7 Mart 2021 Pazar

Kadın olgusu ve parçalayıcı Avrupa düşüncesi bağlamı / Women phenomenon and the subversive European thought

Mehmet Özay                                                                                                                          07.03.2021

Toplumsal cinsiyet ve feminizm kavramları üzerinden hedeflenildiği anlaşılan kadına hakkını verme, kadının hakkı olduğu düşüncesi günümüzde gayet önemli bir toplumsal tartışma unsuru olarak dikkat çekmektedir.

Bu noktada, Batı Avrupa düşünce sisteminin ikili zıtlıklar oluşturma konusundaki mahareti ve bunu sosyal, siyasal ve de özellikle ekonomik bağlamlarda üretebilme zenginliği’nin bir benzerini toplumsal cinsiyet kavramı ile ortaya koymaktadır.

Böylece bu düşünce sistemi, toplumsal ayrışma ve bölünme sürecinin bizatihi, yine aynı toplumda yani, Batı toplumunda kadın ve erkek toplumsal cinsiyeti şeklinde kendini ortaya koymaktadır.  

Hiç kuşku yok ki, bu alanın salt belli bir toplum kesimine veya bir ulus-devlet bağlamına oturtulamayacağı aksine, günün getirdiği iletişim ve haberleşme araçları ile kürenin farklı bölgelerine nüfuzunu yaydığı konusu kendinde bir gerçeklik halini almıştır.

Feminizm ahlâkı

Burada açıkça söylemek gerekir ki, Batı sosyal bilimleri özellikle de, sosyolojinin kendine bir çalışma alanı olarak seçtiği toplumsal cinsiyet ve feminizm, bu küresel dalganın köklerini ve temellerini oluşturmasıyla yapılaştırıcı bir rol oynamaktadır.

Gelinen noktada, toplumsal cinsiyet kavramı bir şekilde akademik çerçevesini ve sınırlılığını korurken, feminizm ulusal ve uluslararası medya marifetiyle popülerleşmenin zirvesine taşınmaktadır.

Yukarıda dikkat çekilen zenginlikten istifade etmeye çalışan kesimler arasında, bir kitle olarak kendini ‘yüksek eğitimli, şehirli, küreselleşmiş’ ya da kısaca ‘modern’ olarak tanımlama eğimilindeki Müslüman kadınları ve/ya bu kitle içerisinde yer alan bir bölümü görmek mümkündür.

Kendilerini ‘Müslüman feminist’ olarak tanımlama imkânını elinde bulundurma ya da kampüslerde sosyoloji bölümlerinin ve/ya toplumsal kurumlar içerisinde bazılarının -ki, bunların en başında popüler bir unsur olarak medya gelmektedir- kendilerine sunduğu bu imkâna kavuşma iştiyakıyla bu kitle, benzeri küresel akımlara entegre olma hazzını yaşamaktadırlar.

Bugün kürenin doğusundan batısına kadın hareketlerinin kayda değer bir destek bulmasında popülerleştirilen formuyla feminizmin gayet önemli bir katkısı söz konusudur.

Ancak burada kaçınılmaz olarak bir küresel birlikten bahsederek, “hangi kadın, hangi toplum” sorgulamasının yapılamayacağının değil, aksine “hangi kadın, hangi toplum, hangi tarihsel gerçeklikler” gibi bir dizi sorgulamayı zorunlu hale getirmektedir.

Batı düşüncesinin parçalama ve bütünleme süreçleri

‘Kadın hakkı olgusu’, tıpkı işçinin hakkı olduğu, tıpkı Afrikalı siyahinin hakkı olduğu, tıpkı Asyalı sarı ırkın hakkı olduğu, Hintlinin hakkı olduğu, tıpkı Latin Hispanic’in hakkı olduğu vb. düşüncelerinde görüldüğü üzere, zaman içerisinde evrilerek gelişen ve iç içe geçen ancak, bütünüyle anlam evreninin temellerini Batı Avrupa düşüncesinden alan bir yapılaşmaya dayanmaktadır.

Bu ve benzeri iç içe geçen yapılar birbirinden ayrıştırılmak yerine, bu sefer yine sosyoloji marifetiyle inferiorty kompleksi kategorisine sıkıştırılarak hak arama mücadelelerinde subaltern birlikteliğiyle benzerlikler kurgulanmak istenmektedir.

Burada dikkat çeken husus, Batı Avrupa düşüncesi, -yukarıda dikkat çekilen toplumsal unsurlarda somutlaştığı üzere-, önce içerdeki ve/ya dışardaki toplumsal yapıları parçalayan, ardından bunları nasıl birleştirilebileceğini düşünmeye başlayan ve pratiğe geçirme uğraşı veren bir süreç takip etmektedir.

Sömürge, devrim ve kadın

Batı Avrupa’da haklar olgusu, kendine has özelliklere sahip kurumsal yapılaşmalara, toplumsal ayrışmalara ve değişimlere konu olurken, bunun önemli bölümünün devrimler (revolutions) aracılığıyla ortaya çıkmıştır.

Bu noktada kadına hakkını verme konusunda, diyelim ki bir buçuk yüzyıla yaklaşan süre boyunca yaşanan tüm değişimler açıkçası, söz konusu devrimlerle bağlantılı kılınabilecek şekilde bizatihi kadının sömürüldüğü, sömürgeleştirildiği (exploited) olgusuna dayanmaktadır.

Tam da bu noktada sömürgecilik kavramını, bir Batı ulusunun dünyanın farklı bir bölgesindeki bir başka toplumun değerlerini maddi-manevi boyutlarıyla sömürülmesi anlamının ötesine taşıyan husus, Batı’da “beyaz” kadının sömürülmesi olgusu ile karşımıza çıkmaktadır.

Öyle ki, Batı Avrupa toplumsal değişim süreçlerinin bir ürünü olarak, maddi gelişme karşısında oluşan iş bölümlerinde ve farklı toplumsal statüler şeklinde tezahür eden konumlarda “(Batılı Beyaz) kadın nerede durmaktadır?” sorusuna verilen veya verilmeye çalışılan bir cevapla karşı karşıyayız.

Bu noktada, toplumsal ikilişmesinin (social binary) ürettiği ve zaman içerisinde kadın hareketi, kadın özgürlük hareketi, kadın özgürleşmesi, kadın tekilliği, kadın dünyası vb. olgularının birer toplumsal eylem (social action) biçimine dönüşmesinde, Batı Avrupa’nın endüstrileşme sürecinde kendisine bu önemli değişim sürecinde yer bulmakta zorlanan ve/ya edindiği yeri karşılaştırmalı olarak bir okumaya tabi tutarak, Batı Avrupalı erkek öznenin onu yani, Batı Avrupalı kadını sömürge nesnesi haline getirdiğini fark etmesiyle gayet ilişkilidir.

Bugün kadın hakkı adı verilen olgunun, 19. yüzyıl Batı Avrupa toplumsal şartlarının oluşturduğu ve ardından gelen yüzyılı etkileyen sosyal ve siyasal bağlamların bütünselliği içerisinde ele alınmadan anlaşılabilmesi mümkün değildir.

Karşımızda nasıl bir Batı Avrupa toplumu vardır? Bu toplumun dinamikleri nelerdir? Bu toplumun düşünce yapısı, bilgi kaynakları kadar gelecekte oluşturmayı arzu ettiği toplumsal yapı veya toplumsallıklar nedir? Hiç kuşku yok ki, bu ve benzeri sorular bu çerçevede, birbiri ardına sorularak gündeme getirilmelidir.

Bu noktada, günümüz Müslüman toplumları içerisinde kendini toplumsal cinsiyetin bir unsuru olarak tanımlama uğraşındaki kadınlardan ya da bunların temsilcisi olduğu izlenimi verenlerde gözlemlendiği üzere olan bitene gözleri kapama anlamına gelecek ve gizli/açık savunmacı bir refleks ortaya koymayı sağlayacak şekilde, zamanın/devrin değiştiği, modernleşmenin yüksek modernlik halini aldığı, küreselleşmenin her bir köşe bucağa ulaştığı vb. türden bir dizi bahaneler zincirinin gündeme getirilerek kadın özgürleşmesi noktasında toplumsal değişimin kaynakları, bilgi üretim süreçleri gibi olguları göz ardı etmek mümkün değildir.

Şu gerçekliği ortaya koymak gerekmektedir… Batı Avrupa tarihinin ve tarihsel değişim süreçlerinin beslediği, aradan geçen zaman içerisinde özellikle, sosyoloji gibi bir alanın imkânlarının kullanılarak tüm süreçlerin yönetilebilirliğinin ve yönlendirilebilirliğinin kendini gizli/açık hissettirdiği bir ortamda, ‘kadına hak olgusu’ iddiası adına, toplumsal cinsiyeti ve feminizmi araçsallaştırarak farklı toplum yapılarındaki değerlerin değiştirilmesini hakkılaştırma girişiminin, bizatihi Batı dışı toplumların kendi gerçeklikleriyle sorunlu bir içerik taşıyıp taşımadığı üzerinde durulmalıdır.  

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/03/07/3762/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder