15 Haziran 2023 Perşembe

Müslüman toplumlarda demokratikleşme-modernleşmeci süreçlerin gizemli evreleri / Mysterious phases of democratization-modernization processes in Muslim societies

Mehmet Özay                                                                                                                            15.06.2023

Müslüman toplumlarda daha doğrusu, halkının büyük çoğunluğunu Müslüman kitlenin oluşturduğu ulus-devletlerde (nation-states) demokrasi konusu, can alıcı tartışma alanlarından birini oluşturuyor.

Bu anlamda, demokratik yönetimlerin varlığına yapılan vurgu, söz konusu bu ulus-devletlerde, görece yakın tarihteki gelişmelerle doğrudan alâkalıdır.

Batı Avrupa’da, Aydınlanma düşüncesinin (enlightenment thought) ürettiği kavramlardan biri olan demokrasinin bir yönetim biçimi olarak, bu düşünce sistemine ve kavramlarına ‘yabancı’ (alien) toplumlarda yani, Müslüman toplumlarda uygulanma aşamalarının birbirinden ayrışan yönleri olduğuna kuşku yok.

Bazı toplumlara sömürgecilik süreçlerinin (colonial processes) gizli/açık sonucu olarak nüfuz eden bu kavram, diğer bazılarında yerel, siyasal elitin (political elites) istendik kasıtlı siyasal çabalarının sonucu olarak uygulamaya geçirilmiştir.

Binnaz Toprak Hoca’nın 2005 yılında yayınlanan bir makalesi, bu ikincisine tekabül eden süreci Türkiye üzerinden ortaya koyuyor. Bu yazım, Binnaz Hoca’nın söz konusu bu çalışmasına dair eleştirel bir yaklaşımı içeriyor.

Modernleşme-demokratikleşme

Halkının büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ulus-devletlerde -tıpkı, Aydınlanma sürecine tabi olan Batı Avrupa toplumlarında olduğu üzere, demokratikleşmeyi modernleşme-sekülerleşme süreçlerinden bağımsız olarak ele almak mümkün gözükmüyor.

Bu anlamda, modernleşme-sekülerleşme süreçlerinin, günümüz Müslüman toplumlar bağlamında bitmek tükenmek bilmez bir çalışma alanı olduğunu söylersek yanılmış olmayız.

Bununla birlikte, demokratikleşmenin, modernleşmenin doğal ve kendinde bir sonucu olacağı varsayımının toplumsal gerçeklikte ne denli ortaya çıktığı ise başlı başına bir sorun teşkil ediyor.

Modernleşmenin sekülerleşmeye yol açacağı konusundaki erken dönem sosyologların görüşlerinin yanlışlanması, aynı modernleşmenin demokratikleşmeye de yol açacağı yönündeki öngörülerin de dikkatle izlenmesini gerektiriyor.

Sosyal bilimlerin olguları konumlandırma, ayrıştırma, atomize etme isteği ve arzusu, aynı ve benzer konuları farklı bağlamlarda ele almaya imkân tanıyor. 

Bunu bir zenginlik kabul etmek mümkün olduğu gibi, var olan toplumsal olguları ve sorunları yerli yerine oturtma konusunda belirsizliklerin de, aynı süreçte var olmasına neden oluyor.

‘Kökler’ sorunu

“Son iki yüz yıllık geçmiş…” söylemiyle atıfta bulunulan ve bazı ülkelerde modernleşme, diğer bazılarında ise Batılılaşma olarak karşılık bulan ancak, birbiriyle doğrudan ilintili süreçlerin anlaşılması, o dönemlere yönelik tarihsel çalışmalarla sınırlı değil.

Aksine, sosyolojik bağlamda, bugüne dair meselelerin anlaşılabilmesi çabalarında ‘kökler’ (origins) meselesinden ötürü, ister istemez tarihsel geçmişe (historical past) göz atmak, yeniden anlama çabası ortaya koymak bir zorunluluk oluşturuyor.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Bu bağlamda, Binnaz Toprak Hoca’nın yaklaşık yirmi yıl önce kaleme aldığı bir makalesini, kısaca analitik eleştirel bir yaklaşıma tabii tutmakta yarar var.

“Secularism and Islam: The Building of Modern Turkey” başlıklı kısa makalenin içeriği, dil ve söylem tonu (discourse) Batılı akademi çevrelerine hitap ettiğini ortaya koyuyor. Sekülerleşme ile İslam ilişkisini, modernleşme ile yeni Cumhuriyeti tarihsel bağlamlarıyla ele alan kısa bir çalışma.[1]

Steril bir dil, gelişmeleri ‘kaba’ formlarıyla gündeme getirmekle Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin tarihsel sürecini gündeme taşıyor. Osmanlı’dan başlayan modernleşmeci-sekülerleşmeci süreçler, ‘niçinine-nedenine’ pek fazla değinilmeden ve analitik-eleştirel bir değerlendirme yapılmadan, sadece tasvirci (descriptive) bir yöntemle ortaya konuyor.

Bu yaklaşımın benimsenmesini, çalışmanın hedef kitlesine yani, Avrupa aydınına/okuruna yönelik salt ‘bilgilendirici’ (informative) bir metin olmasıyla irtibatlandırabiliriz.

Türkiye’nin biricikliği meselesi!

Makalede dikkati çeken ve ele alınması gereken pek çok husus var. Bunların tümünü, bu kısa yazıda dile getirmek mümkün değil. Sadece ana başlıklara değineceğim.

Söz konusu hususlardan biri, daha ilk cümlede karşıma çıkıyor... O da, Türkiye’nin yaşadığı tecrübenin ‘seküler demokrasi bağlamında’, “tek/biricik/yegâne” türünden yalıtılmışlığa konu edilmesidir.

Bununla yapılmak istenen vurgunun, Müslüman dünya içerisinde Türkiye’ye biçilen ‘rol’e pozitif bir atıf olduğu anlaşılıyor.

Ancak, diyelim ki, ‘klasik’ Arap coğrafyası bir yana, Tunus’dan Endonezya’ya kadar, şu veya bu şekilde benzeri özelliklere sahip ülkeleri sıralamak mümkün. Hatta bu ülkeler arasına, kayda değer Müslüman nüfusunun varlığı dolayısıyla Hindistan’a bile yer vermek olası…

Bu ülkeler, tıpkı Türkiye gibi, 20. yüzyıl boyunca ortaya çıkan ulus-devletler noktasında, Müslüman dünyanın “seküler demokratik” yapısına doğrudan ve/ya dolaylı bağlamlarıyla uygun aday ülkeler olarak anılmayı hak ediyor!

Türkiye’ye biçilen ‘bu öncü rolün’, tıpkı Osmanlı geçmişine -ağırlıklı olarak- muhafazakâr tarihçilerin ‘hikâyeci anlatımla’ Osmanlı övücülüğüne benzer bir durum seziliyor.

Cumhuriyet’in akademi elitinin -herhalde bu söylemde bir mahsur yoktur- bu döneme dair diğer halkı Müslüman olan toplumlara Türkiye’yi örneklendirme çabaları arasında kanımca pek bir fark yok. Her ikisi de, ortak bir yanlışta birleşiyor!

Hoca’nın, “örnek” olarak sunulan bu sürecin diğer Müslüman toplumlar nezdinde nasıl algılandığına dair -öyle anlaşılıyor ki- bilgi kıtlığı (scarcity of knowledge), onu böylesine güvenli cümleler sarf etmesine yol açmış olmalı.

Süreçler lineer mi?

Yazıda dikkat çekilen birkaç kavram üzerinde duralım…

Bu noktada, ‘Modern Türkiye’ olgusuna rağmen, ‘demokrasi’ ve ortaya çıkış süreçlerine dair gizli/açık vurgular oldukça ilginç.

Nihayetinde, modern bir devletin demokratik olup olmayacağı konusu, bugün çok daha net bir şekilde tartışma konusu olmaya aday. Önümüzde, buna dair gayet önemli örnekler mevcut…

Bir diğeri, ‘modern’ kavramının sekülerleşmeyle doğrudan ilişkisinin kurulması. Bugün, bu ilişkinin içkin olduğu paralelliğin de sorgulanmaya değer bir yönü olduğunu yaşanan gelişmeler bize gösteriyor.

Yani, olan bitene dair tekil süreçlerden, linear yapılaşmalardan bahsetmek mümkün değil. Bu noktada, Cumhuriyet dönemi üzerinden işlenen modernleşme ve sekülerleşmenin demokratik bir yönetime yol açıp açmadığı hususu, sorgulanmaya gayet müsait…

Demokratikleşme faktörü olarak sekülerizm ve laisizm!

Kavramlar noktasında dikkat çekmek istediğim husus, ‘sekülerizm’ ile ‘laiklik’ kavramlarının sanki, birbirinin yerine rahatlıkla kullanılırmışcasına gündeme getirilmesidir…

İlkinin İngilizce’den, ikincisinin Fransızca’dan doğrudan çevirinin eseri olmasının ötesinde anlamlara sahip olduğunu vurgulamak gerekir.

Bu durum, aynı zamanda Osmanlı’dan başlayan Cumhuriyet’le devam eden uzun tarihsel süreçte, ne türden bir siyasal epistemolojik dönüşümün yaşandığına dair bize önemli veriler sağlayacaktır.

Bazı çevrelerin zaman zaman gündeme getirdikleri, “sekülerleşseydik daha iyi olurdu” söylemi, en azından, bu çevreler nezdinde sekülerleşme ile laiklik olguları arasında epeyce bir mesafenin olduğuna işaret ediyor.

Bu durum, Binnaz Hoca’nın çalışmasında, yeni Cumhuriyet yıllarında yaşanan devrimci değişimin (revolutionary change) ne türden bir epistemolojik dönüşüme (epistemological transformation) konu olduğu örnekleriyle ortaya konuyor. Tabii Hoca, haliyle, buna “epistemolojik dönüşüm” demiyor…

Sekülerleşme ve laikleşme ayrışmasının gerekliliği, en azından, 16. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’nın ilgili devletlerinde, siyasal kültür çevrelerinde gündeme gelen toplumsal değişimlerin birbirinden ayrışan yönleriyle bağlantılıdır.

Sekülerlik-laiklik ayrıştırmasına ihtiyaç duymamız, Cumhuriyet’in demokratikleşmeci yönelimlerinin sağlık derecesini tespit için bir gereklilik arz ediyor.

Makalede dikkat çekilen “demokratikleşme”nin, 1923-1946 arasında gerçekleşmemesine gizli/açık yapılan vurgu dikkate alındığında, acaba olan bitenin sekülerleşme’nin değil de, laikleşme’nin sonucudur diyebilir miyiz?

1924 ve 1930 yıllarında denenmeye çalışılan ‘çok partili’ süreçlerin inkitaya uğratılmasının yegâne nedeninin, söz konusu muhalefet partilerinin ‘İslamcı muhalefeti’ beslemesi olması ile, 1946 yılında ‘çok partili demokrasiye’ geçişte laik Fransa’nın değilde, seküler Amerika Birleşik Devletleri’nin parmağının olması da gayet ilginç bir duruma işaret ediyor.  

1946 sonrasının, sözde çok partili ‘demokratikleşme’ süreçlerine rağmen, yaşanan darbeler ve -yazarın makalesini 2005 yılında kaleme aldığı ve ‘en son darbe’ olarak 1997’e yaptığı atıf ve “bir daha olması beklenmiyor” söylemine rağmen, yedi yıl önce (2016) yaşanan darbe teşebbüsüne dair gelişmeye kadar olan süreçlerin ortaya çıkmasında, “1923-1946 sürecinin etkisi ne denli önemlidir?” sorusunu gündeme getirebilir miyiz?

Hangi modernleşmeden yanasınız?

Cumhuriyet’ten kastın, “çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak” düşüncesi ise, bu çağdaş medeniyetlere ulaşmada, 1923-1946’nın ‘olumlu yapıcılığı’ (affirmative construction) üzerinde neler söyleyebiliriz?

Binnaz Hoca, Cumhuriyet devrimini kıyaslamaya tabi tutarak, “Fransız, Rus veya Çin devrimlerindeki kadar insan katledilmedi” cümlesini sarf ederken, makalenin hitap ettiği kitle karşısında bu dönemi apologetic bir bağlama oturtma gayretinde.

Bu noktada, daha makalesinin ilk cümlesinde yok saymaya eğilim gösterdiği ülkelerden Endonezya’nın Sukarno’sunun bile çok etnikli, çok kültürlü Takımadalar toplumunda böylesi bir teşebbüste bulunmadığını hatırlatmakla yetinelim.

Bu dönemde, devrimlerin yukardan aşağıya / hiyerarşik bir şekilde gerçekleştirilmesiyle (top down), yukarıda dikkat çekilen darbeler süreçlerinin sivil hükümetleri alaşağı etmesi (topple down) arasında ne türden ilişkiler olabilir? Kaldı ki, Binnaz Hoca’nın, ‘rejimin koruyucusu’ (guarantor) vasfıyla, orduya yönelik olumlu söylemi gayet belirleyici bir tonda dile getirmesinin, buna açıklık getirdiği kanaatindeyim.

Ya da “demokratikleşme”nin kasıtlı ve bilinçli olarak ortaya kon/a/madığı bu döneme karşın, diyelim ki, 1950 sonrası gelişmelerin (Demokrat Parti modernleşmesi), 1980 sonrası gelişmelerin (Anavatan Partisi modernleşmesi) ve nihayetinde, 2000 sonrası gelişmelerin (AKP modernleşmesi), kasıtlı ve bilinçli bir şekilde ortaya konulan, gayet kendinde ‘modernleşmeci’ süreçler olduğunu; Cumhuriyet ideali olan çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmayı ya da makalede vurgulandığı üzere, Avrupa Birliği’ne eklemlenmeyi araçsallaştıracak yapılaşmaları hayata geçirdiklerini söylemek mümkün mü?

Binnaz Hoca’nın, bilinçli mi bilinçsiz mi olduğu tartışmaya açık bir yaklaşımla, 1990’lı ve 2000’li yıllardaki “liberalleşme süreçlerinin Avrupa Birliği hedefiyle, Türkiye’de demokratik sistemi konsolide etmeyi sağladığı” yönündeki yaklaşımının, yukarıda dikkat çektiğim ‘Anavatan Partisi modernleşmesi’ ile ‘AKP modernleşmesi’ kavramlarının doğruluğuna gönderme yaptığını düşünüyorum.

Şayet, -yazarın dile getirdiği üzere-, çok partilileşmeden hareketle, demokratikleşmenin 1946’dan itibaren ortaya çıkışını temel aldığımızda, devletin ve milletin “çağdaş medeniyetler seviyesine çıktığını” gizli/açık iddia mı etmiş oluyoruz?

Bu ve benzeri soruların kafa karıştırıcı olduğuna kuşku yok… Ancak, bu ve benzeri sorulardan hareketle olan bitene dair, yeni anlamlar üretmek mümkün. Bunları, ilerde dile getireceğimi söyleyebilirim.

Yazının hedefi öyle anlaşılıyor ki, Avrupa Birliği üyelik sürecinin yüksek sesle dile getirilip çeşitli uygulamalara kapı aralanmasının verdiği süreçte, AB çevrelerini iknaya yönelik bir çabaya tekabül ediyor kanaatini uyandırıyor.

Aradan geçen yaklaşık yirmi yıla yakın süre sonrasında AB üyeliği çabasının farklı yerlere evrilmiş olması ile ‘modernleşme-sekülerleşme ve demokratikleşme’ süreçlerini nasıl anlamamız gerektiğine dair epeyce mürekkep tüketmek gerekecek.

https://guneydoguasyacalismalari.com/musluman-toplumlarda-demokratiklesme-modernlesmeci-sureclerin-gizemli-evreleri-mysterious-phases-of-democratization-modernization-processes-in-muslim-societies/



[1] Binnaz Toprak. (2005). “Secularism and Islam: The Building of Modern Turkey”, Macalester International, Volume 15, Hybrid Geographies in the Eastern Mediterranean: Views from the Bosphorus, Article 9. (27-43).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder