Mehmet Özay 12.01.2020
Helâl gıda olgusu,
Müslüman toplumların dini inançlarının bir gereği olarak ortaya koydukları ve
salt temizlikle değil, bunun ötesinde gündelik yaşamda tüketim nesneleri
bağlamında kutsalla kurulan bir ilişki türü olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu durum, bir
yandan Müslüman bireylerin kendi aile ve küçük toplumsal gruplarının düzenlemeleriyle
kanıksanmış bir hali olarak ortaya çıkarırken, öte yandan sağlık, gıda vb.
sektörlerin kurumsal rasyonelleşmesine bağlı olarak zamanla yapısallaşarak
resmi bir nitelik halini almıştır.
Günümüzde helâl
gıda’dan ziyade, helâl endüstri kavramı özellikle, bu konuda önemli adımlar
atmış olan Güneydoğu Asya ve Doğu Asya ülkelerinde yerleşik bir duruma işaret
ederken, sürecin gelişimci yönü devamlılık göstermektedir. Bu çerçevede, ‘helâl’
olgusu sıradan bir Müslümanın gündelik pratiğinin ötesinde toplumsal, idari,
hukuki ve ekonomik yapılaşmasıyla küresel bir mahiyet arz etmektedir.
Bununla birlikte,
bu alanın bir endüstri haline gelmesinde başat rol oynadığına kuşku olmayan
örneğin Malezya, Endonezya gibi bazı ülkelerin dışında Güneydoğu Asya ve Doğu
Asya’dan başlayarak, bu endüstrinin kapsam alanının Avrupa ve Kuzey
Amerika’daki endüstrileşmiş ülkeleri de içine alacak şekilde küresel bir
mahiyet kazanması, önemli bir sosyolojik ve ekonomik alana tekabül etmektedir.
Bu çerçevede, helâl
endüstrisinin kaynağında ve içeriğinde gıda öne çıkmakla birlikte, günümüz
post-modern toplumlarının tüketimcilik eğilimleri ve kültürü ile bir tür
kaynaşmadan söz edilerek, hemen hemen her türlü meta tedrici olarak bu sürece
eklemlenmektedir.
‘Helâl’ olgusu,
Müslüman bireyin biyolojik yaşamını idamede sadece gündelik olarak tükettiği
yeme-içme edimleri ile sınırlı olmadığı aşikârdır. Öyle ki, kazançtan evliliğe
kadar hayatın her bir yanını kuşatan bir nitelik arz ettiği dikkate
alındığında, bu sürecin doğallığından söz edilebilirse de, küresel ekonomik yapılaşmanın
bu alanların herbirini kendine yeni bir pazar sahası olarak belirleyerek süreci
yönettiği görülmektedir.
Toplumsal zorunluluk ve helâl endüstri
Bugün helâl
endüstrisinin devlet eliyle kurumsallaştırılmasında Malezya’nın 1980’lerden
başlayan katkısı göz ardı edilmezken, bu alanın komşu ülke Endonezya,
Singapur’dan başlayarak diğer ülkeler tarafından yeni bir ekonomik alan olarak
ortaya çıkmasını, bölgenin yine aynı dönemde tecrübe etmekte olduğu ekonomik
kalkınmacılık süreciyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Bu süreçte,
Malezya’nın demografik yapısını oluşturan ve yaklaşık yüzde 40 ve hatta 45’lere
varan Müslüman olmayan nüfusun varlığı, ülkede Müslüman toplumun temel
ihtiyaçlarının giderilmesinde yasal, idari ve uygulama süreçlerinin
düzenlenmesini zorunlu kılmıştır.
Bu, aynı zamanda Malezya devleti için ve Malay-Müslümanlar için kendi topraklarında siyasi
egemenliğin yanı sıra, kültürel egemenliğin tesisi anlamı da taşımaktadır. Bununla
birlikte, Endonezya gibi halkının yüzde 80’ini aşkın bölümünün Müslüman olduğu
bir toplumda helâl olgusunun yasal ve kurumsal yapılaşmasının modernleşen
kurumsal kültürle açıklamak yerinde olacaktır.
Hijyen mi ve helâl mi?
Bölge ülkelerinde
bu konuda gelişmeler olurken, herhangi bir tepkinin olmadığı da söylenemez.
Örneğin, Singapur’un kurucu başbakanı Lee Kuan Yew helâl gıda tartışmalarının
öne çıktığı dönemde, Ada toplumunda Müslüman olmayan kitlelerin “hijyen”
algılarına ve uygulamalarına dikkat çekerek Müslüman toplum tarafından ‘helâl
olgusunun’ gündeme getirilmesinin bir tür toplumsal ayrımcılık konusu olduğuna
dikkat çekerek eleştiriyordu.
Ancak Lee Kuan
Yew’un bu eleştirel yaklaşımına karşın bugün Singapur tıpkı diğer ülkeler gibi
konuyu salt bir yiyecek-içecek tüketimi ile sınırlı değil, aksine bir endüstri
bağlamında ele almakta ve bunda başarılı da olmaktadır.
Bölgenin diğer
ülkelerinde helâl gıda konusundaki çalışmaları azınlık konumundaki Müslüman
kitlenin temel ihtiyaçlarının karşılanmasında kendilerine tanınan ve belki de
insan haklarının bir cüz’i bağlamında sağlanan bir imkân olarak değerlendirmek
mümkündür. Hükümetlerin gündeminde bu boyutta yer almadığı dönemde, helâl gıda
konusu Müslümanların kendi aralarında çeşitli özel-sivil kurumlar vasıtasıyla
ele aldıkları ve pratiğe geçirdikleri süreçlere tekabül ediyordu.
Ancak helâl gıda
olgusunun helâl endüstri kavramına evrilmesinde de görüldüğü üzere, bugün bu
alanın bölgesel ve küresel bir mahiyet taşıması konunun sosyolojik boyutlarını
göz ardı etmemekle birlikte, bunun ötesine geçerek ekonomik bağlamı ile öne
çıktığına işaret etmekte fayda var.
Küresel pazarda yeni enstrümanlar
Helâl endüstrisi
gıdadan kozmetiğe, turizmden finans sektörüne değin ekonomik yaşamın içerisinde
yer alan pek çok alt birime kadar nüfuz eden bir yapılaşma sergilemektedir. Bu
nedenledir ki, söz konusu bu alanda bölgesel ve küresel bir rekabetin ortaya
çıkması, Müslüman kitlelerin veya Müslümanların hassasiyetlerini ele aldığı
söylenebilecek hükümetlerin konuyu ele alışlarının ötesinde bir boyuta
ulaşmıştır.
Gelinen bu
noktada, söz konusu helâl gıda veya endüstrisi olgusunun, Çin ve Vietnam gibi
siyasi rejim olarak komünizmi tercih etmiş ülkelerin de benimsedikleri küresel
olarak başat bir ekonomi modeli olan neo-liberal ekonomi içerisinde
değerlendirilmesi gerekiriyor.
Bu noktada, yukarıda
dikkat çektiğimiz ve bu alanda öncü olduğunu ifade ettiğimiz bir iki ülkenin
dışında, adına İslam coğrafyası denilen bütünün helâl endüstride küresel bir
ekonomik güç oluşturup oluşturmadığı sorusu ortada durmaktadır.
Avustralya,
Tayvan, Güney Kore, Singapur, Japonya ve Çin gibi Asya-Pasifik ülkelerinin helâl
endüstri alanındaki yatırımları ve giderek artan bölgesel ve küresel pazardan
daha çok pay alma çabaları, 21. Yüzyıl Asya çağında küresel ekonomide
belirleyici olan bu bölgenin, yeni bir ekonomi argümanı ile yenilikçi yüzünü
bir kez daha göstermekte olduğuna tanık olunuyor.
Müslüman bireyin
üretim-tüketim süreçlerinde salt bir ekonomik varlık olmadığı, aksine ‘helâl’
olgusu ile kendisini, eylemlerini ve tümüyle bu tüketim ilişkisine konu olan
süreçleri Yüce, Kutsal bir varlıkla ilişkilendirmekle bir anlam dünyası
oluşturması söz konusudur. Müslümanların bizatihi kendi ihtiyaçlarından neşet
ettiği, ancak süreçte kendilerinin yönetmediği bir helâl endüstri ile karşı
karşıyayız.
Öyle ki,
ihtiyaçların temiz ve doğru bir şekilde tüketilmesinin gayesinin Yüce Varlıkla
ilişkisinin tesisindeki boyutu bir kenara bırakılma tehdidi gizli/açık kendini
ortaya koymaktadır.
Ekonomide bir
enstrüman olarak ortaya çıkan helal endüstrisi, içerisinde Çin’in de bulunduğu
ülkeler, gerek kendi iç piyasalarında gerekse küresel piyasalarda ortaya
çıkmakta olan yeni talepleri karşılamak amacıyla kaynaklar ayırmak ve
yatırımlara yasal açılımlar sağlamak suretiyle bir tür yumuşak güç edinirken,
bu ekonomi alanında belirleyici aktörler olma arzusu taşımaktadırlar.
Yukarıda dile
getirilen bu tehditin karşısında, Müslüman bireyin ve toplumun küresel ekonomik
belirlenimlere konu olduğu ve bu anlamda bir dönüşüme doğru yol alıp almadığı
konusu üzerinde durup düşünmeyi hak ediyor.
Ortada dikotomik bir
sürecin olduğuna kuşku yok. Müslümanların inanç temelli varlık ve
uygulamalarına karşılık gelen helal olgusu, bir endüstriyel üretime konu olmakla
Müslüman tekini daha da Müslümanlaştırmakta ve Yüce Varlığa yakınlaştırmakta
mıdır? Yoksa Müslüman teki, bu tüketimlerinde endüstrinin kendi doğasından
kaynaklanan, alan ve kapsamını belirlemede ise Müslüman tekinin kendisinin pek
de müdahil ol/a/madığı süreçlerce mi yönetilmektedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder