İletişimin çeşitlendiği, araçlara
ulaşımın kolaylaştığı ve hemen her şeyin yeniden tanımlandığı bir dönemdeyiz.
Kitle iletişim araçlarına bakış da bu minvalde güncelleniyor. Matbu gazetelerin
tarihe karışacağı öngörüsünün sıkça dillendirildiği bu dönemde, yakın tarihte
çok etkili olmuş bir gazeteye dair kıymetli bir akademik çalışma yayımlandı.
İbn Haldun Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan
çalışmada Dr. Mehmet Özay, Doç. Dr. Adem Efe ve Dr. Ekrem Saltık’ın
imzaları bulunuyor.
Biz de Dr. Mehmet Özay ile bu akademik çalışmayı ve
Açe’yi konuştuk .
Mücerret okumalar dileriz…
Bu soruya birkaç açıdan cevap vermek mümkün. İlki, Basiret
gazetesi, sivil bir inisiyatifle ortaya çıkan bir yayın organı olmasıyla önem
taşıyor. Sahibi ve yayıncısı Ali Efendi nezaretinde, görece uzun bir dönem
diyebileceğimiz, yani 1870-1879 yılları arasında yayın yapıyor. Buna ilâve olarak, özellikle Ali Efendi’nin atlattığı bazı
badireler sonrasında, 1908 yılında sadece 19 sayı olmak üzere, kısa bir süre de
olsa ikinci yayın dönemi bulunuyor.
Ali Efendi’nin ve yayın kadrosundaki isimlerin Osmanlı
topraklarında olan biten gelişmelerin yanı sıra, Avrupa kıtası ve özellikle Sumatra
Adası gibi görece uzak bir İslam coğrafyasındaki gelişmeleri ele alabilecek
entelektüel birikim ve kaygı ile İslami hassasiyet taşıdıklarını ifade
edebiliriz.
Bunun bir ifadesi olarak, Basiret önemli bir
rol oynayarak, döneminin diğer yayın organlarından farklı olarak, Açe
topraklarındaki Hollanda Savaşı’nın özellikle ilk iki, iki buçuk yıl boyunca
yer veriyor. Gazete, savaşla ilgili gelişmeleri vermesinin yanı sıra, Açe
topraklarında İslamlaşma süreci, örneğin 13. yüzyıl gibi erken dönem site
devletleri bağlamında Sumatra Adası’ndaki gelişmeler ve o topluma dair
bilgilendirici yayınlarıyla da önemli bir işlev görüyor.
Bu haberlerin üç temel kaynağa dayandırıldığını görüyoruz:
a)yabancı-basında çıkan haberler
b)Açe’den gelen elçi ve bölgeden gönderildiği ifade edilen mektuplar
c)gazetenin yayın politikasını da yansıtan editoryal yorumlar.
İkincisi, sadece Osmanlı devleti sınırları ile
kalmayıp, Avrupa’da ve kısmen doğu’daki önemli yayın organlarını takip ederek
bu coğrafyalardaki gelişmeleri izleyebilmesi. Üçüncüsü, bu çerçevede Osmanlı
yönetimine birtakım yeni politikalar önerebilmesi ve bu yönde ısrarcı olabilmesidir.
Bu son hususla ilgili olarak, ‘Basiret ve Direniş’
kitabına konu olan, Açe topraklarında gerçekleşen Hollanda Savaşı karşısında,
dönemin Osmanlı yönetimini aktif tavır alma ve Açe devletinin ve halkının haklarını
koruma konusunda yönlendirici oluyor. Bu bağlamda, Basiret’in İslam Birliği (İttihad-ı İslam) çizgisi takip ettiğini
söylemek abartı olmayacaktır.
Tabii, bu süreçte, Basiret gazetesi sahibi ve yayın
heyetince 1873 yılı başlarında Açe devletini temsilen Osmanlı başkentini
ziyaret eden ve yaklaşık sekiz, dokuz ay gibi uzunca bir süre burada kalan, başlarında
Abdurrahman ez-Zahir’in bulunduğu elçi heyetinin varlığından haberdar olunduğu,
görüşmelerinin izlendiği, taleplerinin dinlendiği anlaşılıyor.
Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki çeşitli
devletlerle olan ilişkileri ve bu ilişkilerin Osmanlı’nın özellikle ekonomik ve
askeri anlamda gerileme süreci yaşamasıyla gelişen bağlamı dikkate alındığında,
Basiret’in İstanbul’daki Avrupa elçiliklerinden gelecek siyasi eleştirilerle
ilgili kaygılar beslemeden yayını sürdürebilmesi kayda değer bir durum diye
düşünüyorum.
- Tematik bir
husus olarak Açe’deki savaşı ve yansımalarını irdeliyorsunuz. Neden böyle bir
konu seçtiniz?
Bunun iki nedeni var. Birincisi, 2006 yılından
itibaren yaklaşık on yıl boyunca süreklilik arz edecek şekilde Açe’de bulunmamla
alâkalı. Bu dönem zarfında, akademik çalışmalar
gerçekleştirirken, bunun bir bölümünü de sömürge dönemiyle ilgili alan
oluşturuyordu. Sömürge savaşı konusunu biraz daha iyi anlayabilmek için
müsaadenizle bölgeyle ilgili kısa da olsa birşeyler paylaşmakta fayda var.
1945 yılında bağımsızlığını ilân eden ve adına Endonezya Cumhuriyeti dediğimiz ve
geniş bir coğrafyayı içine alan Takımadalar bölgesi, geçmişte farklı
sultanlıklar, site devletleri şeklinde bir siyasi varlık gösteriyordu. Açe
Darüsselam Sultanlığı da 16. yüzyıl başlarında kurulması ve 20. yüzyıl
başlarına kadar siyasi varlığını devam ettirmesiyle hem geniş Malay dünyasında
hem de İslam tarihi açısından önem taşımaktadır.
Bu yüzyıllar arasında bölgenin çeşitli sömürgecilik
süreçlerine konu oldu. Bu bağlamda, Hollanda Krallığı’nı da, 1641 yılında Cava
Adası’nda Hollanda Doğu Hint sömürge yönetimini hayata geçirirken görüyoruz. Bu
sömürge yönetiminin özellikle, 19. yüzyılda genişleme sürecinde zamanla Sumatra
Adası’nın güneyinden yani, Palembang’dan başlayarak kuzeye doğru yayılmasıyla
yüzyılın ortalarından itibaren Açe topraklarına dayanması Açe devleti için bir
varoluş mücadelesi anlamına geliyordu.
26 Mart 1873 tarihinde sömürge donanma güçleri
vasıtasıyla Açe topraklarına nüfuz eden Hollanda sömürge ordusunun başlattığı
istila, tüm maddi olumsuzluklara ve hatta iç siyasi bölünmüşlüğe rağmen, dönem
dönem öne çıkan liderler etrafında birleşen Açeliler tarafından uzun bir döneme
yayılan mücadeleye konu oldu.
Söz konusu bu mücadele, değişik evrelerde
gerçekleşirken, bölge tarihçileri bu süreci otuz, kırk ve/ya yaklaşık yetmiş
yıl sürdüğüne dikkat çekerler. Hollanda Krallığı ise, dönemin sultanı Muhammed
Davud Şah’ın 1903 yılı başlarında teslim olmasını dikkate alarak, savaşı otuz
yıl ile sınırlandırır.
Söz konusu bu uzun erimli mücadele, aynı zamanda bize
sömürgecilik dönemine ve sonrasına dair önemli veriler ortaya koymaktadır. Öyle
ki, bu uzun savaş dönemi, Osmanlı-Açe (Malay dünyası ilişkileri) ilişkileri;
İslam toplumları ve Batı; sömürgecilik ve modernleşme; bağımsızlık ve ulus
devlet gibi çeşitli bağlamlarda incelenmeyi hak etmektedir.
Bu noktada, Açe’deki mücadelenin, Takımadalar’ın
çeşitli bölgelerinde sömürge karşıtı hareketler ve mücadelelere dayanak teşkil
etmesi ve hatta 1945 yılında bağımsızlığın Açe merkezli olarak neşet edecek bir
mahiyet kazanmasına değin bir siyasi etki silsilesinden bahsedilebilir.
Tüm bunların ardından, Açe topraklarında sömürge
savaşının her boyutuyla ele alınmasında fayda olduğuna kuşku yok. Bununla, söz
konusu bu gelişmenin ele alınmadığını söylemek istemiyorum. Ancak sömürgecilik
(kolonyalizm), sömürge sonrası (post-kolonyalizm), yeni sömürgecilik
(neo-kolonyalizm) vb. kavramların üretildiği ve bu teoriler geliştirildiği bir
ortamda, İslam toplumlarının yaşadıklarının örneğin, Batılılar gibi veya Batılılaşmış
çevreler gibi üçüncü ağızdan değil, bizzat bu toplumların kendi anlatıları ve
söylemleri üzerinden ele almak gerekmektedir. Bu çalışmanın da böylesi bir
gayeye matuf olarak ortaya konulduğu söylenebilir.
- Projenin
devamı gelecek mi?
Bu soruya prensip olarak evet demek mümkün. Öyle ki, Hollanda
Savaşı’nın Basiret gazetesinde ele alınması konusu öncelikle akademik bir makale
yayını düşünülerek gündeme gelmişti. Kıymetli bir yayıncının bunu kitap
yayınına dönüştürülmesi önerisi sonrasında, içerik biraz genişletilmek
suretiyle İbn Haldun Üniversitesi yayınlarından çıkmış oldu.
Temelde bu çalışma ile amacımız, söz konusu sömürge
savaşının Basiret gazetesinde nasıl ele alındığını ortaya koymaktı. İçindekiler
bölümündeki başlıklardan da görüleceği üzere, daha çok mücadelenin farklı
boyutları öne çıkartıldı. Bu bağlamda, söz konusu bu alt başlıkların bile
temelde geliştirilmeye matuf önemli hususlar diye düşünüyorum. Ayrıca, Basiret
gazetesinde konuyla ilgili ulaşamadığımız nüshalar bulunuyor. Şayet nüshalara
ulaşmamız ve bunlarda konuyla ilgili verilerin olması çalışmanın genişletilmesi
anlamı taşıyacaktır.
19. yüzyıl son çeyreği boyunca yüksek yoğunluklu,
ardından 20. yüzyıl ortalarına doğru Japon İmparatorluğu ordusunun Sumatra
Adası’na çıkışı ve böylece Hollanda sömürge yönetiminin sona ermesine kadar
devam eden mücadelenin Türkiye’de bilindiğini söylemek mümkün değil. Dolayısıyla
Açe topraklarındaki mücadelenin her yönüyle ele alınmasında Basiret’in yanı
sıra, savaşın ilerleyen safhalarını da ele alan dönemin önde gelen uluslararası
yayın organları üzerinden değerlendirmek mümkün. Tabii, Açe kaynaklarının bu
konuda neler söylediği de başlı başına bir araştırma konusu olduğuna işaret
etmeliyim.
Bu vesileyle, Basiret Gazetesi’nin genel anlamda ele
alındığı bir doktora tezi var. RTÜK Başkanı Sayın Prof. Dr. İlhan Yerlikaya’nın
gerçekleştirdiği bu çalışmanın, 1994 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
tarafından yayınlanan XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Hayatında Basiret Gazetesi ve
(Pencermenizm, Panislamizm, Panslavim ve Osmanlıcılık Fikirleri) başlığıyla
yayınlandığını hatırlatmakta fayda var.
- Bugün ile
kıyaslama yaparsak; hem bir medya aracı, hem de İslam toplumlarını diri tutan
bir imkan olarak Basiret gazetesinin etkisini yorumlar mısınız?
Açıkçası bu etki son derece bariz… Basiret’in ilk
yayının 1870’de olduğu ve aradan 140 yıla varan bir sürenin geçtiğini
düşünürsek, biz bugün Basiret üzerinden hem Osmanlı basınını hem de görece uzak
bir diyar olan Sumatra Adası’nda bir İslam devleti ve toplumunun sömürgecilik
karşısındaki mücadelesini öğreniyoruz.
Hatta ve hatta, 19. yüzyılın son birkaç on yılına
damgasını vurmuş ve Osmanlı Devleti’nin bir anlamda varlık mücadelesinde öne
çıkan ‘İttihad-ı İslam’ politikasını tercih etmesi ve şekillenmesinde bu yayın
organının hakkının verilmesi gerekir diye düşünüyorum.
- Artık
herkesin her şeyi anında öğrendiği bir dönemdeyiz. Basiret gazetesinin
Müslümanlar üzerindeki etkisini düşününce, iletişim daha kolay ama Müslümanlar arasındaki
bağ daha mı zayıf?
Öğrenme mi yoksa enformasyon akışkanlığında boğulmak
mı diyelim bilemiyorum, ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki gelişmeleri farklı
şekilde yorumlamak mümkün. Burada ayrıca, ‘enformasyon’ ile ‘bilgi’, göz atma
ile öğrenme arasındaki fark/lar hususunda konuşmak mümkün olsa da, şu anki
konumuz buna elvermiyor.
Yukarıda Açeli elçilerin Osmanlı başkentindeki
varlığına ve bunun Basiret gazetesinin yayınlarına etkisi konusuna değinme
fırsatı bulmuştum.
Benzer bir husus günümüz için de geçerli. Mevcut iletişimin
imkânlarının sağladığı maddi kolaylık bir anlam taşımakla
beraber, yerinde olmak, karşılaşmak, konuşmak, doğrudan yüzleşmek gibi
eylemlerin önemini yitirmediği, aksine belki de daha da anlamlı hale geldiğini
söyleyebiliriz.
Bu anlamda, Müslüman toplumlarının birbirlerini
anlamada ve bağlarını kuvvetlendirmede dün olduğu gibi bugün de Kutsal
Topraklar’ın işlevinin yanı sıra, İslam coğrafyalarına yönelik ilginin fiziki
olarak da artmasında fayda mülâhaza ediyorum.
http://www.mucerret.com/roportaj/150-yil-once-bir-gazete-devlet-politikasina-ne-kadar-etki-edebilir/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder