Mehmet Özay 09.05.2023
Aslında reform düşüncesinin tetiklediği ve diğer bazı dış
faktörlerin de etkisiyle, halifelik kurumu tartışmalarının gündeme geldiği ve
kongre düşünceleriyle yapısallaşan uzun bir dönem yaşanmıştır.
Bu durum, bir dini-siyasal sorun ve soruşturma alanı olarak
20. yüzyıl başına miras kalmıştır...
Bununla birlikte, bir yandan Osmanlı Devleti’nin yaşadığı
çöküş süreci öte yandan, dönemin küresel şartlarına yeni bir yön tayin etmede
azimli Batı Avrupa özellikle de, İngiliz siyasetinin İslam toplumlarının yakın ve
orta vade geleceğine dair siyasal tasarımları iç ve dış şartları teşkil ediyor.
Burada sanıldığının aksine, İngiliz siyaseti -bir
Hıristiyan gücü olarak-, İslam dinini ve/ya İslam toplumlarını ortadan kaldırma
gibi bir hedef gütmüyor...
Aksine, hem İslam hem de Müslüman toplumların yapısı
konusunda -çeşitli kurumları, özellikle akademi vasıtasıyla- epeyce bilgi birikimine
sahip olan İngiliz Krallığı’nın hedefinde egemen olduğu Müslüman coğrafyayı
derleyip toparlayacak bir ‘nizamı’ belirleme hedefi bulunuyor.
Halifelik tartışmalarına bu açıdan baktığımızda, gayet
önemli ve ilginç gelişmelerin var olduğuna tanık olunur.
Reform mu - Halifelik mi?
Giriş’te dikkat çektiğim, özellikle Ortadoğu eksenli
olarak bakıldığında, ‘reform ve halifelik’ ilişkisinde reformcu alimlerin ve
düşünürlerin rolünün giderek yerini, dini temsil hüviyeti yüksek bireyler ile
bunlara eklemlenmiş siyasal yapılara kaydığı ortada.
Bu durum, “Reform düşüncesine ne olduğu?” sorusunu da
beraberinde getiriyor hiç kuşkusuz...
Ancak, bu soruya verilebilecek pek de bir olumlu cevap
ortada gözükmüyor. En azından, dönemin şartları ve gelişmeleri bize bu alana
pek kapı aralamıyor...
Aksine, 1. Dünya Savaşı öncesi ve hemen akabindeki
gelişmeler bize, ‘reform’ sözcüğünden ziyade, ya kendi dini-siyasi aklı veya
Batılı ve/ya İngiliz siyasi aklına eklemlenen bazı isimlerin öne çıktığını
gösteriyor.
Aslında, tam da bu nokta, dini-siyasal gelişmelerin gayet
karmaşıklaştığı bir sürece tekabül ettiği gibi, hedefine Batı medeniyeti
formülüne yakınlaşmayı koyan ‘reform’ düşüncesinin giderek gündemin dışına
kaydığına veya kasıtlı olarak itildiğine işaret ediyor.
Ne demek istiyorum?...
Açıkçası, ortada gayet önemli bir kavramsal kayma var...
‘Batı Medeniyet’ini yakalama veya ulaşma anlamında ... Ya
da ‘medeniyet’i, ‘zorlama bir kavram’ olarak kabul edersek bunun yerine, -daha
anlaşılır ve pratik olarak- Batı’nın teknolojisi gibi bir teknolojiyi, bilimi
gibi bir bilimi ortaya koyma hedefiyle çıkan reform düşüncesinin yerinde
neredeyse yeller esiyor...
Kaldı ki, medeniyet dediğimiz olgu da, sadece teknoloji
ve bilim değil! Bunlar sadece, medeniyeti oluşturan yapıların nihai sonuçları o
kadar.
Siyasal kurtuluş reçetesi mi Batı’ya eklenlenme süreci
mi?
Bu süreçte, 1. Dünya Savaşı’nın ağırlığı ve doğurduğu
sonuçlar belirleyicidir. Bu sonuçların Müslüman toplumlar için anlamı,
parçalanmış coğrafyalarda birliği tesiste kurtarıcı araç olarak ‘halifelik’
kurumunun ihyası meselesidir.... Ancak bu halifelik kurumunun -reform
tartışmalarında gündeme gelen Müslüman toplumların geri kalmışlığı meselesini
nasıl çözeceğine dair düşünce emareleri var mı yok mu diye sormak gerekiyor!
Bu durumda, reform düşüncesi yerini, ‘halife’lik kurumuna
ve bu kurumun başına kimin getirileceği meselesine terk ederken, bu süreç
sadece ve sadece Müslümanları ilgilendiren bir mesele olmamaya da devam ediyor!
Halifelik tartışmalarında karşımıza iki husus çıkıyor.
İlki, halifesiz yani, ‘başsız’ / ‘dini lidersiz’ bir Müslüman dünyanın, dini
bütünlüğünün neye tekabül edeceği meselesidir. İkincisi ise, halifesiz, bir
Müslüman dünyanın, kime ne gibi bir tehdit unsuru taşıdığı meselesidir.
Dini bir inanç ve gereklilikten kaynaklanan sebeplerle,
her ne kadar -bir iki istisna hariç- o dönem tartışmalarında adları teğet bile
denmeyecek şekilde gündeme getirilmeyen örneğin, Malay dünyası Müslümanlarının
samimi dindarlıklarının ürünü olarak halifeliğe yönelimleri ile halifelik
üzerinden siyasi çıkarlar elde etme arzusundaki kişi-grup ve toplumları
birbirinden ayırmak gerekiyor.
Osmanlı sonrası
Bu durum bize şunu gösteriyor...
Tarihsel olarak, Osmanlı sonrası halifelik
tartışmalarında birbirinden gayet net ayrımlara konu olan bu iki husus, aynı
zamanda aktörlerin neyi niçin istedikleri ile de yakından bağlantılıdır.
Dikkat edildiği üzere, buraya kadar Osmanlı’nın -örneğin,
son beş yılı ile- Ankara’da yeni Cumhuriyet’in kuruluşuna ve alınan devrimci
kararlara değinmedim...
Bunun dışında olan gelişmeleri gündeme alıyorum...
Elbette, söz konusu bu yıllarda İstanbul ve Ankara’da yaşananların, Hicaz ve
Mısır arasında gidip gelen süreçleri doğurması adına önemi göz ardı
edilemez.
Kim ‘halife’ olsun?
Halife’nin kim olması gerektiğinde -çeşitli hazırlıklara
bakılırsa, söz sanki Hac dönemi kongreleri silsilesinde farklı coğrafyalardan
gelen Müslüman toplumların liderlerinin kararlarına bırakılmış gibi gözükse de,
belirleyici olan birkaç grup gözüküyor.
Bunların başında Haşimi ailesi gelirken, karşısında Arap
Yarımadası’nda teritoryal genişleme sergileyen ve bunu siyasi ve dini
genişlemeye doğru eviren Suud yapılanması dikkat çekiyor.
Tam da bu süreç, 2. Abdülhamit dönemi reform
tartışmalarında Hicaz toplantılarının,[1]
yerini önce Haşimi ailesinin Hicaz’da halifelik kongrelerine[2] ve
ardından, Kahire’de kongre teşebbüslerine[3] terk
etmesi şeklinde değişime konu oluyor.
Tarihsel ve geleneksel olarak Haşimi ailesinin
‘meşruiyeti’ni öne çıkaran görüşler -ki, aralarında İngilizlerin de gayet
önemli bir destekçisi olduğu görülür-, kadar, Hicaz bölgesinde yaşanan siyasal
dönüşümler neticesinde halifeliğin Afganistan’da Emir’e mi,[4]
Kahire’de seküler Kral Fuad’a mı tevdi edilmesi yönündeki yaklaşımlar,
halifelik konusunun de denli değişim geçirdiğini ortaya koyuyor.
2. Abdülhamit döneminde İngilizlerin Hindistan
Müslümanlarını kontrol talebiyle halifelik makamından alınan fetva;[5] 1916 yılı savaş koşullarında İngilizlerin bu
sefer, yine ‘halife fetvasıyla’ baş düşmanlardan biri kabul edilmesi; öte
yandan, aynı İngilizlerin hem savaş yıllarında hem de özellikle savaş
sonrasında, ‘halifelik’ kurumu üzerinde siyasi teşebbüsleri Müslüman
toplumların yaşadığı çelişkileri, açmazları ortaya koyması açısından üzerinde
durulmaya değer.
Uzun ve karmaşık süreçleriyle halifelik kurumuna yönelik
yaklaşımları doğru anlayabilmek için dönemsel bir bakış açısı geliştirmek şart.
Bunun yanı sıra, gündeme gelen tüm aktörleri tek tek ele
almak, halifelik tartışmaları ağını ortaya koymak ve böylece tabiri caizse bu
gelişmelerin ve süreçlerin röntgenini çekmek bir zorunluluk arz ediyor.
[1]
Martin Kramer. (1986). Islam Assembled: The Advent of
the Muslim Congresses, New York: Columbia University Press, s. 28.
[2] A.g.e., s. 80 vd.
[3] A.g.e., s. 86 vd.
[4] A.g.e., s. 90 vd.
[5]
Banu Turnaoğlu. (2017).
“Ottoman Political Thought during World War I”, The Formation of Turkish Republicanism, Princeton University Press,
s. 172.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder