işgal’ niyetiyle Cava Adası’na çıkan
İngilizler desteğindeki Hollanda birliklerine karşı Cava Milliyetçilerinin
başlattığı ‘bağımsızlık mücadelesi’nde Açe’nin desteği büyük önem taşır. Bu ne
demek? Hollanda’nın yeniden istila girişiminde Endonezya topraklarında girmediği,
girmek istemediği tek coğrafya Kuzey Sumatra’daki Açe’dir. Bu nedenledir ki,
1945’den Hollanda’nın Endonezya Cumhuriyeti’ni resmen tanıdığı 1949’a kadarki
süreçte Endonezya Takımadaları’nda (Nusantara) tek bağımsız bölge Açe
bölgesidir. Bu nedenledir ki, Cava Milliyetçilerinin lideri Sukarno, Hollanda
sömürgeciliği karşısında uluslararası hukuka dayanak teşkil edecek şekilde
Açe’nin o dönemki siyasi lideri (al-merhum) Teungku Davud Beureuh’den siyasi
destek talep etmiştir. Bu destek de verilmiştir... Yani Endonezya Cumhuriyeti
‘bayrağının’ ilk göndere çekildiği yer bu görüşmeler sonunda Açe’nin başkenti
Banda Açe olmuştur. Peki yayında geçen 1962 anlatısı neye tekabül eder? Bu yıl
Açe’nin de içinde yer aldığı, Batı Cava, Sulavesi gibi yerlerde de 1950’li
yılların başından itibaren başgösteren ve 1960’lara kadar devam eden Dar’ul Islam hareketinin nihayetinde
varılan anlaşmadır. Dar’ul Islam Hareketi’nin, en azından Açe’nin katılma
nedeni, Hollandalılara karşı Açe’den siyasi destek talep eden Devlet Başkanı
Sukarno’nun Açe’ye vaad ettiği siyasi, sosyal ve kültürel hakları vermemesinden
kaynaklanır. Şayet bu eserde dile getirildiği üzere 1962’den itibaren Açe
‘Özerk Bir Devlet’ idiyse, 1976 yılı 4 Aralık’ında Hasan di Tiro ne diye
Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni bir kez daha dünyaya ilân etme gereği
duysun ve yaklaşık 30 yıl boyunca bu hareket askeri ve siyasi hareketini devam
ettirsin ve 15 Ağustos 2005 tarihinde Helsinki Barış Anlaşması’na imza atsın idi
ki!
Esere zenginlik kattığı belirtilebilecek ‘Ek’ler bölümüne
gelirsek, gene önemli birkaç husus dikkat çekiyor. Bu çalışma Açe’yi mi konu
alıyor yoksa Endonezya Takımadaları’nı mı? Şayet Açe ise o zaman 106., 108.
sayfalarda yer verilen Cavalı öğrencilerin ‘Mekteb-i Sultani’ye kabulu babındaki
Osmanlı Arşiv belgenin- ve de diğerlerinin- varlığı eserin kapsamıyla oldukça
çelişiyor. Cavalı da olsa Açeli de olsa İstanbul’da Mekteb-i Sultani’ye kabul
edilen bu öğrenciler kabul edilmesine edildi de ‘sonrasında ne oldu bu
öğrencilere?’ sorusunun cevabını da ilgililerden beklemek hakkımızdır sanırım.
Soğuktan dondular da hayatlarını mı yitirdiler? Yoksa İstanbul’un güzel
kızlarıyla evlenip Boğaz’a nazır biryerlerde hayat mı teptiler? Ya da ne
bileyim, Pan-İslamizm’in davacıları olarak memleketlerinde özgürlük
mücadeleleri mi yürüttüler?
Ek’ler bölümünde üzerinde durulması kanaatini taşıdığım
bir diğer belge ise, Sultan II. Selim’in yazdığı ileri sürülen belge hakkında.
El hak bu belge arşivde mevcut. Ancak, tarihi bu metin üzere inşa etme gibi bir
tür gelenek mi oluştu desem. Çünkü tsunamiden sonra yardım çalışmaları
bağlamında Açe’de bulunan devleti temsil makamındaki bir kurum da, inşa ettiği
binanın girişine bu ‘arşiv belgesine’ atfen bir levha iliştirmişti. Görenler de
Osmanlı Devleti’nin hakikaten başında Kurtoğlu Hızır Reis’in yer aldığı “on beş
kadırga ve iki barça” ile Açe’ye bir deniz filosu gönderdiği intibaına
kapılabilir. II. Selim bu metni kaleme almıştır almasına da icraatta neler
olduğu uzun hikâye. Ek’lerdeki Bantam ve Bantam Sultanlığı, Makaskar ve
Padang’ın Açe coğrafyası, halkı veya tarihiyle –bu eser çerçevseinde- ilgisi
elbette ki yok. O zaman eserde ne işi var diye sormak hakkımız.
Eserin, Mehmed Ziya’nın çalışmasının dışında farklı bir
format olduğuna değinmiştim. Yayıncı, arşiv belgeleri gibi önemli katkıları
dikkate alınabilir. Öte yandan, Mehmed Ziya’nın Açe’yle pek de ilişkisi olmayan
ırkların doğuşu, Amerikalıların kökeni gibi bölümleri konuyla ilgisi
olmadığından eserde yer verilmeyebilirdi. Bu eleştirilere rağmen, yayıncının
eline sağlık demek istiyorum. Her şeye rağmen, Açe adının duyulmasına vesile
olduğu için önemsenmeye değer bir çalışma. Benzer çalışmaların devamının
gelmesini temenni ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder