Mehmet Özay 09.05.2021
Çin Halk Cumhuriyeti, ekonomik kalkınmasıyla küresel ekonomide elde ettiği ikinci sıraya rağmen, sivil haklar noktasında arzu edilen gelişmeyi sergileyemiyor. Bu durum, özellikle Tibet, Doğu Türkistan (Uygur), Hong Kong konularında ortaya konurken, bağımsız bir ülke gibi hareket eden Tayvan’ı da içine alıyor.
Bu çerçevede, son
birkaç yıllık süre zarfında özerk bölge statüsüne sahip Hong Kong’daki idare ve
sivil haklar konusuna getirilen kısıtlamalar giderek etkisini ve ağırlığını
gösterirken, 1980’li yıllarda adı Asya Kaplanları’yla birlikte anılan Ada’nın
sivil yapısı kadar ekonomik yapısının da önümüzdeki süreçte dikkatle
izlenmesini gerektiriyor.
Ada’da son bir iki
yıldır demokratik ve sivil haklar konusunda yaşananlar, Pekin yönetiminin Hong
Kong siyasetini ve sivil alanını kontrol etmekte kararlı olduğunu ortaya koyuyor.
Bu noktada, ulusal güvenlik yasası çerçevesinde sivil aktivistlere verilen
hapis cezalar ile Ada yasama meclisini belirleyecek seçim komisyonu yapılaşması
üzerinde durulmayı hak ediyor.
Özerk yapıdan Pekin kriterlerine
Hong Kong’un 1997
yılında İngiltere’den Çin’e devri, Ada’nın sahip olduğu “özerklik” statüsünün
elli yıl boyunca korunması şartıyla devri gerçekleştirilmişti. “Tek Ülke İki
Sistem” adı verilen siyasi yapının yaşanan gelişmelerle realitede karşılığının
olduğunu söylemek ise pek mümkün gözükmüyor.
Aradan geçen süre
zarfından özellikle de, 2014’den bu yana yaşanan gelişmeler, Çin yönetiminin
Hong Kong’u sıradan bir eyalet statüsüne dönüştürme gayreti içinde olduğunu
ortaya koyuyor.
Ada yöneticisini,
bir anlamda valisini seçme hakkının seçimlerle sağlanacağı yönündeki sözün
yerine getirilmemesiyle Şemsiye sembolüyle başlayan gösterilere konu olmuştu. O
günden bu yana geçen beş yıllık süre
zarfında, Ada özerk yönetiminde siyasi ve sivil değerlerin giderek erozyona
uğradığına tanık olunuyor.
Bu noktada, Pekin
yönetiminin 30 Haziran 2020 tarihinde alınan kararla, Hong Kong Özerk Yönetim
Bölgesi (Hong Kong Special Administrative Region-HKSAR) Güvenlik Yasası ile, bu yıl
Mart ayı başında Pekin’de yapılan Ulusal Halk Kongresi’nde Hong Kong seçim
yasasındaki değişiklikler Ada demokrasisinden geriye ne kaldığını sorgulamayı
gerektiriyor.
Genç aktivistlere hapis
Geçen beş yılı
aşkın süre boyunca Hong Kong’da demokrasi söylemini, Joshua Wong ismiyle
sembolleşmişti. Wong’un 3 Aralık 2020’de hakkında verilen 13.5 aylık hapis
cezasının ardından, Ada parlamentosundaki bir avuç demokrasi yanlısı
milletvekilleri ise yaşanan baskılar karşısında tepki olarak topluca istifa etti.
Wong, 2019 yılının
ikinci yarısı boyunca ortaya konulan dev gösterilerle ilintili olarak geçen yıl
hakkında açılan davaların ardından, cezaevi gerçeğiyle yüzleşiyor. Geçtiğimiz
günlerde Wong, Tiananmen Meydanı anma günü çerçevesinde 4 Haziran 2020’de
yapılan gösterilere katılmasıyla ilgili olarak hakkında açılan yeni bir dava
sonrasında 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Gerek meclisteki
demokrasi yanlısı milletvekilleri gerekse genç aktivistlere yönelik baskılar
sonunda, Ada’da demokrasi mücadelesinin ne yöne evrileceği sorusunu da
beraberinde getiriyor.
Çin genelinde bu
tür protesto eylemleri yasak olmasına rağmen, Çin’e bağlı özerk Hong Kong’da
Tiananmen gerçeğini hatırlatmaya yönelik olarak her yıl düzenlenen 4 Haziran
gösterileri geçen yıl kovid-19 nedeniyle ilân edilen toplanma yasağına
takılmıştı. Buna rağmen, on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen sessiz
gösteride 1989 yılında Tiananmen Meydanı’nda sergilenen şiddet eylemi protesto edilmişti.
Hakkında açılan
diğer davalara ilâve olarak, Joshua Wong’un bu dava sonucunda 10 ay hapis
cezası alması sürecin demokrasi hareketine yönelik baskılama sürecinin devamı
olarak değerlendirebiliriz. Benzer davada diğer bazı genç liderlerin de ceza
alması, özellikle sivil hareket liderlerine yönelik bir baskı olduğunu açıkça
ortaya koyuyor.
2014 yılındaki
meşhur ‘Şemsiye Hareketi’ gösterilerinin de öncülerinden olan Joshua Wong o
dönemde kurduğu Demosisto Partisi ile
aktivistlikten siyasi yaşama geçmişti.
Tiananmen olgusu ve Çin demokrasisi
Pasifik Savaşı’nın
ardından 1949’da komünist Çin’in kurucusu Mao Zedong’un vefatının ardından
1970’lerin ikinci yarısından itibaren ABD’nin yardımıyla kapılarını dünyaya
açarken, bugün Çin, gelişmiş ekonomisi ile dünyanın ikinci sırasında yer
alırken, uyguladığı siyasi rejimle bölgedeki ülkelerinde ve de özellikle, Batı
dünyasında şüpheyle karşılanmaya devam ediyor.
1989 yılında,
tıpkı o dönem komünist rejimlerin birer birer çökmesine paralel olarak benzer
bir sürecin Pekin’de de yaşanmasına yönelik başlayan Tiananmen Meydanı’nda
başlayan gösteriler katliamla sona ererken, bugün Çin’e bu katliamı her yıl hatırlatan
Hong Kong’ta benzer bir geriletme sürecine konu oluyor.
Pekin yönetimi,
Tiananmen Meydanı olgusunu gündeme getirmek bir yana, onu hatırlatacak
girişimlere müsamaha göstermeyeceğini bugün Hong Kong’da genç aktivistlere
yönelik mahkumiyet kararlarıyla ortaya koyuyor.
Demokrasi mi Halk Kongresi mi?
Yaşanan gelişmeler,
Hong Kong’un özerk statüsünün giderek erozyona uğradığını ve Ada siyasi
yönetimi ile sivil haklar konusundaki sürecin Pekin kriterlerine uygun yönde
ilerlediğini ortaya koyuyor. Bir yandan sivil haklar öte yandan, Ada
yönetiminin yeniden yapılandırılmasına yönelik uygulama ve kanunlar son iki
yıldır birbiri ardına gündeme gelmeye devam ediyor.
Bu çerçevede, Çin
parlamentosunun geçen Mart ayında yapılan yıllık ‘ulusal halk kongresi’nde Hong
Kong ‘Seçim Yasası’nın kabul edilmesi önemli bir süreci ortaya koyuyor.
Başbakan Li
Keqiang kongre açılışında yaptığı açıklamasında bu yılki genel kurul
toplantısını, “olağanüstü kılan” hususun Hong Kong’la ilgili alınacak kararlar
olduğunu belirtmesi gayet önemliydi. Bu durum, Hong Kong’un Pekin siyasi eliti
nezdinde önü mutlaka alınması gereken bir tehdit olduğunu açıkça gösteriyor.
‘Vatanseverlik’ (patriotism) olgusunun ön plâna
çıkartıldığı söz konusu seçim yasası düzenlemesinde, sadece Ada üst düzey
yöneticisinin değil, parlamentoda görev yapacak milletvekillerinin başvuru
süreçlerinin de benzer bir ‘elemeye’ tabi tutulması gündeme gelecek.
Bu gelişme, Ada’da
sayısı zaten az olan demokrasi yanlısı milletvekillerinin artık Ada parlamentosunda
temsil edilememeleri anlamına geldiğini söylemek kehanet olmayacak. Bu durumda,
söz konusu bu milletvekillerini seçen halk kesimlerinin ise siyasi kararlarını
ne yönde kullanacaklarını ise zaman gösterecek.
Seçim sisteminde
bir diğer gelişme ise milletvekili sayısının 70’den 90’a çıkartılırken,
doğrudan seçimle belirlenen milletvekili sayısının ise 10’a düşürülmesidir.
Bireyler üzerinde topluma mesaj
Pekin yönetimi,
genç Joshua Wong’a açılan davalarla sadece onu bireysel yargılamaya tabi tutmadığını,
temelde hedefin geniş toplum kesimlerine bir mesaj olduğunu söylemek gerekiyor.
Söz konusu
eylemlere katılan ve lider konumundaki diğer bazı göstericiler bir yana, Joshua
Wong’un seçilmiş olması kadar, temelde 1989 yılında başkent Pekin’in Tiananmen
meydanında gerçekleştirilen ve bu anlamda, “Tiananmen ruhu” olarak
adlandırabileceğimiz toplumsal ve siyasal gelişmenin bir benzerinin Hong
Kong’da karşılık bulmasının önüne geçmeyi amaçladığı ortada.
Hatta daha da ötesi,
Hong Kong’da geçtiğimiz son beş yılda yaşananları Ana Kıta Çin toplumundan
gizleme eğilimi sergilemesi, Hong Kong’un ülke genelinde demokratikleşme
taleplerinde kilit noktaya geldiğini ortaya koyuyor.
Bu nedenledir ki,
hem ulusal güvenlik yasası, hem seçim yasası değişiklikleri birbiri ardına yürürlüğe
konması, temelde Pekin yönetiminin ülke genelinde olası bir siyasi
istikrarsızlığa meyledecek gelişmelerin önünü almaya yönelik acil tedbirler
olduğu anlaşılıyor.
1997 yılında
İngiltere’den Çin’e devri gerçekleştirilen eski sömürge toprağı Hong Kong’da
elli yıl süreyle özerk yönetim ve bunun içerdiği demokratik ve liberal
değerlerin aşındırılmasının hızla sürdüğü söylemek gerekiyor. 1 Temmuz’da söz
konusu bu devrin 24. yıldönümüne hazırlanılırken, Çin yönetiminin Ada siyaseti
ve toplumunda son birkaç yıldır gerçekleştirdiği politikalarla süreci Pekin
kriterleriyle yönetme konusunda gayet ‘başarılı’ olduğu ortada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder