Mehmet Özay 04.08.2020
Burada söz konusu
olan husus, bizatihi adına darbe denilen olgunun ve bu sürecin Türkler ve
Türkiye için sınırlı olmayan bir boyutla bağlantısıdır.
Bu noktada, Fetö
terör ve paralel yapılanmasının gizli/açık yürüttüğü devlet üzerinde hakimiyet
teşebbüsünü aşikâr kılan 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin, adına devlet denilen
bütünün varlığını tehdit etmekle kalmadığına dair bulgular, kendini daha bu
darbe öncesinde ortaya koymasıyla dikkat çekiyordu.
Buna ilâve olarak,
bu yapının uluslararası yapılaşmasının, ürettiği ve üretmekte olduğu kadroların,
kendi içinde, bizatihi Türkiye’yi hedef alan boyutları kadar, ilgili bölge ve
ülkelerinde de süreç içerisinde ne türden faaliyetlerle gündeme
gelebileceklerine dikkat çekilmelidir.
Türkiye dışındaki
bu tür yapılaşmaların zorunlu olarak ilgili ülke/ler/de bir darbe teşebbüsü
olarak tezahür etmesi elbette gerekmemektedir.
Aksine, ilgili -özellikle
de halkının kahir ekseriyetin Müslüman olan- ülkelerde ortaya konulan yapılaşmanın
ürettiği düşünce ve eylemler, a) ilgili ülkelerin dini/İslami-toplumsal yapısını
dejenere etme; b) Türkiye’nin ilgili ülkelerle geliştireceği eğitimden
ekonomiye kadar her türlü yapılaşmada kendini model ve belirleyici olarak
sunması gibi hususlar çerçevesinde önem arz etmektedir.
Bununla birlikte, unutulmaması
gereken temel husus, darbe merkezi olarak seçilen Türkiye üzerinden, yukarıda
dikkat çekildiği üzere, İslam toplumlarında bir belirleyiciliğin ortaya
konulmuş olmasıdır. Bununla kastedilen, darbe girişiminin olduğu döneme kadar,
Türkiye’ye ve Türkiye’nin siyasi liderine yönelik farklı coğrafyalardan yönelen
ilginin manipüle edilmesi ve bunun tam tersi bir sürece evrilmesi yönünde
çabanın ortaya konulmasına dair yönelimlerdir.
Söz konusu bu
ilginin dönüştürülmesinin, daha darbe öncesindeki yapılaşmalarla, yine ilgili
ülkelerin medyasına, siyasetine ve sivil toplum yapılarına nüfuzlarla
biçimlendirilmekte olduğu kendini açık seçik ortaya koyuyordu.
Bu, çeşitli devlet
kurumlarındaki kadrolar kadar, sivil görünümlü ancak organik ilişkileriyle var
olan yapılarla medya, eğitim, iş çevreleri gibi kurumlarla güncellenerek
gerçekleştiriliyordu.
Darbe girişiminin,
temelde devleti teşkil eden toplumsal bünyeyi, bu bünyenin asli unsurları olan çeşitli
kurumlarının yanı sıra, özellikle de din, gelenek, tarih ile bütünleşmiş Türk
ulusunu hedef aldığı konusundaki söylemler ortadadır.
Öyle ki, bu
söylemleri destekleyecek kanıtları, sadece darbeye teşebbüs edilen gün de
ortaya çıkmış değildir. Aksine, sürecin daha en başlarında ve gelişimine
paralel olarak bu yapıyı izleyen, inceleyen unsurların gizli/açık, sözlü/yazılı
gündeme getirdikleri de vaki olduğunu hatırlamak gerekmektedir.
Bununla birlikte,
bu darbe teşebbüsünü ulusal bir sorun, bir iç politika gelişmesi ve sonucu
olarak değerlendirme eğilimi sergilemek, bu sorunun ve bunun ardındaki yapıları
anlamlandırabilme zaafiyetinden doğmaktadır.
Hele hele bu
zaafiyetin, adına araştırma kurumları denilen yapılar, yüksek öğretim kurumları,
siyasiler, ve basını kapsayacak bir nitelik arz etmesi hiç kuşku yok ki, bu
ilgili çevrelerin kendi özel alanları ile sınırlandırılamayacak aksine, bunların
belirli ideolojik formasyonların ışığında ve özelinde yer almalarıyla
açıklanabilecek bir husustur.
Bu yönde ortaya
konulan eksikliğin bir yanında, yaşanan darbe teşebbüsünü veya önceki süreçleri
salt Türkiye özelinde değerlendirme eğiliminin doğurduğu zaafiyet yer
almaktadır.
Burada, darbelerin
doğasını sadece Türkiye özelinde değil, Ortadoğu’dan başlayarak Güneydoğu Asya’ya
kadar uzanan coğrafi bağlamda genel olarak değerlendirildiğinde, ulusal
bağlamla sınırlandırma eğilimlerinin yerli yerine oturmadığı görülecektir.
Bu noktada, ilgili
coğrafyalarda daha 2. Dünya Savaşı’nın bitimi ile bağımsızlıkçı hareketlerin
gündeme gelmesine müteakip, -örneğin Burma’da 1948’de yaşanan ve ardından çeşitli
ülkelerde ortaya çıkan süreçlerde-, karşılaşılan darbe ve darbemsi girişimlerin
dönemi şekillendiren küresel politika ve aktörlerinden bağımsız olmadığı,
yapılan araştırmalar, akademik çalışmalar vb. süreçlerle bugün çok daha net
anlaşılmaktadır.
Böylesi tarihi dönüm
noktalarının gerek içinde yaşanılan coğrafya gerekse İslam toplumlarının
değişik evrelerinde gözlemlenen unsurlarla aynılığını ortaya koyma zorunluluğu,
hiç kuşku yok ki, yaşanan darbe teşebbüsünün tekilliği, yerelliğinin ötesinde
bir anlam taşımasıyla bağlantılıdır. Bu noktada, gerek Türkiye’de gerekse
ilgili ülkelerde bu yönde ne türden çabaların ortaya konulduğu ve/ya
konulamadığı üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder