Mehmet Özay 27.03.2025
Bunun dışında, Avrupa’nın ABD’nin ve Rusya’nın kıskacında olduğunu çok daha belirgin bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu durum, Atlantiğin iki yakasında birinci Trump döneminde yani, 2016-2020 yıllarında yaşanan gerginliğin, bugün çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmakta ve gelişmekte olduğuna işaret ediyor.
Avrupa’nın kıskaçta oluşunun emareleri, Trump’ın geçen yıl daha seçim kampanyası döneminde Ukrayna’da devam eden savaşla ilgili verdiği mesajlarla kendini ortaya koyuyordu.
Hutsiler ve ötesi
ABD’de,
başkan yardımcısı JD Vance, savunma bakanı Pete Hegseth, dışişleri bakanı Marco
Rubio, ulusal güvenlik danışması Michael Waltz, ulusal istihbarat şefi Tulsi
Gabbard ve Trump’ın baş danışmanı Stephen Miller’in bulunduğu grupta,
Yemen’deki Hutsilere yönelik saldırıyı konu alan paylaşım üzerinden gündeme
gelen kriz, sadece ilgili paylaşım sürecinde yer alan kabine üyelerinin
beceriksizliğiyle sınırlı değil.
Paylaşımın askeri içeriğinden öte, Hutsileri niçin hedef alacağı konusu ve bu çerçevede, ABD-Avrupa ilişkilerinin askeri boyutuna dikkat çeken bölümü küresel güvenlik, askeri ittifaklar gibi alanları etkilemeye matuf bir alanı oluşturuyor.
Bu durum, bugüne değin şu veya bu şekilde ortak hareket etmiş olan ABD ve Avrupa’lı müttefiklerinin arasının açılmasıyla sınırlı değil.
Beceriksizlik (mi?)
ABD’de, Pazartesi gününden bu yana konuşulan mesaj krizine dönecek olursak...
Mesaj paylaşımının bir kriz mi yoksa, yoksa adı geçen gazeteciye bilinçli olarak gönderilmiş ve kamuoyu oluşturmaya matuf bir yönümü olduğu sorgulamaya açık...
İlk elde ve temelde adı geçen kabine üyeleri ve devlet yetkililerinin devlet tecrübesi ve ciddiyetinden uzak olduğuna kuşku yok...
Ancak, Avrupa’ya yönelik ciddi eleştirilerin yer aldığı içeriği yabana atmamak gerekiyor.
Vance’in “özellikle Fransa ve İngiltere’ye atıfta bulunarak Avrupa’daki ittifaklarının son 30, 40 yılda herhangi bir savaşta yer almadıkları” yönündeki suçlaması üzerinde kısaca durmak gerekir.
Çeşitli basın organlarında yer aldığı üzere bu kısa mesajın tarihsel doğrulukla bağdaşmadığı ortada.
Ortada Irak ve Afganistan örnekleri bulunduğu halde, başka yardımcısı, Avrupa’yı veya Avrupa’daki müttefiklerini hedef alma adına Vance’ın tarihi gerçekliğe muhalif çıkışının kabul edilebilir bir yanı bulunmuyor.
Bununla birlikte, Vance’ın yaklaşımının ABD’de bir süredir gündemde olan bölgesel ve küresel güvenlik paradigması değişimine gizli-açık vurgu yaptığını söyleyebiliriz.
2. Dünya Savaşı’nın kazananı ve ardından, küresel dünya impataroluğu ilanıyla öne çıkan ABD’nin yüzyılın geri kalanında, biraz abartıyla da olsa, teknik ve askeri kapasite anlamında pek de kimseye ihtiyaç duymadan askeri icraatlarda bulunması bizatihi ABD siyasi ve askeri aklının bir ürünüydü. Nihayetinde karşımızda bir ‘imparatorluk’ evresini yaşayan bir ABD bulunuyordu.
Bunun yanı sıra, 20. Yüzyılın ilgili dönemlerinde özellikle, Müslüman coğrafyalar olarak dikkat çeken bölgelere yönelik askeri operasyonları ve savaşları yürütmede ABD’nin bizatihi küresel yasalar zemininde sorumluluk paylaşımından ötürü Avrupalı müttefiklerine ihtiyaç duyduğunu ileri sürebiliriz.
Küresel sistemde değişim (mi?)
Gelişmeleri yorumlamaya sondan başlarsak...
Son üç yılı aşkın bir süredir Rusya’nın, Avrupa’nın göbeğinde sürdürdüğü işgal sürecinin, ne türlü gelişmelere yol açabileceği üzerinde durulmaya değer bir konu.
Savaşın başında bu yana, Kuzey Avrupa’daki küçük ulus-devletlerden başlayan ve ardından, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğiyle devam eden süreç, Kıta’nın önemli ülkeleri Almanya, Fransa ve İngiltere’de de hissedilmiyor değil...
Yaşanan gelişmelerin son üç yılla sınırlamak mümkün değil...
Öyle ki, bunun öncesinde ise, Rusya’nın Avrupa güvenliğini şu veya bu şekilde etkileyecek gelişmeyi, 2014 yılı Şubat ayında Kırım Yarımadası’nı işgaliyle ortaya koyduğu da tarihi bir gerçek.
Yaşanan gelişmeler, hiç kuşku yok ki, Avrupa’nın güvenliğinin giderek tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor.
Bu noktada, “acaba ABD ve Rusya yeni bir küresel sistemi oluşturacak zemini mi oluşturuyorlar? sorusu akla geliyor.
Bu sürecin, fiziki ve de ilk kurbanı olarak Ukrayna dikkat çekerken, aslında temelde Avrupa Kıtası’nın veya Avrupa Birliği’nin hedef tahtası olduğuna dair emareler de yok değil...
Bugün gelinen nokta da ve de Vance’in kısa mesajının da ortaya koyduğu üzere ABD bölgesel ve küresel güvenlik konularında ‘daha demokratik’ bir eğilim tercih etmiş gözüküyor.
Bu eğilimin ‘demokratikliği’, haklar ve eşit paylaşım gibi normlarla ilgili lomaktan öte, ABD’nin yaşamakta olduğu ekonomik krizle ilgili.
Hatırlamakta yarar var...
Donald Trump, 2016-2020 yıllarındaki birinci başkanlık döneminde, NATO ile ilgili verdiği mesajlar gelişigüzel verilmiş değildi...
Bugün ikinci Trump döneminde, ABD’de hükümetin önge gelen bakanlarınca bu çıkış çok daha güçlü bir şekilde gündeme taşınıyor.
Peki bunun Avrupa sathında nasıl bir karşılığı olacaktır?
Bu durum, ABD’de Trump’ın ikinci başkanlık dönemiyle birlikte hem, ABD bağlamında ulusal hem de, küresel çapta yeni bir paradigmanın gündeme getirilişle bağlantılı olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu paradigmanın, temel açılımlarını birinci Trump döneminde çeşitli ulusal ve de uluslararası politika örnekleriyle bizzat Trump vasıtasıyla ortaya konduğuna tanıklık etmiştir.
Pek çoz gözlemcinin hem fikir olduğu üzere Trump, ikinci dönem başkanlığına çok daha yüksek bir özgüvenle başlaması, 20 Ocak’tan bu yana geçen sürede ortaya koyduğu politikaların iddialığı, meydan okuyuşu vb. süreçleriyle gayet açık seçik ortadadır.
Bugün, söz konusu bu içerik ABD’yi temsil kabiliyetindeki kabine mensuplarından ve üst düzey bürokrasiden gelmesini doğru değerlendirmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder