Mehmet Özay 28.05.2023
Bu noktada, farklı siyasal oluşumları ve bunların görünümleri -ki, bunlar siyasi partiler, her türünden sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları ile tek tek bireylerin tutum ve davranışları vb. şeklinde karşımıza çıkar- olarak görmek gerekir.
Söz konusu bu yapıların birbirleriyle ilişkilerindeki ahenk veya en azından biraradalığı ile çatışma yönelimli oluşları, ilgili toplumların siyasal kurumlarının sürdürülebilirliği ve düzenliliğiyle yakından bağlantılıdır.
Bu çerçevede dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, siyaset dünyası ve bunun içerdiği tüm ilişkiler ağı, siyasi güç devşirme arzusu ve isteğinin gayet doğal kabul edildiği ve görüldüğü bir duruma tekabül eder.
Ve bu süreçte yer alan siyasal aktörlerin ve kurumların karşılıklı ilişkilerinde benimsedikleri ve uygulamaya koydukları var sayılan siyasal etik (political ethics) durum, aynı zamanda ilgili toplumun gelişmişlik düzeyiyle de yakından ilintilidir.
Siyaset ve rekabetin doğallığı
Bununla birlikte, seçme ve seçilme olguları dikkate alındığında,- siyasetin doğasında yer alan rekabet olgusu, ilgili toplumların tarihsel / siyasal tecrübelerine bağlı olarak birbirinden farklılık gösterdiği de, bir o kadar doğal ve gerçektir.
Öyle ki, bir toplumda siyasal yapının devamlılığı noktasında siyasal etiğe duyulan ihtiyaç ve bunun korunmasına verilen önem ile siyasal yapının pür rekabet olgusu üzerinden bir tür ‘intikam’ ortamında varlık sürmesi arasında belirgin bir ayrım vardır.
Bu ayrım kendini bizatihi kurumlar, kurumların doğası,
sosyal ve siyasal bilinç ve genel itibarıyla zihniyet vb. olgularda ortaya
koyar.
Merhum Sabri Orman Hoca’nın kavramsallaştırmasıyla gündeme getirmek gerekirse, karşımıza bir “sosyolojik bilinç” veya bir “sosyal felsefe”nin olup olmadığı sorusu çıkar. Böyle bir bilincin yer etmemiş olması, toplumsal gerçeklik ile topluma sunulmak istenen herhangi bir sistem (normatif sistem, S. O.) arasındaki uçurum, bizatihi kayda değer bir probleme tekabül eder.[1]
Tarihsel tecrübe ve ‘intikam sosyolojisi’
Bu noktada, siyasetin, “intikam sosyolojisi” adını verdiğimiz bir çerçevede ele alınabileceği toplumlar ve siyaset yapma biçimlerinin olduğu da vakidir.
“Bunun temel nedeni nedir?” sorusu kaçınılmaz olarak
karşımızda duruyor. Buna verilebilecek cevap, temelde siyasal yaşamı belirleyen
ilkeler ile siyasal yaşamı bir ‘intikam’ sürecine dönüştüren yapılaşmanın,
ülkelerin tarihsel tecrübelerinin ürünü olduğu yönündedir.
Bu iki temel ayrım, daha önceki bazı yazılarımızda dikkat çektiğimiz üzere demokrasi veya kimilerinin tercih ettiği üzere, ‘liberal demokrasi’ ile öteki yönetimler arasındaki bariz ayrışmaya da vurgu yapar.
Bu noktada, Batı Avrupa özelinde bakıldığında, çok partili/parlamenter sistem veya monarşik-parlamenter sistem gibi kurumsal unsurların varlığıyla gelişme gösteren ulus-devletlerin oluşması sürecindeki önemiyle, 19. yüzyılın belirleyici bir niteliği bulunmaktadır.
Bu anlamda, 19. yüzyıl değişimler çağında olduğu gibi, günümüz küresel dünyasında da farklı toplumların siyaset kurumuyla ilişkileri ile siyaset kurumunu oluşturan, başta siyasi partiler olmak üzere, siyasal yaşamda şu veya bu şekilde var olduğu iddiasındaki tüm kurumların tutum ve davranışlarının olgunluğu tarihi tecrübeler üzerine inşa edilmiştir.
Öte yandan, bu tür tecrübelerden yoksun toplumların siyaset kurumları, siyasat yapıcı unsurları ve siyasetçilerinin ilişkileri -ve de bizatihi bu tür toplumları oluşturan fertlerin siyasete ilgilerinin ve katılımlarının anlamlılık boyutu ile sürece katılımlarının nasıl bir yönelim sergilediği konusu deneyimsel (experimental) olarak değerlendirmeye açıktır.
Zihniyet temelleri
Bu çerçevede, -ilgi alanımız bağlamında- Müslüman toplumların kahir ekseriyetini oluşturduğu ulus-devletlerde, siyasal kurumların varlığının ve sürekliliğinin, siyaset yapma biçiminin niteliğinin ve inandırıcılığının, siyasal partilerin ve liderlerin tutum ve davranışlarının, hangi tarihsel ve düşünsel/zihniyet temeller/i üzerine bina edildiği sorgulanmayı hak eder.
Bu noktada, kahir ekseriyetini Müslüman toplumların oluşturduğu ulus-devletlerde siyaset kurumlarının varlığı, kendini sömürgecilik ve bağımsızlık süreçleriyle bağlantılı olarak ancak, 20. yüzyılın değişen evrelerinde ortaya koyabilmiştir.
Söz konusu bu toplumların ulus devletler çatısı altında, elli ilâ yüz yıl arasında değişen geçmişlerinde siyaset kurumlarının varlığı ve devamlılığının örneğin, Batı Avrupa devletleri ile bu yapıya zihniyet olarak eklemlenen ülkelerdeki yapılaşmalardan farkı ortadadır.
Bu noktada, bir örnek olması hasebiyle, Osmanlı Devleti ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti dönüşümü bize bazı fikirler veriyor.
Öyle ki, Osmanlı toplumunun modernleşmeyi -siyasal çoğulculuk anlamında-, İttihat ve Terâkki iktidarı ile yani, -iç şartlar kadar, dünya savaşı gibi dış şartların belirleyiciliğinde- devletin çöküş evresinde tecrübe etmeye başlaması,[2] Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal kurumlar ve aktörler ile bu yapılar etrafında şekillenen güç yapılaşmasının niteliğine dair ipuçları veriyor.
Bu noktada, malum 31 Mart Vak’ası, Balkan Savaşları gibi süreçlerin doğurduğu baskı ile 1912 yılı başında yapılan seçimleri ki, “tarihe ‘sopalı seçimler’ olarak geçmiştir”, “İttihat ve Terâkki’nin zor ve tehdit kullanarak alması”[3] üzerinde uzun uzun düşünmek gerekiyor.
Nihayetinde Osmanlı toplum ve siyasal yaşamının son dönemecinde ortaya çıkan bu siyasal yapılaşmanın sorunlu yanı oluşumu öncesindeki kadar, siyasal varlığının sonaa ermesinin ardından ortaya çıkan gelişmelerle da ele alınmayı hak ediyor.
Öyle ki, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, -diğer bazı olgular bir yana-, böylesi bir siyasal tecrübe üzerine inşa edilmiş olmasının ve ardından, tüm 20. yüzyıl boyunca siyasal yaşamın yapılaşması üzerindeki etkilerini hafife almamak gerekir.
[1] Sabri Orman.
(2016). İktisat, Tarih ve Toplum, 4. Basım, İstanbul: Küre Yayınları, s.
89, 90.
[2]
Sina
Akşin. (2017). “Önsöz”, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 8. Baskı,
İmge Kitabevi, s. 25. (25-30).
[3] Mustafa Gündüz. (2019). “Küçük Mehmed Sa’id Paşa’nın (1833-1914)
Hayatı, Eserleri ve Hatıratı Üzerine Kısa Bir İnceleme”, Sultan II.
Abdülhamid’in Sadrazamı Küçük Mehmed Sa’id Paşa’nın Hatıratı, (Haz.: Mustafa
Gündüz), İstanbul: KETEBE, s. 21. (13-29).