Mehmet Özay 04.03.2021
Sosyolojinin ana konularından birini teşkil eden toplumsal değişimin, hangi aktörler ve kurumlar üzerinden gerçekleştiği veya gerçekleştirildiği konusu önemlidir. Bu noktada, kadın olgusu kendine özgü nitelikleriyle dikkat çekmektedir.
Adına modernleşme denilen dönemin başlangıç evrelerine bakıldığında, toplumsal değişim eğilimi çeşitlilik gösterirken, bu süreçte rol alan ve katalizör işlevi gören yapılar, temelde bu değişimi Müslüman kadının toplumdaki konumu ve yönelimi üzerinde sağlamaya çalışmışlardır.
Aradan geçen süre zarfında ve özellikle bugün gelinen noktada, Müslüman kadın bizatihi bu değişimin yöneticisi olma rolünü üstlenerek öznelik konumuna gelirken, toplumsal cinsiyet ve feminizm konusu araçsallaştırılmanın ötesinde amaç haline getirilirken, yaşanan değişimin neye tekabül ettiği konusu üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Katalizör yapıdan öz-katalizörlüğe
Çeşitli Müslüman toplumların modernleşme süreçlerinde, bazıları için sömürge yapıları belirleyici bir yapısal nitelik taşırken, diğerleri içinse yeni kurulan siyasi mekanizmalar öne çıkar. Söz konusu bu iki yapı, her halükârda kadını yeni toplum modeli içerisinde konumlandırma katalizörü rolü üstlenmiştir.
Bu iki temel sürece hakim olan yapıların, verili bir toplumun kendi öz yapısı dışında güç mekanizmaları teşkil etmeleri onların, aynı zamanda değişim sürecindeki belirleyiciliklerine işaret eder.
Yukarıda kısaca dikkat çekilen süreçlerde değişimin nesnesi kılınan Müslüman kadın, maruz kaldığı dışardan yapılandırmacılık sürecinin ardından, zamanla bu değişimi bizatihi içselleştirmek suretiyle değişimi kendi öz kimliğine eklemleyerek süreci yönetmekte veya yönetme arzusunu ifşa etmektedir.
Açıkçası Müslüman toplumlarda değişim süreçlerinin bugün geldiği noktada, girişte dikkat çekilen iki temel sürecin aşılarak kadının artık kendini tanımlama ve toplumsal değişimini yönlendirme çabasında aktörlük konumuna geldiği söylenebilir.
Değişimde bilgi kaynakları ya da Müslüman mahallesi ve ‘salyangoz’
Dün dışardan ve dışarlıklı yapıların Müslüman kadın için öngördüğü değişim olgusunun yerini, artık bu değişimi yönlendirme gücünü bizatihi Müslüman kadına bahşedilmiştir.
Müslüman kadının bu değişim talebinin ve bunu yönlendirmesinin bilgi kaynaklarında (epistemology) neyi temel aldığı konusu gayet önemli bir hususa tekabül etmektedir.
Gelinen noktada, artık Müslüman toplumlarda kadın merkezli olduğu söylenen değişim taleplerinin masum ve haklı taleplerin ötesinde, edindiği bilgi kaynaklarının gizli/açık yönlendiriciliği içinde taşıdığı görülmektedir. Bu bilgi kaynağının akademik ve popüler unsurunu, topluma yön verme iddiasındaki sosyoloji oluşturmaktadır.
Bu bilim dalının,
kendi sorunlu bilimsel çalışma alanlarında tıkandığı noktalarda başvurduğu çıkış
yollarından biri olarak, köklerini Marxismde
bulan “eleştirel teori”nin (critical
theory) açtığı kulvarlardan biri olarak toplumsal cinsiyet ve feminizm
konuları, içselleştirilmiş dönüşüm mekanizmalarının adı olarak
güncellenmektedir.
‘Müslüman mahallesinde salyangoz satma’nın yeni adı olarak tanımlanabilecek bu iki alan, Müslüman kimliğine sahip toplumlarda, toplumsal cinsiyetin bir yanını oluşturan kitlenin yani, kadınların çabalarını ve çalışmalarını yapılaştırmayı amaçlamaktadır.
Böylece, toplumsal değişimi bir yandan yönlendirme bir yandan da, kadın üzerinden anlam verme sürecinde bir devamlılık olacağı düşünülmektedir.
Ancak burada yine tekrar edilmesi gereken husus, hangi bilgi kaynakları ve hangi toplumsal geçmiş ve gelecek kurgusuyla bunun yapıldığı sorusudur.
Batı’da toplumsal cinsiyet olgusunun sosyolojik bir kavram olarak gündeme getirilmesi, temelde kadın ve erkek biyolojik cinsiyetinin, “biyolojikliğinden” öte, toplumsal yapı içerisinde nasıl bir yön ve yönelim kazandığıyla ilgilidir.
Zenginleştirilen ikilikler
Toplumsal cinsiyet ve feminizm olguları üzerinde, Batı düşünce sistemindeki ayrıştırıcı nosyon burada da kendini göstererek, ikili ayrıştırıcılık (dichomoties) bir temel olarak ortaya çıkmıştır.
Bu süreçte, bu olgu Marxismin çatışmacı teorisinden de beslenerek, hem bu yapıya sözde ideolojik bir zenginlik katmakta, hem de Marxismin ideasının ve iddiasının sürdürülebilirliğine hizmet etmektedir.
Ancak toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerinden geliştirilen söylem, bir tür ‘masumiyetin’ dışında, kadın ve erkek cinsiyetinin toplumsal yapılaşmasının salt kendinde bir gelişme değil, aksine belirli toplumsal güçlerin ürünü olduğunu göstermektedir.
Bununla kastedilen şudur… Yaygın ifadesiyle dile getirmek gerekirse, Batı Avrupa’nın kendinde toplumsal ve siyasal şartlarının bir sonucu olarak gündeme gelen yeni toplum yapısı, kadın ve erkek bireyleri toplumda yeni işlevler, görevler, yetkiler, statüler ve bunlar üzerine inşa edilen kimliklerle yapılandırmaya sevk etmiştir.
Buraya kadar gayet ‘normal’ olan ve her toplumda gözlemlenebilecek olan değişim olgusu karşımıza çıkarken, bu değişim olgusunun, adına ‘modernite’ denilen ve Batı Avrupa toplumlarını dini/geleneksel/tarihsel gelişim süreçlerinden ciddi anlamda koparan bir sürece tekabül etmektedir.
Burada dikkat çekilmesi gereken husus, söz konusu toplumsallaşmanın herhangi bir toplumda değil, Batı Avrupa toplumlarındaki gelişmeler çerçevesinde gerçekleştiğinin fark edilmesidir.
Taklidi değişim
Batı toplumlarının kendinde sosyal gerçekliğine tekabül eden yapılaşması içinde yer alan toplumsal cinsiyet ve feminizm olguları, modernleşme evrelerini edinme uğraşındaki Batı dışı toplumların, ki burada Müslüman toplumlar anlaşılmalıdır, temel ve/ya klasik hastalığı olarak adlandırılabilecek olan taklitçilik/kopyacılık unsurunun, başta sosyoloji bilimi olmak üzere, genel olarak sosyal-bilimler üzerinden gerçekleştirildiğine tanık olunmaktadır.
Herhangi bir Batı dışı toplumda, örneğin Müslüman toplumun Batı’daki dini/geleneksel/tarihsel gelişim süreçlerini kendinde olarak yaşamadığı dikkate alındığında, bugün alternatif değerlerle kurulduğu iddia edilen öğretim kurumlarında ve/ya genel anlamda sosyal kurumlarda toplumsal cinsiyet ve feminizm konuları ve çalışmaları üzerinden gizli/açık Batı toplumlarına özgü yapıları ve benzerleri bir tür zorunlu değişim süreci olarak ortaya konulmaktadır.
Bu durumda, söz konusu zorunlu değişimi ortaya koyma iradesini kendinde bulan sözde çevrelerin salt Batı eğitimli, Batılılaşmış, kasıtlı ve bilinçli olarak sekülerleşmiş yapılar içinden gelmesine gerek olmadığı hatta, bu evrenin geçilerek yerine yepyeni bir evrenin gündemde yer işgal ettiğine tanık olunmaktadır.
Bugün gelinen noktada, Müslüman toplumlarda, sosyal değişimi bizatihi kadın üzerinden değiştirme süreci, girişte belirtilen dışarlıklı ve/ya iç hiyerarşik yapıların yönetiminde ve gözetiminde değildir. Aksine, bugün içselleştirilmiş bir Batılılaşma ile bu görevi üstlenen yerli/ içerden çevrelerden bahsetmek gerekmektedir.
Bu çerçevede, Müslüman kadın değişim olgusunu, kendi epistemik evreni ve bunun yapılandırdığı tarihsel ve geleneksel yapılaşmalar çerçevesinde ele almak yerine, toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerinden bir yol takip etmektedir.
Bu safhaya ulaşılmasında, uzun bir Batılılaşma ve modernleşme sürecinin belirleyiciliğinden bahsedilebileceği kadar, sorunun salt dışardan gelen etkilere bağlamak mümkün gözükmemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder