Mehmet Özay 17.12.2020
Adını son dönemde çokça duyduğumuz Güneydoğu Asya bölgesi, Asya’nın iki kadim kültür ve medeniyet çevresini oluşturan Hindistan ile Çin’i birbirine bağlamasıyla dikkat çeker.
Bölgenin sahip olduğu bu jeo-stratejik konumu, burayı tarih boyunca Hindistan ve Çin’le yakınlaştırırken, bu uzun süreçte ilişkiler sadece ticarî faaliyetlerle sınırlı kalmamış, kültürel, dinî ve toplumsal değişimlere ve hareketliliğe neden olacak ölçüde yoğunlaşmıştır.
Güneydoğu Asya’nın
bir yandan Filipinler, Endonezya, Singapur ve Bruney özelinde Adalar’la, öte
yandan Malezya, Tayland, Vietnam, Kamboçya, Laos ve Myanmar’ın geniş kara
alanını oluşturan Malay Yarımadası ve Hint-Çin’i bölgesindeki varlığıyla belirlenen
yapısı, temelde iki farklı coğrafyaya atıfta bulunulmasını gerektirmektedir.
Bu noktada, takımadalar
ile kara parçası özelliklerini bir arada barındıran bölgede, farklı toplumlar
arası ilişkilerde belirleyici unsurun suyolları olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bu suyolları,
sadece çoklu adalar arası iletişim ve etkileşim için değil, aynı zamanda hem
adalarda iç ve yüksek kesimler hem geniş kara parçası bütünü içinde nehirler
ile belirginlik kazanmaktadır. Geniş suyolları, bölge toplumlarının doğal
buluşma evrenini oluşturduğu gibi, yukarıda dikkat çekilen Hindistan ve Çin ile
irtibatlarını da tesis etmiştir. Bu durum, bölge halklarının önemli bir
bölümünün denizci milletler olmalarını ve deniz kültürü ile bütünleşik bir
durum arz ettiklerini ortaya koymaktadır.
Adaların iç
bölgelerinde ve kara parçası bütününde yer alan toplumlar ise, suyollarındaki
sürdürülebilir ticarî yaşamı destekleyecek devasa hinterland üzerinde yayılma
gösteren tarımsal faaliyetleriyle öne çıkmaktadır.
Bölgenin sahip
olduğu suyolları ortaklığının bir benzeri, iklim özelliğinde de karşımıza
çıkmaktadır. Tropik iklimin görüldüğü bu topraklar, klasik coğrafya
kitaplarında da dile getirildiği üzere, insan tabiatına uygun en yaşanır bölgeleri
oluştururlar.
Bölgenin doğusu ve
batısı itibarıyla geniş okyanuslara, Pasifik ve Hint Okyanusları’na açılması,
dönemsel hava akımları ve buna eşlik eden yağmur ve rüzgârlar, bölgenin temel
doğal ve tarımsal üretiminde devamlılığı sağlarken, bugün etkisi görece azalmış
olsa da, tarihsel olarak bakıldığında suyolları ulaşımının ve denizciliğin de belirleyici
faktörü olmuştur.
Bu coğrafî yapı
içerisinde, çeşitli bağlamlarıyla hem tarihsel hem de bugünkü kültürel
dağılımına göz atıldığında bölgede çeşitli farklılaşmalar dikkat çekmektedir. Söz
konusu kültürün maddî ve maddî olmayan unsurları, bize bölge halkının yeme-içme
kültüründen barınmaya, ulaşımdan ekonomik üretim süreçlerine, giyim-kuşamdan
dil yapılarına, dinî inançlardan yönetim biçimlerine kadar birbirini
destekleyen yapıları akla getirmektedir.
Tüm bu unsurlar çerçevesinde
Güneydoğu Asya bölgesinin kabaca iki ana bölümde ele alınabileceği görülmektedir.
Coğrafya ve nüfus dağılımı açısından bakıldığında, neredeyse birbirine eşit
denilebilecek bu ayrımın bir yanında Müslüman Malay dünyası, diğer yanında ise
Budizm başta olmak üzere Doğu dinlerinin bir karışımını içeren dinî-etik
toplumsal yapılar bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, bir istisna kabul edilmekle
birlikte Filipinler’in Hıristiyanlıkla bağlantılı yapısı da dikkat çeker.
Hıristiyanlık ve
İslam gibi algılarımıza daha yakın gelen dinlerin, bölgenin kültürel bağlamlarıyla
örtüşük yanları bir zenginliği ortaya koymaktadır. Öte yandan, bölgenin tarihsel
dinî ya da “dinimsi” ve/ya etik yapılanmaları olan Budizm, Hinduizm, Konfüçyanizm
ve Taoizm’in toplumsal gerçeklikteki dikkat çeken boyutu, daha çok doğa, yaşam
döngüsü, devamlılık, etik yaklaşımlar gibi bağlamlara sahip olmalarıyla önem
arz etmektedirler.
Bölgenin tropik
ormanlar ya da bir başka deyişle “yağmur ormanları” şeklinde ortaya çıkan,
bunlar çevçeresinde oluşan ya da bunlara eklemlenen diğer doğal varlıkları,
bölgenin tabii evrenini oluşturmaktadır.
Bu doğal çevre,
yukarıda dikkat çekildiği üzere insan toplumları için bu bölgenin en yaşanır
bir coğrafya olmasını sağlarken, aynı zamanda insan toplumlarının benimsedikleri
ve kendilerini ait hissettikleri dinî ve “dinimsi” yapılarının veya geniş
ifadesiyle kültürlerinin doğa ile bütünleşik bir yapı arz etmesine yol
açmaktadır.
Günümüzde büyük
ölçüde, bölge tarihinin İslam öncesi ile sömürge dönemi olarak belirginlik
kazanan yapısına karşılık, bu iki dönem öncesinde bölgenin aslî unsurlarını
Budizm, Hinduizm ile bunlarla birlikte anılan Konfüçyanizm, Taoizm
oluşturmaktadır.
Bu noktada, sömürge
dönemi kültürel yapılaşması dışarda tutulmak kaydıyla, diğer unsurları yani
İslamiyet’i, Budizm’i vd. bünyesinde barındıran bölge toplumları arasındaki etkileşimlerin,
görece çok daha belirgin bir şekilde, barışçıl süreçler üzerinden sürdürülebildikleri
anlaşılmaktadır.
Günümüzde giderek
daha çok ekonomik üretim süreçleri bağlamında gündeme geldiğine tanık olunan
Güneydoğu Asya coğrafyası, sahip olduğu doğal ve kültürel yapılaşmalarıyla
kendine özgülüğü içinde barındırmaya devam etmektedir.
Özellikle sömürge
döneminde tedricî olarak maruz kalınan ve ardından yakın geçmişte giderek
hızlanan modernleşme süreçlerine karşılık, mevcut dinî-kültürel yapılaşmaların
kendilerini yenileyebilme ve böylece devamlılık kazanabilmekte olduklarını
söylemek mümkündür.
http://dilfikirsanat.com/guneydogu-asya-kulturel-yapisina-genel-bir-bakis-mehmet-ozay/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder