Mehmet Özay 14.07.2021
Fetö terör yapılanmasının 15 Temmuz 2016 tarihinde ortaya koyduğu girişimin, silahlı ayaklanma olarak anılmayı hak ettiğine kuşku yok. Veriler dikkate alındığında, içinde ordu unsurlarının da yer aldığı böylesi kalkışma, pratikte her türünden ordu dışı/sivil denilen yapıların uzantısı ile ya da ordu/sivil uzantılı iç içe geçmişlikle (hybridity) kayda değer bir özellik taşıyordu.
Adına devlet
denilen siyasi organın, başta ordu olmak üzere çeşitli yapılarına nüfuz
girişiminin sağladığı gücü, halka karşı kullanmanın adı olarak tarihe geçen bu
gelişmenin/kalkışmanın ardından, fiziki
tehdit unsurunu bir şekilde devam ettirdiği yönünde ifadeler olsa da, tehdit unsuru
olarak pek de dikkat çekilmeyen/dikkate alınmayan özelliği, çeşitli kurumlar ve
bireyler üzerinden topluma enjekte ettiği “ahlâki” yapısıyla varlık gösteriyor
oluşudur.
Bugüne kadar,
çeşitli şekillerde tanımlanan Fetö yapısını, “ahlâki” boyutu ile ortaya koymak
önem taşımaktadır. Bu çerçevede, sosyolojik olarak kavramsallaştırmak
gerektiğinde, karşımıza ‘Fetö ahlâkı’ adı verilebilecek bir toplumsal olgunun
çıktığını ifade edebiliriz. Böylece, 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle kendini
ortaya koyan bu olguyu anlamlandırmanın, başta sosyologlar, din sosyologları,
antropologlar, medeniyet tasavvurcuları vb. olmak üzere toplumun geniş kesimlerince
daha anlaşılabilir hale geleceğini düşünmek mümkündür.
Söz konusu yapının,
geçen yüzyılın son birkaç on yılı gibi azımsanmayacak bir süreçte ortaya
koyduğu, tedrici olarak gelişen devletle iç içeliğini aşarak, bu yüzyılın
başlarından itibaren geldiği noktada, “biz
devletiz” vurgusuyla ülke içinde ve dışında, gizli/açık devlete kafa tutma noktasına
gelmeden önceki dönemde, bu ahlâkın normatif anlamda akla gelen pozitif bir
bağlamı olduğu düşünülebilir(di).
Öyle ki, bu
yapının ortaya koyduğu teori ve pratiğinden hasıl olduğu anlaşılan ahlâkı, bir
norm olarak kabul etme, içselleştirme ve hatta kimilerinin çok sevdiği şekilde
söylemek gerekirse bir tür medeniyet bağlamına oturtma çabası, var gücüyle
azımsanmayacak bir kitlenin gündemini belirliyor(du).
Bunun böyle
olduğu, bu yapıya çeşitli toplumsal kurumlar üzerinden diyelim ki, özellikle ‘okullaştırılan/dershaneleştirilen’
çocukları, evlilikleri, ‘kurbanları’, işleri-güçleri, medya organları, banka
hesapları, ticaret/ekonomi birlikleri, küçüğünden büyüğüne akademik ve
-akademik olmayan- mesleki kariyerleri, uluslararası ilişkileri vb. ile bunlardan
birkaçı veya tümü ile söz konusu bu yapıya eklemlenen ve eklemlendikçe
genişleyen, büyüyen bir ahlâki yapı bireyden gruba, gruptan topluma, toplumdan
devlete sirayet ediyor(du).
Bu noktada, Weberyen
anlamda ifade etmek gerekirse, iki temel sosyolojik kategori bağlamında ele
alınabilecek yapı şudur: İlki, velev ki organik bir bağları olmadıklarını iddia
etmekle birlikte, kendilerini bu grup içerisinde var etme/kabul etme sayesinde
mevki makam –sahibi olabileceğini düşünen -ikbal mücadelesi veren- kesim.
Bu grup, söz
konusu yapıdan kendini daha zeki (smart)
kabul etse de, ortada sosyal karşılıklılık (social
reciprocity) ilkesinin, gayet işlevsel bir nitelik kazandığına kuşku
bulunmamaktadır. Bu gruba mensup olanların sayısının pek fazla olduğu
düşünülmese de gerçekte, sosyolojik yapılar bağlamında küçük katmandan büyük
katmana doğru genişleyen bir boyutta azımsanmayacak sayıda kişinin ikbal için
kendini bu yapıyla örtüştürdüğü söylenebilir.
İkincisi, bu
yapıya bağlılığını naif ve inanma olgusuyla izah eden geniş kesimleri içinde
barındırmaktadır. İlk gruptakiler gibi çıkar eksenli (opportunist) olmayan, ikbal mücadelesi vermeyen bununla beraber,
hiyerarşik yapıda itaat eksenli gelişimi benimsemiş kitleler. Ancak bu
farklılığa rağmen, bu iki temel yapıyı birbirine eklemleyen ve teorik olarak
aynı çatıya mensubiyetlerini ortaya koyan edinilen/içselleştirilen ahlâk’tır.
Burada kastedilen
Fetö ahlâkı yukarıda dikkat çekilen, bir yandan bu sosyolojik olgular
vasıtasıyla normatiflik kazanırken, öte yandan edinilen bu normatifliğin
araçsallaştırılmasıyla kendini yeniden yapılaştırır, kendine eklemlenenler de yeniden
yapılaştırılır(dı).
Söz konusu bu
normatifliğin çokça bir yerinde inanç unsurunun/unsurlarının bulunduğu
yönündeki iddia, bu normatifliğe yine Weberyen çerçevede ele alındıkta, bir tür
rasyonalite kazandırmasıyla, aynı zamanda göz boyacılığın gündeme gelmesine
zemin teşkil ediyordu.
Bu yapı, velev ki
taşıdığı varsayılan dini/msi unsurlarından ötürü, içkin olduğu siyasi, dini,
sosyal, kültürel, ekonomik vb. görünürlüklere gizli/açık nüfuz eden ‘ahlâksızlığın’
rasyonel düşünce, mantıksal kurallar, vicdan/sağduyu, hissiyat, tecrübe vb.
gibi hasletlerle/özelliklerle fark edilemeyecek olduğu anlamına gelmiyor.
Bu noktada, 15
Temmuz sonrasında, sayısının gayet az olduğu gözlemlenen kimi tanıkların,
gözlemcilerin zaman zaman ortaya koydukları ve halk ağzıyla söylemek gerekirse,
“ben dememiş mişdim!” demek suretiyle malum Fetö yapılanmasının geçmişte ne tür
bir ahlâka sahip olduğu konusundaki yaklaşım üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Aradan geçen beş
yıl gibi görece kısa zaman aralığına rağmen, kalkışma hadisesinin etkisinin
sadece 15 Temmuz 2016 akşamından, 16 Temmuz 2016 sabahına sarkan ve orada sona
eren bir süreçle sınırlı olmadığını ifade etmek gerekiyor. Bu yazıda yer
verilemeyecek bir boyut olmakla birlikte, derdi ifade etme anlamında söz konusu
kalkışmayı, güya bir sokak çetesi ile benzerlik kurarcasına, “üç-beş kendini
bilmezin” girişimi olarak değerlendirmek yaşanan tüm gelişmeler çerçevesinde siyasal
ve sosyolojik gerçekliklerin değerlendirilemediği anlamına gelecektir.
Söz konusu
kalkışmanın, hedeflerinin neler olduğu konusu bize, bu kalkışmanın bitip
bitmediği, bizatihi farklı/potansiyela çılımlarıyla varlık sürüp sürmediği,
dönüşüm geçirip geçirmediği gibi bazı soruları gündeme getirmemizi zorunlu
kılmaktadır. Bu noktada, genel bir çerçeve olarak kalkışmanın siyasal boyutları
çerçevesinde, Türkiye devletine, toplumuna, temsilcisi olduğu siyasal ve kültürel zemine
yönelik bir girişimin pratikteki bir uç noktasına tekabül ettiği kriminolojik
ve sosyolojik kanıtlarla, belgelerle, tanıklıklarla ortaya konulmakta, gözler
önüne serilmektedir.
Her ne kadar,
tıpkı 15 Temmuz 2016’da gündeme geldiği üzere, ileride olası benzeri girişim/ler/i
bertaraf etme konusunda, -kendini sosyolojik ve siyasal bağlamda azınlık
konumunda hissedenler bir yana-, geniş toplum kesimlerinin niyeti ve gayretine
kuşku olmamakla birlikte, böylesi bir fiziki tehdidin ötesinde, fiziki olmayan bir
tür tehdit unsurunun var olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır. Yukarıda dikkat
çekilen Fetö ahlâkı olgusunu içselleştirmiş yapıların varlığının sona erip
ermediği, düşünce ve davranış boyutunda gündelik yaşam içerisinde çeşitli
kurumlarıyla, sosyal ilişkiler ağıyla karşımıza gizli/açık tehdit olgusu olarak
çıkıp çıkmadığı konusu önemlidir.
Unutulmamalıdır
ki, 15 Temmuz 2016 kalkışmasına giden süreçte, gerek üniformalı gerek sivil
kıyafetli unsurlarıyla Fetö ahlâkını edinenler, bir bütüne tekabül eden
sosyolojik bir olguydu. Söz konusu bu ahlâka mensup olanların 15 Temmuz günü
ellerine silah/tank/uçak geçirerek ülkeye, devlete, ait olunan anlam dünyasına
vb. yönelik sergiledikleri tutuma tanık olunmasının ardından, bu aynı/benzeri
unsurların daha önceki süreçlerde “pür sivil” kimlikleriyle/oluşumlarıyla aynı
ülkeyi, devleti, ait olunan anlam dünyasını vb. hedef alan yönelimleri olduğu
söylemi hatırlara gelmiş, idrak edilmişti.
Bugün döngünün bir
başka yönelimi içerisinde, doğrudan ve organik olarak Fetö yapısına mensup olmayan,
ancak geçmişte bu yapının ahlâkını gayet içselleştirecek şekilde, -bir başka sosyolojik
kavramsallaştırmayı gündeme getirerek ifade edecek olursak- ‘yakın temas/uzak
beraberlik’ tesis etmiş olanların bu ahlâkın gerektirdiği her ne ise, bugün onu
toplumsal yapılar ve bu yapıları tesis eden çeşitli irili ufaklı kurumlara
gizli/açık enjekte etmekte olup olmadıkları sorunu önemlidir.
Burada antropolojik
ve sosyolojik bağlamlarıyla söz konusu böylesi bir gerçeklik karşısında devlet
kurumlarının, medyanın ve de özellikle içinde araştırma üniversiteleri de
olacak şekilde akademinin ne türden tutum ve tavır geliştirileceği önemlidir.
Bu vesileyle, 15
Temmuz şehitlerinin ruhları şad olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder