13 Kasım 2012 Salı

Açe Kitabı Üzerine Bazı Düşünceler


Mehmet Özay                                                                                                                     12 Kasım 2012

Şu anki veriler ışığında, Türkçe dilinde Açe’yi doğrudan ele alan belki de ilk eserlerden kabul edilebilecek Mehmet Ziya’nın ‘Açe’ adlı eserin bir nüshası Türk Dil Kurumu kütüphanesinde bulunuyor. 2007 yılında Açe’de bulunduğum sırada İstanbul’dan istettiğim bu eser, CD formatında elime ulaşmıştı. Bu eserle ilgili kısa bir çalışma yapma arzusundaydım. Bu vesileyle Osmanlıca Türkçesi’nde kaleme alınmış olan ‘Açe’ adlı eserin transkripsiyonuna başlamıştım. Elim bir vak’a sonucu bilgisayarımın ‘beynindeki’ bilgiler yok olunca, tüm diğer çalışmalar gibi bu transkripsiyon dosyasını da kaybetmiştim. Akabinde, o dönem, Açe ve bölge üzerine diğer uğraşlar nedeniyle bir daha bir türlü kapsamlı bir şekilde bu çalışma üzerinde duramamıştım. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir yayınevinin eseri sadeleştirerek yayınladığını öğrendiğimde sevinmiştim. Esere ulaşmam ise yıllar sonra bir konferans İstanbul’a yaptığım seyahat vesilesiyle oldu. Açe üzerine kaleme alınmış bir eseri görmek kadar, eser üzerine birşeyler yazmayı en azından bir sorumluluk addediyorum. Bu vesile ile bir yandan eseri ele alırken, Açe’yi bir kez daha ‘hakkıyla’ gündeme getirmek oldukça önemli.

Evvel emirde, Türkçeye kazandırılan her Açe çalışmasının önemli olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Elime geçen bu çalışma Çamlıca Basın Yayın tarafından 2010 yılında “Osmanlı’nın Gölgesinde Bir Uzakdoğu Devleti: Açe” başlığıyla yayınlanmış. Bu eseri yayına hazırlayan ise Harun Tuncer. 143 sayfalık eserde arşiv belgeleri ve görsel malzemeye de yer verilmiş. Orijinal eserin başlığının ‘Açe’ olduğunu düşünürsek, başlığından itibaren eserin farklı bir formatta gündeme getirildiği görülüyor. Yani bu anlamda, eser bir transkripsiyon çalışması değil. Bu nedenledir ki, zaten Mehmed Ziya’nın adı kitap kapağında değil, ‘Takdim’ yazısı içinde yer alıyor. Eserin isminden başlamak gerekir. Eser, Mehmed Ziya Bey tarafından Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış ve başlığı da ‘Açe’dir. Mehmed Ziya Bey, hafızam beni yanıltmıyorsa Ziya Gökalp olmalı... Bunu teyit anlamında eserin orijinalinde sadece Açe’ye değil, insan ırkı gibi antropolojik ve sosyolojik bilgilere yer verilmesini ileri sürebilirim. Belki bundan önce, ‘Açe’ adlı bu çalışmanın 20. yüzyıl başlarında o dönemin koşullarında İstanbul’da nasıl bir arka plân çalışmasıyla gündeme getirildiğini düşünmek gerekir. Genelde Güneydoğu Asya, özelde Açe tarihi konusunda birşeyler okumuş olanların hatırlayacağı üzere Dr. Snouck Hurgronje, döneminin en önemli oryantalisti, İslamologu olarak Açe’de bulunmuş, Mekke’de Açeliler ve Jawi toplumu üzerine çalışmalar yapmış, Hollanda Sömürge yönetimine danışmanlıkta bulunmuş önemli bir sosyal bilimci. Ziya Bey de 1906 yılında ‘The Acehnese’ başlığıyla İngilizcesi yayınlanan bu esere ulaşmış ve buradan, önemli gördüğü kimi alıntılarla eserini kaleme almış olmalı. Her ne kadar, Ziya Bey’in bu esere nasıl ulaştığı belirtilmese de eserin 120. Sayfasında Snouck’un eserinin Felemenekçe başlıklı olanına (‘De Atjehers’) atıf var. Bu özlü girişten sonra, eserin adının ‘Açe’ olmasa da, yazarının, yani Ziya Bey’in adının yukarıda açıkladığım hususlar çerçevesinde kapakta yer almamasına üzüldüm.

Çalışmanın başlığı “Osmanlı’nın Gölgesinde Bir Uzakdoğu Devleti: Açe” oldukça abartılı olmuş. Bu iddianın altından kalmak için epeyce bir vakti kütüphanelerde geçirmek gerektiği kanaatindeyim. Açe’de İslamın ve devlet geleneğinin, bizde yazılıp çizildiği gibi, takriben 1511-1904 tarihleri arasında varlık sürmüş Açe Darusselam Sultanlığı (The Sultanate of Aceh Darussalam) ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Bu anlamda kimi yerel tarihçilerin ifadeleri doğrultusunda görüş belirtecek olursak, 9. yüzyıldan başlayarak Açe coğrafyasında sürekli İslam devleti geleneği var olagelmiştir. Böylesi bir geleneğe sahip bir halkın bir başka devletin gölgesinde olma gibi bir duruma düçâr olmayacağını tarihi veriler bize gösteriyor. Yani, Osmanlı’nın daha tarihte yerini almadığı bir süreçte, bu coğrafyada İslam belirli süreçler çerçevesinde nüfuz etmiş, halk katmanlarında varlığını göstermiş, siyaseten yerel ve bölgesel bir güç haline gelmiş ise, bunun süreklilik arz edeceğini en azından sosyoloji ve siyaset bilimi ile meşgul olanlar bilmeli diye düşünüyorum. Gölge derken, Açe Sultan’ının Osmanlıya gönderdiği elçilere gönderme yapılıyorsa, bu konuda yeter miktarda yazı kaleme aldığımızı söyleyerek önceki çalışmalara gönderme yapalım. Burada en azından kısa bir cümle ile açıklık getireyim. Açe’nin Osmanlı Devleti ile teması, halifeye hürmeten ve de devletin o dönemdeki siyasi ve askeri göstergelerindeki veriler bağlamında gerçekleşmiştir. Açe Sultanlarının, Osmanlı Devleti ile ‘karşılıklı işbirliğini’ stratejik ortaklık, çerçevesinde kurmak istediklerini düşündürecek epeyce neden var. Bu anlamda tabirimi mazur görün bu ilişkinin ‘efendi-köle’ ilişkisine indirgemek tarihe haksızlık olur.

Takdim bölümünde, bu çalışmanın “Endonezya’nın söz konusu adası ve diğer bölgelerinde yaşayan ahalinin menşei, hayat tarzları, giyim-kuşamları, konuştukları dilleri vs. Hakkında dünü ve bugününe dair derli toplu malumat veriliyor cümlesi” güncellenmeye muhtaç. Aşağıda değineceğim üzere Snouck Hurgronje’un çalışması ‘The Acehnese’den ve de bu eserden alıntı yapan Mehmed Ziya Efendi’nin ‘Açe’ adlı Osmanlıca kaleme aldığı eserden bugüne bir yüzyılı aşkın süre geçtiğine, tabir-i caizse köprünün altında epeyce su aktığına göre Açe’lilerin ne yeyip ne giydiği, hangi dili konuştuğu üzerine söylenecek çok söz var. Amaç bugünkü Türk toplumunu Açe konusunda bilgilendirmek ise bu konuda saha çalışması yapmış akademisyen ve araştırmacıların eserlerini yayınlamak gerekir. Yok, tarihi bir versiyonu bugüne taşıyacaksak, o zaman okuyucuları hangi zaman diliminden hangi insan grubundan bahsettiğimiz konusunda sağlıklı bir şekilde aydınlatmak gerekir. Aksi taktirde, ‘masum’ okurlar, bugünü anlamaya çalışırken, geçmişin yükünü yüklenebilirler ister istemez. Siyasi ve de coğrafi önemine binaen dikkat çekmek istediğim husus Açe’nin Endonezya’nın bir ‘adası’ olmadığı; Açelilerin -en azından bu eser bağlamında düşünüldükte- ‘ülkenin diğer bölgelerinde yaşamadıkları’ hususudur. Açe, Sumatra Adası’nın Kuzey’inde bir bölgedir.

Eserin hazırlayan tarafından kaleme alındığını tahmin ettiğim bir sayfalık ‘Giriş’ bölümündeki birkaç hususa da kısaca değinmek istiyorum. İlki, Açe’de deprem ve depremin tetiklediği tsunami 2005 yılında değil, 2004 yılı sonlarında, yani 26 Aralık 2004’de meydana geldi... Bir diğer önemli husus Açe’nin modern dönemdeki siyasi konumuyla ilgili. Açe’nin 1962 yılında Endonezya hükümetiyle imzaladığı ifade edilen anlaşmadan ‘bugüne kadar’ ‘ÖZERK BİR DEVLET’ olduğu yolundaki onulmaz bir yanlış daha eserin ilk sayfasında yer alıyor. Hemen kısa bir bilgiyle modern dönemde Açe Endonezya Cumhuriyeti içinde neye denk gelir belirteyim. II. Dünya Savaşı’nın akabinde, eski sömürge topraklarını yeniden ‘işgal’ niyetiyle Cava Adası’na çıkan İngilizler desteğindeki Hollanda birliklerine karşı Cava Milliyetçilerinin başlattığı ‘bağımsızlık mücadelesi’nde Açe’nin desteği büyük önem taşır. Bu ne demek? Hollanda’nın yeniden istila girişiminde Endonezya topraklarında girmediği, girmek istemediği tek coğrafya Kuzey Sumatra’daki Açe’dir. Bu nedenledir ki, 1945’den Hollanda’nın Endonezya Cumhuriyeti’ni resmen tanıdığı 1949’a kadarki süreçte Endonezya Takımadaları’nda (Nusantara) tek bağımsız bölge Açe bölgesidir. Bu nedenledir ki, Cava Milliyetçilerinin lideri Sukarno, Hollanda sömürgeciliği karşısında uluslararası hukuka dayanak teşkil edecek şekilde Açe’nin o dönemki siyasi lideri (al-merhum) Teungku Davud Beureuh’den siyasi destek talep etmiştir. Bu destek de verilmiştir... Yani Endonezya Cumhuriyeti ‘bayrağının’ ilk göndere çekildiği yer bu görüşmeler sonunda Açe’nin başkenti Banda Açe olmuştur. Peki yayında geçen 1962 anlatısı neye tekabül eder? Bu yıl Açe’nin de içinde yer aldığı, Batı Cava, Sulavesi gibi yerlerde de 1950’li yılların başından itibaren başgösteren ve 1960’lara kadar devam eden Dar’ul Islam hareketinin nihayetinde varılan anlaşmadır. Dar’ul Islam Hareketi’nin, en azından Açe’nin katılma nedeni, Hollandalılara karşı Açe’den siyasi destek talep eden Devlet Başkanı Sukarno’nun Açe’ye vaad ettiği siyasi, sosyal ve kültürel hakları vermemesinden kaynaklanır. Şayet bu eserde dile getirildiği üzere 1962’den itibaren Açe ‘Özerk Bir Devlet’ idiyse, 1976 yılı 4 Aralık’ında Hasan di Tiro ne diye Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni bir kez daha dünyaya ilân etme gereği duysun ve yaklaşık 30 yıl boyunca bu hareket askeri ve siyasi hareketini devam ettirsin ve 15 Ağustos 2005 tarihinde Helsinki Barış Anlaşması’na imza atsın idi ki!

Esere zenginlik kattığı belirtilebilecek ‘Ek’ler bölümüne gelirsek, gene önemli birkaç husus dikkat çekiyor. Bu çalışma Açe’yi mi konu alıyor yoksa Endonezya Takımadaları’nı mı? Şayet Açe ise o zaman 106., 108. sayfalarda yer verilen Cavalı öğrencilerin ‘Mekteb-i Sultani’ye kabulu babındaki Osmanlı Arşiv belgenin- ve de diğerlerinin- varlığı eserin kapsamıyla oldukça çelişiyor. Cavalı da olsa Açeli de olsa İstanbul’da Mekteb-i Sultani’ye kabul edilen bu öğrenciler kabul edilmesine edildi de ‘sonrasında ne oldu bu öğrencilere?’ sorusunun cevabını da ilgililerden beklemek hakkımızdır sanırım. Soğuktan dondular da hayatlarını mı yitirdiler? Yoksa İstanbul’un güzel kızlarıyla evlenip Boğaz’a nazır biryerlerde hayat mı teptiler? Ya da ne bileyim, Pan-İslamizm’in davacıları olarak memleketlerinde özgürlük mücadeleleri mi yürüttüler?

Ek’ler bölümünde üzerinde durulması kanaatini taşıdığım bir diğer belge ise, Sultan II. Selim’in yazdığı ileri sürülen belge hakkında. El hak bu belge arşivde mevcut. Ancak, tarihi bu metin üzere inşa etme gibi bir tür gelenek mi oluştu desem. Çünkü tsunamiden sonra yardım çalışmaları bağlamında Açe’de bulunan devleti temsil makamındaki bir kurum da, inşa ettiği binanın girişine bu ‘arşiv belgesine’ atfen bir levha iliştirmişti. Görenler de Osmanlı Devleti’nin hakikaten başında Kurtoğlu Hızır Reis’in yer aldığı “on beş kadırga ve iki barça” ile Açe’ye bir deniz filosu gönderdiği intibaına kapılabilir. II. Selim bu metni kaleme almıştır almasına da icraatta neler olduğu uzun hikâye. Ek’lerdeki Bantam ve Bantam Sultanlığı, Makaskar ve Padang’ın Açe coğrafyası, halkı veya tarihiyle –bu eser çerçevseinde- ilgisi elbette ki yok. O zaman eserde ne işi var diye sormak hakkımız.

Eserin, Mehmed Ziya’nın çalışmasının dışında farklı bir format olduğuna değinmiştim. Yayıncı, arşiv belgeleri gibi önemli katkıları dikkate alınabilir. Öte yandan, Mehmed Ziya’nın Açe’yle pek de ilişkisi olmayan ırkların doğuşu, Amerikalıların kökeni gibi bölümleri konuyla ilgisi olmadığından eserde yer verilmeyebilirdi. Bu eleştirilere rağmen, yayıncının eline sağlık demek istiyorum. Her şeye rağmen, Açe adının duyulmasına vesile olduğu için önemsenmeye değer bir çalışma. Benzer çalışmaların devamının gelmesini temenni ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder