Mehmet Özay 18.05.2021
İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında sürdürdüğü şiddet karşısında, başta ABD olmak üzere küresel kamuoyunun yaklaşımlarının şaşırtıcı olmayacak bir pasiflik ve taraflılıkla ortaya konuyor.
Özellikle, ABD’de Joe
Biden yönetimi, Ortadoğu politikalarında gerileme emaresi olarak değerlendirilebilecek
yaklaşımlar.
Düne kadar, ulusal
güvenlik konusunda Ortadoğu’nun neredeyse merkez kabul edildiği ABD politikaları
çerçevesinde gelinen nokta, bölgenin güvensizleştirilmesinden başka bir işe
yaramazken, İsrail başlı başına bir sorun olarak ortada duruyor.
Öte yandan, bölgede
ABD ulusal çıkarlarının öncesinde, bölge halklarının ve özellikle de, bugün
zulme maruz kalan Filistin devletinin ve halkının ulusal çıkarlarıdır söz konusu
olan.
Öte yandan, İslam
dünyasının hem nicelik hem nitelik olarak gayet önemli bir bölümünü içinde
barındıran geniş Malay coğrafyasında Filistin konusu dün olduğu gibi bugün de
yakından takip ediliyor.
Geniş toplum
kesimleri tepkilerini çeşitli şekillerde ortaya koyarken, bölge ülkelerinin
siyasi liderleri yaptıkları açıklamalarla gündemde önemli yer tutuyorlar.
Filistin davası-İslam dünyası ve insanlık
İsrail’in Filistin
halkına yönelik uyguladığı şiddet ve zulüm, bu topraklardaki bizatihi İslam
düşünce sistemi unsurlarını ve tarihi yapılarını da hedef alan bir saldırı
teşkil etmesiyle, dünya çapında Müslümanları birinci derecede ilgilendiren bir
konu olmaya devam ediyor.
Dr. Mahathir Muhammed’in
aşağıda detaylarına yer vereceğim açıklaması tam da bununla ilgili. Dr. Mahathir,
“İslam dünyası olarak mevcut durum karşısında kendimize gelmeliyiz. Böylece İsrail’in
Filistinlilere ve insanlığa karşı uyguladığı şiddetten daha az yara almış oluruz.” diyor.
Filistin halkının
maruz kaldığı şiddet ile İslam’ın kutsal kabul ettiği unsurlar ve yapılara
yönelik İsrail saldırısı birbirinden ayrıştırılamayacak olsa da, çerçevesinin
belirlenmesinde yarar var.
Filistin halkını
kendinde bir toplum olarak zülme maruz kalmış, toprakları elinden alınmış bir
toplum olarak kabul edilmesine rağmen, Batı düşünce sisteminin sekülerleşmeci
ve hümanist yaklaşımlarının bile kayda değer bir şekilde harekete geç/e/memiş
olması gayet düşündürücüdür.
Bu noktada, başta Batı
ülkeleri olmak üzere genel itibarıyla küresel kamuoyunun Filistin’de olan
biteni, Dr. Mahathir’i dile getirdiği üzere, “bir Filistin provokasyonu” olarak
değerlendirme eğiliminde olmaları, temelde gerçekliğin ne denli
dönüştürülebileceğini ortaya koyuyor.
Öte yandan, İslam
inancının ve tarihsel gelişmelerinin ortaya koyduğu bir gerçeklik olarak, adına
Kutsal denilen yapılar ve kurumlar üzerinde, İsrail devletince sergilenen
şiddet karşısında İslam dinine mensup kitlelerin, bu kitleleri temsil ettiği
ifade edilen siyasi hareketlerin ve hükümetlerin gelişmeler karşısındaki tutumu
da dikkatle incelenmeyi hak etmektedir.
Bu çerçevede,
Güneydoğu Asya Malay toplumlarının günümüz modern ulus-devlet temsilcileri olan
Endonezya Cumhuriyeti, Malezya Federasyonu ve Bruney Sultanlığı, Ramazan ayı
boyunca süren, özellikle de Ramazan Bayramı’ndan birkaç gün önce şiddetlenen İsrail
saldırıları karşısında ele alınabilecek ve gündeme getirilebilecek pragmatik
bir çözüm olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmaları
ve İsrail’in saldırganlığına son verecek bir müdahaleyi ortaya koyması
talebinde bulundular.
Söz konusu bu üç
devletin hükümetlerinin sahip oldukları siyasal sorunlarının ötesinde,
temsilcisi oldukları geniş Müslüman kesimlere sorumluluklarının bir ifadesi ve
de en azından bir insani tepki olarak bu yönde bir kararlılık göstermeleri
önemlidir.
Bu durum, Kudüs ve
kadim Filistin topraklarındaki Müslüman kitlenin karşı karşıya kaldığı sorunun,
salt bir Filistin-İsrail sorunu olmadığını ya da kimilerinin adlandırdığı üzere
bir Ortadoğu meselesi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Bu üç devletin
hükümet ve devlet başkanları arasında telefon diplomasisinin ardından yapılan ortak
açıklamada, İsrail’in saldırganlığı kınanırken, uluslararası topluma -ki burada
temel hedefin ABD ve AB olduğunu söylemek mümkün, ve BM Güvenlik Konseyi’ne
İsrail’in uyguladığı şiddetin durdurulması çağrısında bulunuldu.
Ortak açıklamada
Filistin-İsrail arasındaki anlaşmalara ve özellikle de, 1967 öncesi sınırlara
dönülmesi konusu gündeme getirilirken, siyasal ekonomik ve moral olarak
Filistinlilere desteklerinin sürdüğü açıklandı.
Ortak güç-ayrışık politikalar
Bekleneceği üzere Malezya’da
Dr. Mahathir Muhammed de açıklama yaptı. Başbakan olarak bulunduğu hükümetler
döneminde, tıpkı benzer diğer konularda olduğu gibi, Filistin davasına
desteğini açıkça ortaya koyan Dr. Mahathir’in, söz konusu gelişmeler karşısında
geçen hafta sonu yaptığı açıklamada, üç temel açılım yer alıyor. Akademik bir
söylem analizine girmeden, bunları şu şekilde sıralamak mümkün.
İlki, Filistin
toplumunun haklarını ‘destekleyen’ halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin
ortak hareket etmesi çağrısıdır.
Dr. Mahathir’in
vurguladığı husus, İslam toplumlarının kahir ekseriyetini içinde barındıran içinde
monarşi, cumhuriyet vb. farklılıklarıyla birlikte var olan ulus-devletlerin içinde
Filistin davasını destekleyemenlerin de olduğu anlaşılıyor. Dr. Mahathir,
tecrübelerine istinaden bu desteğin nasıl olması gerektiğine dair kısa bir yol
haritası da çiziyor. Bunun adı da, “uygun bir strateji”nin belirlenmesi ve
takip edilmesi.
Aslında 1967
hadiseleri sonrasında temelde Filistin halkının haklarını korumak ve geliştirmek
amacıyla kurulduğu ifade edilen İslam İşbirliği Konferansı’nın (Organization of Islamic Conference-OIC)
aradan geçen yarım yüzyılı aşkın süre sonrasında kurumsal varlığı devam etse
de, temel amacı olan Filistin topraklarının büyük bir çoğunluğu yitirilmiş
durumda.
Dr. Mahathir’in, “Filistin
halkının haklarını korumak” vurgusu tam da burada ortaya çıkıyor. Yani, İslami
hassasiyetlerden hareketle Filistin toplumuna ve vatan bütünlüğüne yönelik
desteği sergilemeyen ülkelerin varlığı.
Burada temel hedef
tek tek ülkeler olarak anlaşılabileceği gibi, yukarıda dikkat çekildiği üzere,
kuruluş gayesi, bizatihi Filistin halkı ve bu halkın üzerinde yaşadığı
topraklardaki Kutsal addedilen unsurların korunması olan OIC’nin olduğunu
düşünmek gerekiyor.
İkincisi, yazının
girişinde dikkat çektiğimiz bir konuya da vurgu yapıyor Dr. Mahathir. O da, dini
bir bağlılığın/ünsiyetin dışında, temel ve genel bağlamı içerisinde “insani”
bir durumun varlığının ortada olduğunu göstererek, dünya kamuoyunun bu konuda
desteğinin aranması, bu desteğin ortak bir şekilde sergilenmesi yönünde.
Üçüncüsü de, tek
tek ulus devletler olmaları kadar, bir tür Pan-Arab kavramının en azından
kurumsallaşmış hali olarak kabul edilebilecek Arap Birliği’ne seslenerek Filistinlilerle
kafa kafaya verip İsrail karşısında bir strateji geliştirmeleridir.
Ancak Arap
dünyasının en azından son yüz yılına göz atıldığında, Dr. Mahathir’in bu anlamlı
düşüncesinin, bir temenni olmanın ötesinde, siyasi ve toplumsal değişimlerin
önünü açacak kapsamlı bir düşünce yapısının geliştirilmesine yol açıp
açmayacağı ise şüphelidir.
Bugün Filistin
topraklarını işgal eden İsrail’in ortaya koyduğu eylem yeni bir olgu değil. İsrail
bunu her zaman yapıyor. Buna karşılık, yapılması gereken başka bir süreç var. O
da, OIC çatısı altında kurumsal bir yapı temsil ettiği görülen İslam dünyası’nın
bu yapının hedefleri ve amaçları doğrultusunda yeni adımlar atmasıdır.
Dr. Mahathir’in dile
getirdiği üzere bir yanda Arap Birliği öte yanda OIC’nin varlığına rağmen, ortaya
sağlıklı bir gelişme olmadığı görülüyor. Aksine, bu iki yapı üzerinde bir tür
hegomonik politika sergileyen ve sözde var olan politikaları belirleyen
yapıların “kendine gelmesi” veya yeni yapıların oluşturulmasında yarar var.
Dr. Mahathir’in
vurguladığı üzere, Filistin konusunda İslam dünyası kadar, genel itibarıyla
dünya kamuoyunu temsil kabiliyetindeki unsurların birlikteliğinin yeni bir
açılım sağlayacağına inanmak ve buna göre yeni politikaları gündeme getirmek
gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder