Mehmet
Özay 28.02.2019
foto: mindanews |
Filipinler’in
güneyi özerk yönetim süreci 26 Şubat günü Cotabato şehrinde yapılan devir
teslimle resmen başladı. Bu değişiklik, 1996 yılı barış anlaşması sonrasında
uygulamaya konulan Müslüman Mindanao Özerk Bölgesi (ARMM) başında bulunan bölge
valisi Mujiv Hataman’ın görevini, yeni kurulan ‘Bangsamoro Müslüman Mindanao
Özerk Bölgesi’ (BARMM) geçiş dönemi valisi Murad İbrahim’e bırakmasıyla
gerçekleşti.
Moro halkının
demografik olarak çoğunlukta bulunduğu Mindanao Adası’nda belli bölgeler ile
Sulu Takımadaları’na özerk yönetim kararı, Moro İslami Kurtuluş Örgütü (MILF)
ile merkezi hükümet arasında 2014 yılında varılan anlaşmanın ardından senato
onayı ile süreci 21 Ocak ve 6 Şubat’ta yapılan referandumlarla bölgede Müslümanlara
yönetimde söz hakkı tanıyan özerk yapının hayata geçirilmesi süreci başlamıştı.
Yeni özerk
yönetim, 2014 yılında Moro İslami Kurtuluş Örgütü (MILF) ile Filipinler merkezi
hükümeti arasında varılan Bangsamoro Kapsamlı Anlaşması adıyla anılan barış
anlaşması sonrasında oluşturulan Bangsamoro Temel Yasası’na dayalı olarak
bölgenin siyasi sorumlusu anlamı taşıyor.
Murad İbrahim,
2022 yılına kadar devam edecek geçiş döneminde bölge valiliği görevini
üstlenirken, bölge 80 kişiden oluşan bölge meclisi tarafından yönetilecek. 30
Haziran 2022 yılına kadar görev yapması beklenen geçiş dönemi meclisi için MILF
41, merkezi hükümet ise 39 aday göstermesine karar verilmişti. 22 Şubat’ta
yapılan atama töreninde 76 üyenin bulunduğu, dört ismin ise daha sonra
açıklanacağı belirtilmişti. Söz konusu bu geçiş döneminin, 2022 yılında
yapılacak valilik ve meclis yerel seçimleriyle doğal bir sürece geçmesi
bekleniyor.
1970’li yıllarda
başlayan ve 1990’ların ortalarında o dönemki barış anlaşmasının ardından hayata
geçirilen ARMM bölgede barışı istikrarlı kılmakta başarılı olamadı. Bu anlamda,
bugün hayata geçirilen özerk yönetimin Moro halkı için yeni bir gelişme
olmadığını ifade etmek gerekiyor.
Bu nedenle yeni
özerk bölge yönetiminin belki önceki tecrübeler ve olası yeni tehditler
karşısında daha aktif bir yönetim biçimi taşıması kaçınılmaz. Bu noktada,
bölgede toplumsal barışın tesisi noktasında normalleşme sürecinin sağlıklı bir
şekilde gerçekleştirilmesi, sadece vali ve meclisten müteşekkil yapının değil,
sivil toplum, dini azınlıklar, merkezi hükümet ve uluslararası çevreler gibi
farklı boyutlarda işbirliğini gerektirdiğine şüphe yok.
Adına ‘geçici’ de
dense, göreve başlayan yeni ve özerk yönetimin bölgede siyasal ve toplumsal
düzeni sağlamak gibi çok önemli bir görevi bulunuyor. Bu görevi, güvenlik ve
sosyo-ekonomik kalkınma şeklinde iki kategoride ele almak mümkün.
Bölgede çeşitli
silahlı grupların, ulusal hükümetle barış anlaşmasına ve özerk yönetime muhalif
olan çevrelerin yanı sıra, adına uluslararası denilen ‘terör’ yapılaşmalarının
bölgede kendilerine alan açma çabaları bölgesel güvenliği tehdit eden unsurlar
olarak ortaya çıkıyor.
21 Ocak’ta yapılan
referandumdan sadece bir hafta sonra 27 Ocak’ta Sulu Adaları’nın başkenti
Jolo’da Katolik kilisesine yapılan bombalı saldırı ve birkaç gün sonra
Zamboanga’da bir camideki patlama söz konusu yapıların varlığını açıkça ortaya
koyuyor. Bu ve benzeri güvenlik sorunlarının özerk yönetimi meşgul edecek en
önemli konu olduğuna şüphe yok.
Bir diğer husus,
geniş halk kitlelerini içine alacak sosyo-ekonomik kalkınma süreci. MILF hareketi
içinden çıkan isimler ve hükümetin atadığı öne çıkan siyasilerin temsilci
olarak bulunacağı meclisin bu konudaki çalışmaları merakla bekleniyor.
Merkezi hükümetin
eyalete yapacağı yardımların ötesinde, bölge halkını üretim süreçlerine dahil
edecek ve bölge kaynaklarının ulusal ve uluslararası alana taşınarak ekonomik
bir döngünün oluşturulabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna kuşku yok. Bu
nedenledir ki, uzun dönemli çatışma bölgelerinde rastlanan zorlukların burada
da ortaya çıkacağı öngörülebilir.
Bununla birlikte,
benzeri anlaşma bölgelerinde rastlandığı üzere, merkezi hükümetin ekonomik
yardımlarının bir rehavet ortamı oluşturacağını ve/ya çeşitli etnik ve güç
merkezleri arasında orantısız dağılımın neden olacağı yeni bir çatışma
sürecinin potansiyel olarak ortada durduğuna dikkat çekilmelidir.
Bu bağlamda,
bölgedeki istikrarsızlığın yeni ve basit bir nedene dayanmadığı, aksine sömürge
döneminden başlayan siyasi ve toplumsal sorunlar nedeniyle bugünlere kadar
geldiğini hatırlatmakta fayda var. Bu
noktada, sürecin en son gelişme gösterdiği dönem olarak 20. yüzyıl son
çeyreğinden 2014 yılındaki barış anlaşmasına kadar geçen süreç bugün barış için
bir neden kabul edilse de, önceki süreçlerin de unutulmaması gerekiyor.
Öyle ki, her ne
kadar tarihte Sulu Takımadaları’nın yanı sıra, Mindanao Adası’nın tamamının da
demografik ve siyasi olarak Müslümanların egemenliğinden bahsedilse de,
sömürgeci yapıların ve ardından Filipinler ulus devletinin çeşitli sosyal ve
ekonomi politikaları nedeniyle bugün özerk yönetime konu olan coğrafyanın
gerçek sınırları yansıtmadığı hatırlanmalıdır.
Teritoryal
gerileme olarak adlandırılabilecek olan bu gelişmede, bölgenin verimli
topraklarının, yer altı ve üstü kaynaklarının dışardan gelen ve başka dine
mensup göçmen gruplarının yerleştirilmesiyle Müslümanların ekonomik ve siyasal yönetim
bağlamlarında gerilemelerine neden olduğu görülür.
Bu durum, hiç
kuşku yok ki, yeni özerk yönetim ekonomi politikalarında, toprak sahipliği,
yerel akrabalık ilişkilerinin oluşturduğu derin çıkar grupları yapılar başta
olmak üzere çeşitli yapısal ve üretim süreçlerinde oluşturulan tekellerin
aşılması gibi bazı temel sorunlarla karşı karşıya.
Özellikle çatışma
döneminin ‘doğal’ bir korunma ve güvenlik havzası oluşturma gereği olarak
toplumun belli kesimlerinin etnik ve ailevi bağlarla küçük gruplar şeklinde
oluşturdukları yapıların ve bunların bir tür mafyatik denilebilecek tutum ve
eylemlerini yeniden yapılandırılması gerekiyor. Referamdum sürecinde, ‘evet’
oyu çıkması beklenen en azından bazı bölgelerde ‘hayır’ oyunun çıkmasını bu
bağlamda değerlendirmek mümkün.
Kendisinin, yeni
özerk yönetim yapısı içerisinde temsil edilmediğini kanaat getirecek yapıların
salt bir ekonomik problem olarak ortaya çıkmayacakları, aksine bundan da öte
kamusal güvenliği tehdit edici bir boyut kazanabileceğini akılda tutmak
gerekiyor. Bu bağlamda, hukuki süreçler ve bunların yapılandırılması zamana
ihtiyaç duyduğundan sıradan vatandaşların ekonomik kalkınma adına ne ile karşı
karşıya kalabilecekleri önem taşıyor.
http://guneydoguasyacalismalari.com/2019/02/28/mindanaoda-gorev-devir-teslimi-mission-handover-in-mindanao/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder