30 Haziran 2023 Cuma

Ghazali ve İbn Rüşd düşüncesinde ortak nokta aramak / Any common ground in the thought of al-Ghazali and Ibn Rushd

Mehmet Özay                                                                                                                            30.06.2023

Ghazali (1058-1111) ile İbn Rüşd (1126-1198) arasında var olan dini-entellektüel tartışmanın boyutlarını ele alan pek çok çalışma kaleme alınması gayet doğal.

Bu tartışmanın, İslam düşünce geleneğinde devamlılık olgusunu ortaya koyması kadar, bugüne yansıyan ve bugünün şartlarının etkisiyle yeniden ele alınmasının getireceği bir tür olumluluktan bahsedebiliriz.

İlki, geleneksel ve teolojik alanda söz sahibi; ikincisi, kelam/felsefe sınırlarına dahil edilebilecek öncüler sayılabilecek bu iki düşünürü birbirine çatıştıranın ne olduğu sorusu, gizli/açık bu iki farklı alandaki bilgi-temellendirmesinde yattığını söylemek mümkün.

Kim, niçin ‘Tutarsız’?

Ghazali’nin “Felsefecilerin Tutarsızlığı” ile ünlenen ve buna karşılık İbn Rüşd’ün “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” başlıklı eseriyle Ghazali düşüncesine yönelik eleştirel yaklaşımı, diğer bağlamlar bir yana, İslam düşünce geleneğinde önemli akımların birbirleriyle etkileşiminin varlığı açısından önem taşıyor.

Bunu bir düşünce dinamizmi ve dinamiği olarak görmek gerekir...

Her ne kadar, iki düşünür arasında 87 yıllık fark olmasına ve bu anlamda, İbn Rüşd’ün Ghazali’den sonra gelmesine rağmen, yukarıda dikkat çekilen iki farklı ‘eleştirel’ düşüncenin aslında, var olan düşünce geleneklerinin devam ettiricileri veya öne çıkarıcıları olduğuna işaret ediyor.

Öyle ki, Ghazali’nin ‘felseciler’ diyerek hedef aldığı ve bu anlamda, onun yaşadığı döneme kadar felsefe geleneğinde öne çıkan iki isim olarak değerlendirilebilecek olan Farabi ve İbn Sina ile zamansal olarak onlardan sonra gelen İbn Rüşd arasında, gayet önemli bir düşünce benzerliği ve bağı olduğu anlaşılabilir bir durumdur.

Tartışmada ‘ana eksen’ sorunu

İki düşünür arasında yaşanan tartışmada temel hususun, ‘gerçeklik bilgisi’ne (al-haqiqah / essential truth) ulaşma ve bu ‘gerçeklik bilgisi’nin kaynağının ne olduğu konusudur. Bununla birlikte, bu gerçeklik bilgisinin araçları konusunda bir ayrışma ve tartışmanın olduğu da bir gerçektir.

Ghazali’de bu bilgi karşılığını teolojik kaynaklarda bulurken, İbn Rüşd’de aklın işleyiş kurallarına (rationality) öncelik tanınır.

Burada sorulması gereken, Kur’an gerçekliğine inanma ile bu gerçekliğe ulaşabilmenin aracı olarak -yine Kur’an’a referansla yapılan ‘aklın işleyiş süreçleri’ne yer verilmesi arasında ana eksende bir kopuş olup olmadığıdır.

Yukarıda dikkat çekildiği üzere Ghazali’nin teoloji alanından, İbn Rüşd’ün kelam/felsefi alanından gelmesinin ve düşüncelerinin çıkış noktalarını ‘gerçeklik bilgisi’ne nasıl ulaşılacağı sorusu teşkil ettiğinde, özellikle İbn Rüşd bağlamında detaylara gidildiğinde, İslam’ın sınırları içerisinde kalan bir yaklaşıma sahip olduğu görülür.

Yani, İbn Rüşd’ün Kur’an’da verili ayetler üzerinden vardığı bir sonuçla, ‘düşünme’ eylemine yapılan vurguların, ‘felsefi düşünceye‘ yönelik olumlu bir yaklaşım sergilediği görüşünü dillendirmesidir.

Öte yandan, Ghazali’yi felsefecilerin düşünce yapılarını anlamaya ve bu nedenle onların düşünce sistematiğini öğrenmeye iten, kendi bulunduğu düşünce zaviyesinden yani, teolojik bağlamdan onların ‘gerçeklik bilgisi’ kavramına ve yaklaşımına eleştiri getirme niyetidir.

Bunun, bugüne kadar süren bir yapısının olması da aslında, insan aklının işleyişi ve inanç olgusu arasında var olan koşutluğu ve/ya ayrışmaya tekabül etmektedir.

Felsefe’nin düşünce gücü?

Bu çerçevede, Ghazali’nin açıklamalarına bakıldığında, felsefecileri veya felsefi yöntemleri uygulayan İslam düşünürlerini tutarsızlığa itenin, bu kitlenin Tevhid inancına yaklaşımlarının gayet sorunlu bir hâl alması olduğu görülür.

Burada karşımıza, materyalizmin çıktığını söylemekte yarar var. Ancak, Ghazali veya İbn Rüşd sonrası gelişmelere bakıldığında, materyalizmin gelişme süreçlerine karşılık olarak yine, felsefe içerisinden düşüncelerin geliştirilmesinin de bir o kadar doğal olduğu görülür.

Bununla birlikte, burada konuya sosyolojik olarak yaklaşmak ve tüm felsefecileri aynı kategoriye almanın bir sorun teşkil edip etmediğini sorgulamak gerekiyor.

 

Öyle ki, İbn Rüşd çalışmasında Ghazali’nin tutarsızlığını ortaya koyma adına görüşlerini dile getirirken, en vurucu yaklaşımlarından birinin -örneğin, en azından kendisinin uyguladığı bir yöntem olarak Kur’an’da zikredilen bazı ayetlere vurgu yapmasıdır. Ve bu anlamda kendisini -bir felsefeci olarak- İslam sınırları içerisinde tanımlamasıdır.[1]

Bu noktada, İbn Rüşd, -bizim yorumumuzla- Ghazali’nin bu savında, felsefeciler arasında Kur’an gerçekliğini yadsımayan, aksine O gerçekliğin ortaya koyduğu noktalardan hareket eden felsefeciler bulunduğunu ‘dikkate almayarak’ genellemeye gittiğini gizli/açık gündeme getirmektedir.

Öyle ki, Ghazali’nin söz konusu bu genellemesine dair bir vurgu olarak, “İslam düşünürlerinin (felsefecilerinin) Sokrates, Hipokrates, Platon, Aristo ve benzerlerinin düşünce yapıları hakkında gerçek bilgiye sahip olmadan, taklitçileri olmalarına” vurgu yaptığı görülür.[2]

Bununla birlikte, Ghazali ve İbn Rüşd’ün, her ikisinin birbirlerinin düşünce yapılarına yönelik tutumları bir yana, dışardan üçüncü bir göz ve yaklaşım olarak bizim algımızın nasıl olacağı konusu her ikisinin birbirlerine yönelik yaklaşımlarından bağımsız olacağını söylemek de mümkün.

Ghazali ve İbn Rüşd arasında bir tür çatışmacı yaklaşımın hakim olduğu söylenebilirse de, aslında Catherine Perry’nin dile getirdiği üzere, iki düşünür aynı konu ve/ya konulara farklı yaklaşımlar sergilemelerindeki[3] ve bundaki ‘doğallığın’ temelde vardıkları eleştirel tutum üzerindeki belirleyiciliği gözden uzak tutulmamalıdır.

Bunun en bariz göstergesi, yukarıda dikkat çektiğim üzere Ghazali’nin, -örneğin, kendisinden önceki dört Mezhep İmamı ile Hocası Juwayni’nin yaklaşımlarına benzer şekilde ve onların görüşlerini de dikkate alarak ortaya koyduğu teolojik yaklaşımlar üzerinde yapılaştırıcı bir düşünce geliştirmesinde olduğu gibi,[4] teoloji merkezli bir ilmi alanı kendine zemin olarak seçmesidir. Öte yandan, İbn Rüşd’ün ise, kelam/felsefe bağlamında bir alan üzerinden düşüncesini ortaya koymasıdır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/ghazali-ve-ibn-rusd-dusuncesinde-ortak-nokta-aramak-any-common-ground-in-the-thought-of-al-ghazali-and-ibn-rushd/



[1] Catherine Perry. (1985). “Ibn Rushd’s Defence of Philosophy: As a response to Ghazali’s Challenge in the name of Islamic Theology”, Studies in Comparative Religion, Vol. 17, No. 1&2, (Winter-Spring), s. 1. (1-11).

[2] Michael E. Marmura. (2000). “Translator’s Introduction”, The Incoherence of the Philosophers, (Tr., Introduced and Annotated by Michael E. Marmura, Utah: Brigham Young University Press, s. xviii. (xv-xxviii).

[3] Catherine Perry. A.g.e., s. 2, 10.

[4] Abdelaziz Berghout. (2006). “Maqasid al-Shari’ah as an Approach for intellectual reform and civilizational reneval”, International Conference on Islamic Jurisprudence and the Challenges of the 21st Century, Maqasid al-Shari’ah and its Realization in Contemporary Societies, 8-10 August 2006, Department of Fiqh-Usul al Fiqh, in collaboration with Internaitonal Institute of Muslim Unity, Unternational Islamic University Malaysia, Volume 3, s. 47. (44-58).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder