18 Kasım 2024 Pazartesi

Trump ne yapmak istiyor? / What does Trump want to do?

Mehmet Özay                                                                                                                            18.11.2024

Donald Trump, 20 Ocak 2025 tarihinde, yeniden Beyaz Saray’da başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanıyor.

Tarihi olacağına kuşku olmayan önümüzdeki sürecin, acilen bazı sorular sorularak cevaplandırılmayı hak ediyor.

Bu soruların başında, hiç kuşku yok ki, Trump’ın ne yapmak istediği geliyor.

Söz konusu bu gelişmeyi hem, ABD iç politikası hem de, uluslararası politika açısından iyi irdelemek gerekiyor.

Herkesi ilgilendiriyor

Bu durum, sadece ABD’nin değil, dünyanın geleceğini de yakından ilgilendiriyor....

Dünya bunu istemese de...

Nihayetinde, karşımızda günümüz dünyasının ‘Roma’sı bulunuyor...

Ve bu Roma’nın, dünyayı peşine takabilecek ya da, dünyayı istediği şekilde yönlendirebilecek bir güce ve etkiye sahip olduğuna kuşku yok.

Amerikan toplumu açısından bakıldığında, bu gelişmenin, -en azından, son on yılda yaşanan ‘kutuplaşmanın’ devam ettiğini ve de -Trump siyasi tutumunda bir değişikliğe gitmedikçe, bu kutuplaşmanın güçlü bir şekilde devam edeceğini ortaya koyuyor.

Kutuplaştıran kim?

Trump’ın, ABD siyasetindeki varlığı, ‘ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı’ sıfatlarıyla anılırken aslında, karşımızda bu sıfatları hak edenin sadece, Trump olmadığını görmek gerekiyor.

Belki de, bundan çok daha önemlisi, 5 Kasım seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu üzere, Amerikan toplumunun önemli bir bölümünün bu ayrıştırıcılıkta, kutuplaştırıcılıkta birleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

ABD’de yaşanan dönüşümü, bireysel liderlik profilinde değil aksine, toplumsal psikoloji ve yapısında görmek gerekiyor.

Öyle ki, ABD’deki bu gelişmeyi, kimilerinin yaptığı gibi, ‘etnik milliyetçilik’ gibi bir yaklaşımla açıklamak mümkün değil.

ABD’de olan biten, bunun ötesinde ve dışında bir süreç...

Trump ne diyor?

Trump ne diyor? “... Güney’den gelen göçmenlere kapımızı kapatmalıyız.” AB başta olmak üzere, dünyanın farklı bölgelerindeki ülkeler konu göçmenler olduğunda kapılarını ne kadar açıyorlar diye sormamız gerekir...

Buna başka ne ekliyor? “Önceki ABD yönetimlerinin, gereksiz uluslararası askeri operasyonlarla ABD ekonomisi çökertildi.”

Dünyanın farklı bölgelerinde -örneğin, Rusya, gibi ülkeler yaptıkları uluslararası askeri hamlelerle ekonomilerini çökertmedikleri söylenebilir mi?

Trump, aynı zamanda “elitlerin beceriksizliği” diyerek özellikle geçmişteki ve son dört yıldaki Demokrat hükümetleri eleştiriyor.

Burada ilginç nokta, Trump, rakibi Demokrat adayları komünist olarak suçlarken temelde, bu çıkışıyla halkçı ve konvansiyonel anlamda, ‘sol’ bir söylemi dile getirdiğini gözden kaçırmamak gerekir.

Bu noktada, Trump’a oy veren kitlelerin sosyo-ekonomik analizinin de, bu görüşü destekleyecek mahiyette olduğunu söylemek zor değil.

Evet, Trump kendisi gibi milyarderlerin eşliğinde başkan seçildi söyleminde haklılık payı yok değil...

Unutmayalım ki, bunların sayısı, Trump’a oy veren Amerikan seçmenleriyle kıyaslanmayacak ölçüde sınırlı...

Küresel toplumla ilişkiler

Trump’ın ilk başkanlık tecrübesi olan 2016-2020 yılları arasında, küresel toplumla ilişkilerine göz attığımızda, ulus-devletler nezdinde, Trump’la arası olan ülkelerin bir elin parmaklarını geçeceğini söylemek oldukça zor. 

Başta, Avrupa Birliği olmak üzere, Ortadoğu, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya (ASEAN) gibi bölgelerde Trump’ın yol açtığı enkaz, -kovid-19’un da etkisiyle gelişmiş olduğunu hatırlatmak gerekir-, henüz giderilmeye başlanmışken, yeniden Trump’la geçecek dört yılın gayet zorlu olacağına kuşku yok.

Bu durum, “Trump, ne yapmak istiyor?” sorusunu, yeniden ve daha güçlü bir şekilde sormayı gerektiriyor.

Çin gerçeği

Küresel kapitalizmin öncü gücü konumundaki Amerika Birleşik Devletleri’nin özellikle, Çin’in son kırk yılda alışmaya çalıştığı kapitalist ekonomi modeliyle başının derte olduğuna kuşku yok.

Bu gelişmenin, salt Trump’la ilgisi bulunmuyor...

Son dört yılda takip edildiği üzere, Joe Biden yönetiminin de, Çin’le ilişkilerde -bazı farklılaşmalarla birlikte, benzer bir yaklaşım sergilediğine tanık olduk.

Ancak, Trump’ı Demokratlar’ın siyaset yapma biçiminden ayıran dobralığı ve katılığı önümüzdeki dönemin daha zorlu geçeceğine kuşku bırakmıyor.

Bu nedenledir ki, Trump, “... En önemli dış tehdi, Çin” söylemini sürekli ifade ederek ve eko-politikaları bunun üzerine tasarımlayarak, küresel siyaseti Çin üzerinden belirlemeye çalışıyor.

Gündem ‘kapitalizm’ olunca, durup, “Acaba, Trump, niçin AB ile birlikte hareket etmiyor?” sorusu sormak gerekiyor.

Diğerleri

Trump’ın gündeminde başka konular yok değil...

Örneğin, NATO, Trump yönetimi için birinci dönem olduğu gibi bu dönemde de, en önemli çelişkiler yumağı olmaya devam edecek.

NATO ile ilgili sorun da temelde, ‘Batı kapitalist dünyasında’ küresel askeri gücün ekonomi desteğinde yükü kimin çekeceğiyle ilgili. Açıkcası, bu konu da askeri güvenlikten ziyade, ekonomiyle doğrudan ilişkili.

Trump, Avrupalı kapitalist ülkelerin ‘ellerini taşın altına koymaya’ davet ediyor.

Bu noktada, Avrupalı kapitalistlerin zihninin, NATO’nun kuruluşunu sağlayan Amerika Birleşik Devletleri’nin bugün, niçin bu rolden geri adım atmaya doğru bir eğilim sergilediği sorusuna cevap bulmakla meşgul olduğunu söylemek mümkün.

Amerika Birleşik Devletleri’nden bağımsız olarak, AB’de işlerin uzunca bir süredir iyi gitmiyor oluşunun, Trump gibi ‘yenilikçi-muhafazakâr’ bir liderle karşılaşmalarının üzerlerinde şok etkisi yaptığına kuşku yok.

Bu şoku, Joe Biden yönetimiyle atlatmaya çalışırken, sürpriz ikinci Trump döneminin, AB için 2020’de kaldığı yerden devam edeceği anlamına geliyor.

AB, Trump’la ikinci raunda hazır mı?

Almanya ve Fransa’daki siyasal gelişmeler bu sürecin, AB açısından gayet zorlu geçeceğine işaret ediyor.

Trump, başkanlık süreciyle eline geçirdiği dev Amerikan mekanizmasını bireysel ihtiraslarıyla Amerikan gerçekliğini örtüştürerek politikaları gerçekleştirecek.

Bu durum, tıpkı Amerikan iç siyasetinde olduğu gibi, küresel siyasette de kutuplaştırıcı bir etki yapacağını düşünmek mümkün.

Temelde sorun, Trump’ın bu yöndeki politikalarını hangi ölçülerde kullanıp kullanmayacağıyla ilgili.

Bu konuda, Trump’ın bizi fazla bekletmeyeceğini düşünüyorum. 20 Ocak’tan sonraki ilk birkaç ay hem ABD için hem de dünya siyaseti için belirleyici olacaktır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/trump-ne-yapmak-istiyor-what-does-trump-want-to-do/

17 Kasım 2024 Pazar

Malezya’da bir resim sergisi ve toplumsal yarar olgusu / An art exhibition and social good phenomenon in Malaysia

Mehmet Özay                                                                                                                            16.11.2024

Malezya’da toplumsal barış konusu, bu ulus-devletin kendine özgü tarihsel ve modern dönem yapılaşmasıyla belirlenmiştir.

Ve bu anlamda, kendine özgü nitelikler taşıması doğaldır...

Köken: çok etniklilik ve çok dinlilik

Malezya’da toplumsal birlik olgusunun, 19. yüzyıl başlarından itibaren gündeme gelen sosyolojik bir konu olduğu bilinir.

Malay Yarımadası’ndaki Malay toplumlar, başta Sumatra ve Cava Adaları olmak üzere Takımadalar coğrafyasından yaşanan göçler, bu sürece eklemlenen Çin ve Hindistan kökenlilerin zamanla özellikle, Batı Malaya sahil şeridindeki varlıkları modern Malezya’nın görece yakın tarihinden aldığı toplumsal miras olarak adlandırılmayı hak eder.

Bağımsızlığın elde edildiği 1957 yılından bu yana geçen süre zarfında ırk, dil, din farklılaşmasının, her daim siyasal arenada başat unsurlar olarak ortaya konulması ve bunun üzerinden siyaset yapma biçimine karşılık, bu farklılıkları bir ulus devlet olma çabasında birliğe dönüştürme konusunda da adımlar atıldığını söylemek gerekir.

Bu konuda, faaliyet gösteren çeşitli sivil toplum kuruluşlarının çabasını dikkate almak gerekiyor.

Zenginlik ve sorun kaynağı

Genellikle, çok kültürlü, çok dinli, çok ırklı üçlüsüyle anılan Malezya’da, var olan toplumsal yapıda kültürel çeşitliliği ve zenginliği ortaya koyan bu kavramsallaştırma, aynı zamanda toplumsal ve siyasal sorunların da bir anlamda, temelini teşkil eder.

Bu çerçevede, siyaset ve kültür ilişkisinin birbiriyle çelişen ve birbirine yakınlaşan boyutlarına tanık olunur.

Bu noktada, Malezya siyasal yaşamında söz konusu, ‘çoklu kültürel ve toplumsal yapılardan’ neşet eden sorunların üstesinden gelinmesinde, -olumlu bir görüşle hareket ettiğimizde, siyasal sistemin kuralları ve değerleri kadar, bu ilgili geniş toplum kesimini teşkil eden ve başlıca Malayların, Çinlilerin ve Hintlilerin teşkil ettiği, -ancak, bunların yanı sıra, irili ufaklı diğer kesimlerinde yer aldığı- ve kendi toplumsal zeminlerinde oluşturdukları sivil oluşumların ulusal birliğin tesisinde azımsanmayacak bir rolü olduğunu söylemek gerekir.

Yayasan Arshad Ayub: Sivil toplum ve birlik

Bu sivil oluşumlar, dini-kültürel-eğitim vb. alanlarda, sivil toplum yapılaşmalarıyla toplumun ilgili kesimleri kadar, tüm etnik farklılıkları göz ardı etmek suretiyle, ‘Malezyalılık’ olgusunu yeşertmeye ve devam ettirmeye hizmet ediyor.

Ve bu anlamda, bu sivil oluşumların toplumsal gerçeklikte ayrı bir anlamları bulunduğuna kuşku yok.

Bugün, bunlardan birinin tertip ettiği resim sergisine katılma imkânı buldum.

Malezya ölçeğinde, modern bir mekânda, Publika’da ‘Segaris Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinliğin, pek çok açıdan öğretici olduğuna kuşku yok.

Arshad Ayub Vakfı (Yayasan Arshad Ayub) tarafından organize edilen, ‘Malaysiana’ başlıklı resim sergisinin, birden fazla hedefi içinde barındırdığını söyleyebilirim.

Bunların başında, resim sergisine katılan, yaşları 20 ilâ 84 arasında değişen toplam 52 sanatçının toplam 103 parça resminin kamuoyuyla paylaşımının, hiç kuşku yok ki, önemi büyük.

Sergide yer alan eserler, Malezya’nın farklı coğrafyalarına özgü mimari, kır, şehir, din vb unsurları ile bazı soyut tasarımları, sanatın yeniden inşacı çeşitli yöntemleriyle gündeme getiriyor.

Bu durum, sergide eserleriyle yer alan sanatçıların etnik ve dini kimliklerinin farklılığının ötesine geçerek bir tür birliktelik ortaya koyuyor.

Bu noktada, sergilenen eserlerin satışından elde edilecek gelirin vakfın, eğitim alanındaki çalışmalarda kullanılması somut bir çıktı olarak gündeme gelirken, kanımca burada oluşan maddi ve niceliksel getiriden ziyade, vakfın ortaya koyduğu toplumsal bakış açısı gayet önemli bir örnek olarak değerlendirilmelidir.

Bu noktada, eğitim alanındaki faaliyetleriyle tanınan ‘Arshad Ayub Vakfı’nın, gücü nisbetinde, ırk ve din farkına bakmaksızın, ülkedeki tüm kesimlerin genç nesillerine sağladığı eğitim desteği, farklılıklarıyla öne çıkan Malezya toplumunda, çoklu anlam oluşturmanın en önemli araçlarından biri olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.

Adına vakıf teşkil edilen Arshad Ayub, 1928 ilâ 2022 yılları arasında yaşam sürmüş ve ömrünü eğitim davasına adamış isimlerden biri olarak biliniyor.

‘İnsan sermayesi’ ve ikinci şans

Merhum Arshad Ayub’un 2008 yılında kurduğu vakıf, o günden bu yana, ülkede “insan sermayesinin gelişimi”ne odaklanmış durumda.

Etkinliğin açılış konuşmasını yapan, eski bakanlardan Tan Sri Rafidha Aziz, ‘İnsan sermayesi’ olgusunun, çeşitli siyasi düşünceler ve pratiklere kurban gittiğine gizli açık yaptığı vurgu, aslında tam da, bu etkinliği ortaya koyan vakfın çabasının ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. 

Eğitimi öncelleyen ve bunu yaparken, toplumdaki etnik ve dini farklılıklıkları dikkate almadan ihtiyaç sahibi gençlere ulaşmayı hedefleyen vakıf, bu çabasını, kurucusunun ortaya koyup geliştirdiği ‘ikinci bir şans’ olgusu olarak tanımlıyor.

Bu ‘ikinci şansın’ eğitimle olacağını düşünen merhum Arshad Ayub, böylece ilgili bireylerin ve toplum kesimlerinin toplumda kendilerine hak ettikleri yeri edinebileceklerine inanmış.

Bu noktada, hayatın doğallığı ve sınırlılığı içerisinde kendilerini toplumun alt tabakasında bulan kesimlerin çocuklarına yönelik eğitim süreçlerini, dini-etnik farka bakmaksızın, ön açıcı bir yaklaşımla yapılandırmaya çalışıyor.

Vakıf, yukarıda değinilen sanat etkinliğinin ilkini 2023 yılında gerçekleştirmiş. Vakfın, hemen bir yıl içinde benzeri bir ikinci sanat etkinliğiyle gündeme gelmesini kendi içinde bir başarı olarak değerlendirmek gerekir.

Bu tür etkinliklerin vaz geçilmez isimlerinden Halime Yacob, bir dönem bakanlık yapmış ve Malezya siyasetini derinden tanıyan Tan Sri Rafidah Aziz, sosyal inşacı rolleri ve rehberlikleriyle birbirinden farklı grupları biraraya getirebilmesi ve bu grupların birbirleriyle paylaşımda bulunabilmelerini sağlamalarıyla sivil sorumluluk örneği sergiliyorlar.

Malay, Çinli, Hintli kökene mensup Malezyalıların oluşturduğu katılımcılar, ziyaretçiler etkinlik açılışında, vakıf mensuplarından birinin yaptığı duaya zihinleriyle ve gönülleriyle katıldıklarına kuşku yok.

Birbirleriyle yan yana oturan, selamlaşan, konuşan, aynı platformu ve aynı idealleri paylaşan farklı toplum kesimlerine mensup bu bireylerin, ortaya koydukları birliktelik temelde her daim çoğaltılması gereken anlamlı bir bütün oluşturuyor.

Farklılıkların, özellikle bazı toplumsal kurumlar nezdinde zenginlik yerine ayrıştıcılık unsuru olarak gösterilmesi karşısında, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının var olan farklılıkları zenginliğe dönüştürme konusundaki çabalarını dikkate almak gerekir.

Bu anlamda, Arshad Ayub Vakfı’nın varlığı ve eğitim alanında sergilediği kendine özgü çalışmalarıyla övgüye değer olduğunu söylemek gerekir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/malezyada-bir-resim-sergisi-ve-toplumsal-yarar-olgusu-an-art-exhibition-and-social-good-phenomenon-in-malaysia/

14 Kasım 2024 Perşembe

Trump dünyayı yeniden inşa etmeye hazırlanıyor / Trump prepares to rebuild the world

Mehmet Özay                                                                                                                            14.11.2024

Bu başlığın oldukça iddialı olduğunun farkındayım...

Ancak, karşımızda Donald Trump gibi bir lider var. Ve bunun ötesinde, dünyanın yeniden inşası meselesinin sadece, Trump’ın siyasi ihtiraslarıyla ilintili bir yanı bulunmuyor.

En başta, Amerika Birleşik Devletleri’nin temsil ettiği ve benzeri ulus-devletlerin eklemlendiği sistemin, -ki, buna büyük kapitalist sistem adını verebiliriz-, içine girdiği bir bunalımın herkes farkında.

Bu tür bunalım dönemlerinde Batılı devletlerin, özellikle de, ABD’nin nasıl bir strateji takip edip, işleri hâl yoluna koyacağına dair tarihin en azından, son yüz elli yıllık dilimi bize batı ipuçları veriyor.

Önümüzdeki dört yıllık süreçte, Trump yönetiminin işler daha da kötüye gitmeden, işleri hâl yoluna koyma konusunda hiç de çekimser davranmayacağını söyleyebiliriz.

Trump’ın ‘Önce Amerika’ söylemini, iç politika malzemesi olarak üretilmiş bir slogan olarak görmek, önemli bir yanılgıya yol açabilir. ‘Önce Amerika’ söylemi, gelecek dört yıllık süre zarfından ABD’nin her türlü dış politika gelişmesinin odağında yer alacaktır.

Dün Trump ne yaptı?

Trump, dünyayı yönetmeye aday olduğunu, 2016-2020 yıllarında oldukça, açık ve de kaba bir şekilde ortaya koyma cesaretini gösterdi.

2016 süreciyle birlikte, Asya-Pasifik bölgesinde Trans Pasifik işbirliği (Trans Pacific Partnership Agreement-TPPA), Avrupa’da NATO, Çin’le ticaret anlaşmaları süreçlerinde ortaya çıkan çatışmacı süreçler Trump’ı yıpratmadı.

Aksine, bu bölgelerde bir yandan, kaotik durumlara yol açarken öte yandan, bir takım alternatif arayışlarına da neden oldu.

Kaotik durumlardan biri hiç kuşku yok ki, Avrupa’nın göbeğindeki, -şimdilik- 21. yüzyıl savaşı olarak anılmayı hak eden Ukrayna’da süren Rus işgalidir...

Bu gelişmenin, sıradan bir işgal olmadığı aksine, uzmanların dile getirdiği üzere, Batı ile Rusya’nın güç tecrübesinde bulundukları bir açık savaş ortamı olduğu konusunda bir kuşku bulunmuyor.

Asya-Pasifik ve dengeler

Öte yandan, Trump sonrası Asya-Pasifik’te, iplerin Çin’in eline geçeceği yönündeki düşünceler ise, pek gerçekleşmiş gözükmüyor.

Trump, 2020 seçimini Demokratlar’a kaptırmış olsa da, yaşlı Joe Biden ve tecrübesiz Kamala Harris ikilisinin Asya-Pasifik bölgesini, arzu edilen ölçüde yeniden yapılandırabilme imkânını cömertçe teptiklerini söyleyebiliriz.

Bunu söylerken, Japonya, Avustralya ve Hindistan ile birlikte oluşturulan Quad adıyla anılan, ‘güvenlik diyalogu’ oluşumunun önemini yadsımıyorum.

Kaldı ki, Quad oluşumunu dirilten irade 2017 yılında Trump tarafından ortaya konulmuştu. Biden, bunun devam ettiricisi oldu...

Ancak, bu durum Asya-Pasifik’teki çoklu ülkeler zemininde, çatışmacı yönüyle öne çıkıyor. Bölge ülkelerinin ABD’den beklentisi yapıcı ve sürdürülebilir ilişkilerin önünü açmaktı.

Ve bunun içinde, Çin’i yadsımadan bir başka deyişle, Çin’i de içine alan yenilikçi bir uluslararası siyasetin ortaya konulmasıydı.

Aradan geçen süre zarfında, Asya-Pasifik genelinde, ABD’nin kapsayıcı bir siyasal akım veya eğilim oluşturamadığı ortada...

Bugün Trump ne yapar?

Bugün ise, 2016 yılı seçiminden farklı olarak Trump’ın hem, dünkü hatalarını anlamaya hem de, çevresini dinlemeye ve de buna önem vermeye başladığı gözlemleniyor.

Bu durum, Trump’ın önümüzdeki dört yıllık yönetimi sürecinde, daha akla başında hareket edeceğini varsayılıyor ise, kanımca doğru bir tahminde bulunulmuyor demektir.

Trump, 5 Kasım seçimini tarihi bir zafere dönüştürürken, çevresinde yer alan insanlara bakmak gerekir.

Bugün, Trump kabinesini oluştururken yanında, küresel milyarderler ile Amerikan milliyetçiliğinin günümüzdeki ‘en sağlam’ isimleri yer alıyor.

Öncelik ‘büyük sistem’

Elbette, Trump’ın önceliği, ABD ekonomisini hâl yoluna koymak olacak.

Ancak, bunu yaparken, daha ilk günden verdiği örneklerin gösterdiği üzere, küresel ticarette dün var olan dengeleri, ABD lehine değiştirme eğilimi olarak ortaya çıkıyor.

Trump yönetiminin NATO, Asya-Pasifik bölgesi ve geniş Ortadoğu üzerinde ne tür politikalar üreteceği sorgulamasını yaparken, ekonomide içe kapanan bir Amerika’nın bu bölgeleri de kendi haline bırakacağı gibi bir yanılsama içine girilmemelidir.

Yine, daha ilk günden Trump’ın ‘tek rakibimiz Çin’ anlamına gelen söylemini elbette Çin Halk Cumhuriyeti tekilliği ile anlamamak gerekir. Çin, şu veya bu şekilde, kendine önemli ittifaklar kurmuş gözüküyor.

ABD’nin Çin’i hedef alacak örneğin ekonomi ve ticaret ilişkilerinde politikalarının sadece Çin’le sınırlı olmayacağını düşünmek gerekir.

Başta Çin olmak üzere küresel sistemde öne çıkan aktörlerin, önümüzdeki dört yılda ortaya koyacakları politikaların, daha çok ‘Acaba, Trump...” faktörüyle birlikte gelişme göstereceğini söylemek kehanet olmayacaktır.

Bu durum, bize Trump liderliğinde ABD’nin dünyayı yeniden şekillendirebilecek politikalarıyla birlikte geldiğini gösteriyor.

Sıcak bir çatışma mı... Bunun cevabını, Trump’dan önce ‘öteki güçlerin’ sorması ve cevaplaması gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/trump-dunyayi-yeniden-insa-etmeye-hazirlaniyor-trump-prepares-to-rebuild-the-world/

Trump yönetimi: şahin bakışlar / Trump administration: Hawkish views

Mehmet Özay                                                                                                                            12.11.2024

Donald Trump, 5 Kasım seçim zaferinin ardından, Ocak ayı başında göreve başlayacak olan kabinesinin temel isimlerini belirlemeye başladı.

Bu süreçte, öne çıkan isimler iç politikadan ziyade, daha çok küresel ilişkilerde isimlerini çokça duyacağımıza kuşku olmayan bakanlıklar ve danışmanlardan oluşuyor.

Akla gelen, hiç kuşku yok ki, dış işleri ile savunma ve güvenlikten sorumlu danışmanı oluyor.

Hemen ifade edeyim, Trump dışişleri bakanı olarak Marco Rubio, ulusal güvenlik danışmanı olarak da Michael Waltz isimleri üzerinde kararını vermiş durumda.

Şahinler

Her iki ismi birbirine yakınlaştıran, Cumhuriyetçi parti üyesi olmaları kadar, daha çok Trump’ın uluslararası ilişkilere dair söylemlerinde öne çıkardığı, ‘şahin görüş’ün veya her an ‘şahinleşebilir’ yaklaşımının birer temsilcileri olmalarıdır.

İlgili açıklamalara detaylı bakılacak olursa, Rubio’nun, ‘şahinlerin şahini’ bir isim olduğu hemen dikkat çekiyor.

53 yaşındaki Rubio, son dönemde Cumhuriyetçi Parti içinde, Amerikan küresel politikalarında gizli/açık düşman olarak ortaya çıkan Çin, İran ve Küba gibi ülkelere yönelik olası bir güç kullanımını öncellemeye yönelik bakış açısının en önemli temsilcisi konumunda.

Adı geçen rakip/düşman ülkelerin dünya haritasındaki yerlerini dikkate aldığımızda, ABD yönetimini üç kıtada hareketli günlerin beklediğini söylemek abartı olmayacaktır.

Waltz ise, Amerikan ordusu özel birliklerinde 27 yıl görev yapmış bir isim. Ve Senato’da önemli komisyonlarda görev alan Waltz’ın özellikle Çin’e yönelik özel bir ‘ilgisinden’ bahsetmek mümkün.

Waltz, Çin’i ABD için “dış tehdit olarak gören” ve “... gelişmelere hazır olmamız için önemli yatırımlar yapmalıyız” diyen bir isim.

Öncelik caydırıcılık (mı?)

Bununla birlikte, ‘şahinlik’ olgusunun doğrudan sıcak savaş ortamıyla ilişkilendirilmesi kadar, şahinliğin ‘caydırıcılık’ olgusunu da içinde barındırdığını hatırlatarak, önümüzdeki süreçe ABD’nin söz konusu üç bölgede, doğrudan ve açıkça sıcak gelişmelere yol açağını şimdiden söylemek mümkün değil.

Burada iki temel nokta veya açmazdan bahsedebiliriz.

İlki, ABD’de Trump yönetiminin, ulusal ekonomiye rayına oturtma konusundaki agresif tutumu.

Bu süreç, ülke dışında, uluslararası arenada herhangi bir maceranın, ülke içi ekonomik kalkınma ve reorganizasyon süreçlerine doğrudan bir darbe anlamına geleceğine kuşku yok.

Trump’ın, böylesi bir gelişmeye yol açacak politikaya onay vereceğini düşünmek, en azından bu süreçte mümkün değil.

İkincisi, 2016-2020 tecrübesinden hareket edecek olursak, Avrupa’dan Doğu Asya’ya geleneksek ittifak ilişkilerini neredeyse, rafa kaldırma söylemlerini ve politikalarını gündeme getirmiş olan Trump’ın, benzer bir süreci önümüzdeki dört yılda tekrar edip etmeyeceğidir.

Bununla kastımız, ABD’nin geleneksel ittifak yapılarıyla güçlü işbirliğini yeniden tesis etmeden yine, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir sıcak gelişmeye istekli olması rasyonel bir yaklaşım anlamına gelmeyecektir.

Ukrayna’ya barış

Bu temel yaklaşımların sağlaması olarak kabul edilebilecek ilk intibalar, Rusya işgali altındaki Ukrayna gerçekliği konusunda verilmeye başlandı.

Dışişleri bakanı Rubio, “Rusya yanlısı değilim ancak, öyle gözüküyor ki, savaş anlaşmayla sona erecek” ifadesi Trump yönetiminin -Biden yönetiminin aksine Ukrayna’ya mali ve askeri yardım yapmayacağı yönünde.

5 Kasım sonuçlarının hemen ardından yapılan bazı açıklamalarda, Donald Trump’un 2016-2020 yıllarının aksine, daha hazırlıklı bir yönetim oluşturacağı yönündeydi.

Bu tahmin, Trump yönetiminin yukarıda adı geçen ve benzeri sorunlu bölgelerde nasıl bir uluslararası ilişkiler stratejisi geliştireceğini Ocak ayını bekleyip, ardından ilk birkaç aydaki gelişmeleri gözlemlemek gerekiyor.

İç politika-dış politika

Bu noktada, Trump’ın iç politika ve dış politika konularında neler yapacağı konusunda kısa bir fikir cimnastiji yapmakta yarar var.

Trump’ın ‘önce Amerika’, ‘Yeniden Büyük Amerika’ söylemlerine, 5 Kasım akşamı seçim zaferi konuşmasında, “Amerika’nın Altın Çağı” kavramının gündeme gelişine tanık olundu.

Bu noktada, örneğin Latin göçmenler konusu, başta otomobil sektörü olmak üzere çeşitli sektörleri ilgilendiren gümrük tarifleri vb. konuları, Ortadoğu’da Filistin, Orta Avrupa’da Ukrayna, Doğu Asya’da Tayvan vb. bölgesel sorunlarından bağımsız kabul etmek mümkün gözükmüyor.

13 milyon Latin göçmen konusunda olduğu gibi Trump yönetiminin önceliği, vergi, sağlık, eğitim gibi ana kurumlar üzerinde yeniden düzenlemeye gideceği açık.

Aynı şekilde, gümrük tarifleri söylemi dikkate alındığında, Amerika’da küçük ve orta ölçekli işletmeler bağlamında, üretim ve piyasa düzenlemelerinin Amerikan halkının refahına olacak bir yeniden düzenleme ufukta gözüküyor.

Buna, ‘katı korumacı’ ekonomi politikaları adını versek de, ABD şirketlerinin özellikle, Çin ve Avrupa kökenli şirketlerin Amerikan piyasalarındaki etkinliğini kısmanın, Amerikan üretim kesimlerini yeniden kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamanın, -en azından şimdilik- yegâne yol olduğu anlaşılıyor. 

Her ülkede, seçim zaferlerinin ulusal bir yansıması olması doğaldır...

Ancak, Amerika’daki seçimlerini ve başkan Donald Trump’ın söylemlerini, ulusal siyaset sınırlarının dışına taşan boyutlarıyla değerlendirmek gerekir.

ABD’yi küresel bir güç olduğunu hatırladığımızda, bunun da gayet doğal olduğu düşünülebilir.

Bununla birlikte, Ocak ayından itibaren ABD’nin uluslararası ilişkiler boyutunun yeni Trump’la mı yoksa, eski Trump’la mı şekilleneceğini yakında göreceğiz.

https://guneydoguasyacalismalari.com/trump-yonetimi-sahin-politikalar-trump-administration-hawkish-policies/

10 Kasım 2024 Pazar

Dünya liderleri için zor karar: Trumpla mı Trumpsız mı? / Tough decision for world leaders: With Trump or Trumps?

Mehmet Özay                                                                                                                            10.11.2024

ABD’de başkanlık seçimini kazanan sabık başkan Donald Trump, yeni yılın hemen başında, ikinci kez başkanlık koltuğuna oturacak.

Seçim sonuçları netleşmeye başlarken, şu an itibarıyla temsilciler meclisinde Demokratlar 226 Cumhuriyetçiler ise 312 milletvekili çıkarmış gözüküyor. Senato’da ise, Demokratlar’ın 46, Cumhuriyetçiler’in 53 üyesi bulunuyor.

Demokrasinin beşiği (!) ABD’de 5 Kasım seçimleri sonrasınad ortaya çıkan tabloya rağmen, hem ABD’de hem de küresel çapta Demokrasi yanlılarının oluşan seçim sonucundan hazmedemediklerini söylemek gerekiyor.

ABD seçimlerine yönelik olarak Foreign Affairs’da 8 Kasım tarihli, “Amerikasız Demokrasi? (Democracy without America?) başlıklı bir yazıda, ‘küresel demokratik güçler’ bağlamına denk gelecek bir söylem ortaya konulurken, ABD’de Trump zaferiyle birlikte Amerika’nın demokrasi ile olan bağındaki gevşemeye atıfta bulunuyor.

Küresel güç ABD’de ortaya çıkan gerçeklik sadece ABD iç politikası bağlamında anlaşılmayı değil, bunun ötesinde Trump’ın ikinci döneminde ulusulararası ilişkileri ve küresel gelişmeleri nasıl etkiyeleceğiyle de yakından alâkalıdır.

Trump ve ‘diğerleri’

Yukarıda dikkat çektiğim, seçim sonrası ortaya çıkan sonuçlar, başkan Trump’ın yeni dönemde, ABD yönetiminde yasama ve yürütme süreçlerinde, elinin ne denli güçlü olduğunu göstermeye yeten istatistikler olarak değerlendirilmesi gerekir.

Ulusal yönetimde böylesine önemli bir gücü bünyesinde toplayan Cumhuriyetçilerin ve de başkan Donald Trump’ın, uluslararası ve/ya küresel gelişmelerle ilgili olarak nasıl hareket edeceği de, bir o kadar önem arz ediyor.

Hemen buradan hareketle, bölgesel ve küresel sorunlarla yüzyüze bulunan küresel toplumun ve bunun gerek, ulus-devlet nezdinde gerekse, bölgesel ve küresel kurumlar bağlamında temsilcilerinin önümüzdeki dört yılı, “Trump’la mı yoksa, Trump’sız mı” geçirecekleri konusunda, önemli bir soruya karar verme aşamasında olduklarına kuşku yok.

Bu soruya, verilebilecek ön cevap her iki şıkkın da kendi içerisinde büyük açmazlar içerdiği yönündedir.

Özellikle, bu durumun halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumlar için, çok daha ciddi ve ağır bir sorumlulukla karşı karşıya olunduğunu ortaya koyuyor.

Bu bağlamda, Ortadoğu’da Filistin topraklarında olan biten’den, İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine, Pakistan ve Bangladeş’e ve oradan Malezya ve Endonezya’daki iç siyaset ve bu ilgili ülkelerin bölgeleriyle olan etkileşimlerine değin ne türden dalgalanmaların olabileceğini hesaba katmak gerekiyor.

5 Kasım sonrası

5 Kasım seçimleri sonucu ortaya çıkan siyasal tablo, Trump’ın sadece ABD’yi ve Amerikan toplumunu yönetmesi değil, bunun ötesinde ve de daha çok küresel toplumu yönetmesi anlamına geldiğine işaret ediyor.

Bir ‘norm’ olarak küresel bir güç kabul edilmesi halinde, ABD’de her dört yılda bir yapılan seçimlerin şu veya bu şekilde küresel yansımaları olacağı ve/ya bu seçimlerin uluslararası ilişkilerde ve küresel yönetişimde nasıl bir rotanın takip edileceğine dair fikir vereceğini söylemek mümkün.

Ancak, bu yüzyılın başından itibaren giderek artan bir ivme ile uluslararası ilişkiler ve küresel yönetişimde yaşanan sorunları, ilgili ulus-devletlerin ve bölgesel ve küresel birliklerin var olan sorunlara yaklaşım biçimleri ile kayda değer ölçüdeki sorumsuzlukları karşısında bugün, küresel güç nitelemesine sahip özellikle, ABD gibi bir gücün nasıl bir politika ortaya koyacağına daha yakından bakmayı gerektiriyor.

Trump yönetimi

Kişisel karakteristikleri çokça dikkate alınması gereken bir siyasetçi olan Trump, 2016-2020 yılları arasındaki politikaları ve dünyayı neredeyse şok eden kararlarıyla gündemde yer tutmuştu.

Bunların en başında, ABD gibi Anglo-Sakson dünyanın önemli bir ülkesinde ‘demokratikleşme’, ‘diktatörleşme’ tartışmaları gündemde dikkat çekici bir şekilde yer alırken, dünyanın farklı bölgelerinde de bu gelişmeye dair görüşler ortaya konuyordu.

Bazı ülkeler, ABD’de yaşanan bu gelişmeden hareketel kendi ulus-devletleri sınırları içerisinde daha az demokrasi, daha çok hegemonik ilişkiler ağına yönelirken, yine Batı’nın ‘demokratik-liberal’ şemsiyesi altında yer alan ülkelerinde örneğin, Batı Avrupa’da önemli bir endişe hakimdi.

Bu bağlamda, Avrupa Birliği’nden ASEAN’a kadar küresel ve bölgesel oluşumlar içerisinde kendine yer açmaktan ziyade, bu birlikleri yönetme eğilimleri ile sert bir küresel politika deneyimleri ortaya koymuştu.

2016’dan farklı olarak, bugün Trump’ın elini hem, ülkesi içerisinde hem de, küresel platformlarda elini güçlendirecek gayet önemli argümanlar ve malzemeler mevcut.

Bunları ulusal ve küresel olarak iki temel noktada kategorileştirmek mümkün.

Bu çerçevede, şimdi sıranın Trump’da olduğunu söylemek gerekiyor...

Bununla kastımız, 2016’dan başlayan ve 2020’den sonra başkan Joe Biden yönetimiyle giderek artan Trump karşıtlığının yerini, ikinci Trump döneminin alması, dizginlerin -çok daha güçlü bir şekilde- Trump’ın eline geçtiğinin göstergesidir.

Bunun temel nedeni, hiç kuşku yok ki, kendisine yönelik düzinelerce mahkeme kararına rağmen, gücünden bir şey kaybetmemiş olması ve başkan olarak yeniden Beyaz Saray’da yer alması geliyor.

Bu durum, ya Amerikan adalet sisteminde önemli gevşemelerin var olduğunu veya Trump’a yönelik suç isnadlarının zannedildiğinin aksine amerikan adalet sisteminde suç unsuru teşkil etmediği gibi, iki temel sonucu karşımıza çıkarıyor.

Trump’ı güçlü kılanı sadece agresif siyasetçiliği ve adalet sistemi içerisinde kontrol altında tuttuğu söylenebilecek yapılar ve unsurlar olmasa gerekir.

Trump’ı sindirmek!

2016 ve 2020 sonrası süreçlerden gayet önemli kazanımlarla çıktığı bugün daha net anlaşılan Trump’ı, tek tek ulus devletler ile bölgesel ve küresel birliklerin nasıl algılayacağı konusu da, önümüzdeki dört yıllık süreçte, küresel barış ve istikrar ile çatışma ve istikrarsızlık ortamlarının ne yönde ve hangi düzeyde seyredeceğini ortaya koyacaktır.

Bugün kendini siyasal bir hegemon olarak gören Trump karşısında, ulus-devlet liderleri ve küresel oluşumların yönetimlerinin “Trump’la mı, Trump’sız mı?” sorusunu ciddi olarak sormaya başladıklarını belirtebiliriz.

Küresel arenaya baktığımızda ise, her bir alt bölgede istikrarsızlıkların oluşu tam da, Trump gibi bir liderlik profiline sahip siyasetçiler için önemli fırsatlar doğuruyor.

Trump’ın, kendine kurtarıcı bir misyon yüklemek ile küresel hegemonya teşkil etmek gibi manevi ve maddi iki alanda olguları ve olayları bizzat test etme imkânı bulacağını şimdiden söylemek mümkün.

https://guneydoguasyacalismalari.com/dunya-liderleri-icin-zor-karar-trumpla-mi-trumpsiz-mi-tough-decision-for-world-leaders-with-trump-or-trumps/

7 Kasım 2024 Perşembe

ABD’de 2. Trump dönemi / 2nd Trump era in the U.S.

Mehmet Özay                                                                                                                            07.11.2024

Amerika Birleşik Devletleri’nde seçimin galibinin, Donald Trump olmasını süpriz olarak değerlendirmek gerekiyor.

Öyle ki, Demokrat Parti’nin oy deposu olarak görülen bazı eyaletler de dahi, Cumhuriyetçi Parti’nin seçimi önde bitirmesi bu sürprizin, gayet açık bir göstergesidir.

Demokratlar kaybetti

Özellikle, Haziran ayından itibaren Demokrat Parti içerisinde yaşanan ve bir anlamda, yaşlılık-yetersizlik nedeniyle varoluşsal problem olarak nükseden Joe Biden’in yerini Kamala Harris almış olsa da, bugün önümüzde duran seçim sonrası sonuçlar Demokratlar lehine bir gelişmenin olmadığını ortaya koyuyor.

Demokratlar’da ve de küresel toplumda, -kendilerini Trump-karşıtlığından ötürü- ‘Demokratlar’la bütünleştirmiş çevrelerde beklenti, ABD’deki ağır siyaseti kaldıramayacak denli yaşlı Joe Biden’in çekilmesiyle, dinamik, atak, kadın Kamala Harris’in adaylığının ülkeyi başta sona saracağına beslenen inancın somut bir gerçeklik halini almasıydı.

Ancak, bunun kısa süreli bir gelişme olması anlaşılabilirken, bugün ortaya çıkan sonuç öyle gösteriyor ki, kamuoyu yoklamalarında Harris faktörünün aşırı abartıldığı ya da manipüle edildiği yönüde de güçlü bir bir izlenim oluşuyor.

Seçim sonucu, Haziran ayında Biden-Trump çekişmesini de geride bırakacak bir oy ayrışmasını ortaya koyması, Harris faktörünün şu veya bu şekilde abartıldığını gösteriyor.

Sürpriz

O dönemde yazdığımız yazılarda dile getirdiğimiz üzere, bu sürpriz gelişme aslında, kampanya sürecine yeni bir ivme kazandırmasıyla önem taşıyordu.

Trump’a yönelik ilk suikast girişiminin doğurduğu atmosferin, bir tür beyaz perdede gerilimli bir ABD filmi izlenmesine yol açtığını söylemek yanlış olmayacak.

ABD kamuyounda, muhtemelen gündeme gelen suikast girişimi ile siyasi liderin -yani, Trump’ın- masumiyeti arasında kurulan ilişkinin o dönem doğurduğu etki hatırlanmaya değerdir.

“Şimdi ne olacak?”

Bu soru herhalde, ABD’lilerden ziyade dünyanın geri kalanı soruyor olsa gerek...

Nihayetinde, ABD kamuoyun başkanlarını seçerken belirli rasyonel kriterler kadar, şahsına yönelik ‘güven’ duygusunun da, gayet pekiştirici bir etken olarak gündeme geldiğini söyleyebiliriz.

‘Dünyanın geri kalanı’ derken, açıkçası kuzeyden güneye, doğudan batıya birbirinden farklı siyasal ideolojiler, kültürel-dini yapılarla ayrışan geniş bir küresel toplumu içini alan ülkeleri kastediyoruz.

Açıkçası, işin görünür yanında Çin, gizli yanında Avrupa Birliği’nin olduğu iki zıt kutup bulunuyor.

Bu kutupları, kendi içinde güçlü kılmaya yetecek diğer ilgili ülkeleri, bu iki kutba yakınlıklarıyla eşleştirmek mümkün.

Bu kutupların, ABD’yle ilişkiler mi yoksa Trump’la ilişkiler mi sorusunu ciddi anlamda soracaklarına kuşku yok.

Yine Trump ama...

Bu durumda, birinci Trump döneminin hatırları henüz unutulmamışken, şimdi ikinci Trump döneminde bu sürece yepyeni, dipdiri bir Trump döneminin başlangıcı eklemleniyor.

Farklı bir vecheden bakıldığında, Trump’ın güçlü dönüşünü şaşkınlıkla karşılamaktan ziyade, aslında tam da, yukarıda dile getirilen iki kutba ayrılmış küresel toplumu yönetenlerin, genel itiabrıyla nitelikleri dikkate alındığında, Trump’ı onlardan ayırmak yerine Trump’la, neredeyse belirli kategorilerle, aynı düzeyde yer alan bir görünümle karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.

Tek tek ulus devletlerden, küresel yönetişime kadar uzanan geniş bir evrende liderlik vasıflarının, ülkeleri yönetme biçimlerinin ve bu anlamda, her ilgili ulus-devletin kendi toplumuna vermek istediği mesaj ve fiili politikaların neler olup olmadığını gözden geçirme fırsatını yakaladığımızı da ifade etmekte yarar var.

Karşımızda, suçlu bir Trump figürü olduğunu söylemekten ziyade, aynı türün farklı vechelerinin küresel siyaset sahnesinde yer almakta olduğu gerçeğine işaret etmek gerekiyor.

Trump niçin kazandı?

Bu sorunun cevabını, benzer şekilde küresel çapta öne çıkan ve/ya çıkmayan ülkelerdeki liderlerin, ‘kendi ulus devlet siyasetlerinde niçin kazandıklarını’ sorgulamakla eşdeğer görerek cevaplamak gerekir.

Dünyanın uzunca bir süredir, iyi yönetilemediğinin ve bunun temel nedenlerini de belki de, liderler profilinden ziyade, zamanın ruhuyla anlamak mümkün.

Yaşanılan döneme, modernite veya post-modernite diyelim, her iki halde de, küresel toplumların, daha doğrusu ulus-devletleri içe kapanmaya, ulusal bencilleşmelere, güvenlik kaygılarına ve bunun sonrasında varoluş bunalımına yol açtığını söylemek abartı olmayacaktır.

Bu olguların ortaya çıkmasında bir yandan, doğal öte yandan, insan eliyle oluşturulmuş krizlerin- etkisini dikkate almak gerekir.

‘Amerika’yı yeniden büyük yapma’ iddiasındaki Trump gibi bir liderin, ABD kamuoyundan böylesine kayda değer bir karşılık bulmasının sadece, Demokratlar’ın beceriksizlikleriyle açıklamak mümkün değil.

Trump, var olan sorunlar karşısında çıtayı bir adım daha ileri taşıyarak, ‘Amerika’nın altın çağını’ oluşturmaktan bahsediyor.

ABD’de, kitleler böylesi bir söyleme ‘inanmış’ olmalılar ki, Demokratların oy deposu şehirler de bile önemli bir dönüş yaşandı.

Seçim sonuçları, Trump’ın seçimi rahat kazandığını gösterirken, ABD’de bir korku havasından bahsetmek mümkün değil.

Ancak, aynı şeyi küresel toplum ve bunun temsilcisi konumundaki birbirinden çeşitli açılardan ayrışan ulus-devletler için söylemek mümkün değil.

Önümüzdeki günler, Trump’ın kendi ulusu için seçim vaatleri kadar, küresel topluma da gizli/açık vaad ettiği birinci dönemden kalan politikalarıyla gündemi belirlemeye devam edecektir.

Bunu, hep birlikte görüp tercübe edeceğiz... 

https://guneydoguasyacalismalari.com/abdde-2-trump-donemi-2nd-trump-era-in-the-u-s/