Mehmet
Özay 31.12.2019
Hindistan’dan Japonya’ya
kadar uzanan ve Asya-Pasifik bölgesinin Asya bölümünde yer alan coğrafyada Müslüman
toplumların 2019 yılı boyunca içinde bulundukları durum içacıcı bir durum
sergilemedi.
Bölgedeki bazı ülkelerde
uzun yıllardır ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan Müslümanların yanı sıra,
bunlara yenilerinin eklenmesi ulus-devletler içerisinde ulusal güvenlik sorunu
olarak değerlendirilip söz konusu uygulamalara meşruiyet zemini sağlaması ulus-devletlerin
varlığı ile temel insan hakları konusunda çelişkilerin giderek artması
açısından da dikkat çekici.
Bunun ötesinde, söz
konusu bu gelişmeler olurken, dünya toplumlarının üst yönetim birimi olarak
varlık gösterdiği ileri sürülen Birleşmiş Milletler (BM) gibi kurumlar ile ASEAN
(Association of Southeast Asian Nations)
başta olmak üzere bölgesel birliklerin gelişmeler karşısında etkin bir yönetim
sergileyememeleri, ulus-devletler boyutundan bölgesel ve küresel yönetişim boyutuna
doğru uzanan sorunların bir sarmal haline geldiğini gösteriyor.
İlgili ülkelerde azınlık
konumundaki Müslüman toplumların haklarının korunması konusunda sonuç odaklı çaba
sarf etmesi beklenen İslam İşbirliği Teşkilatı (Organization of Islamic Cooperation-OIC) gibi kuruluşların ise kendi
içerisinde bölünmüş ve çıkar eksenli yapılaşması da Müslümanları umutsuzluğa
sevk eden belki de en önemli unsur olarak tezahür ediyor.
20. yüzyıl ikinci yarısı
boyunca süren Soğuk Savaş sürecinde, ulus-devletlerin kendi siyasal
rejimlerinin devamı ve korunması merkezli bir dönem yaşandı.
Bu dönem, Müslüman
kitlelerin varlığının gözlerden ırak bir nitelik arz etmesine karşılık, 1989’dan
itibaren Soğuk Savaş’ın bitmesiyle yeni bir dönemin başladığı iddiası Asya-Pasifik
bölgesi Müslümanları için nasıl bir anlam ifade ettiği yaşanan gelişmeler
çerçevesinde tartışmaya açıktır.
Mindanao
barışı istisna
Bölgeye kısaca göz
atıldığında, Filipinler’in güneyinde Sulu-Mindanao Adaları’ndaki Müslümanların
merkezi hükümetle gerçekleşen barış anlaşması sonrasında özerk yönetime geçilmesi
olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilir.
Bu anlamda, son dönemde bölgede
Müslümanların baskı ve zulümden kurtulup barış içerisinde yaşama geçmelerinin belki
de yegane örneği olarak önümüzde duruyor.
Barış süreciyle birlikte,
bölgede yeniden yapılanma anlamında Mindanao Müslümanların kayda değer sorunlarla
karşı karşıya kalmalarına rağmen, barış konusunda istikrarlı bir tutum
sergilemeleri en önemli kazanım olarak değerlendirilmelidir.
Moro İslami Kurtuluş
Cephesi (Moro Islamic Liberation Front-MILF)
lideri Hacı Murad İbrahim’in 2019-2022 yılları içerisinde bölgeyi yönetmesi bir
geçiş dönemi özelliği anlamı taşıyor.
Bu üç yıllık kısa süre
zarfında yapısal sorunların aşılması ve bölge halkına hak ettiği sosyo-ekonomik
ve kültürel yaşam hakkının sağlanması barışın sürekliliği konusunda önem
taşıdığına şüphe yok.
Arakan:
belirsizlik mi yok oluş mu?
Önceki süreçler bir yana,
2012 yılı Haziran ayında başlayan şiddetin biteceği konusunda o dönem verilen açıkmalar
yerini devasa bir şiddet sarmalarına bırakmış durumdu.
Toplamda bir milyonu
aşkın Arakanlı Müslüman’ın, başta komşu ülke Bangladeş’e sığınması yaşanan
şiddetin, sadece fiziki boyutunun şimdilik geride kalması anlamı taşıyor.
Bangladeş ile Myanmar
hükümetleri arasında sığınmacıların geri dönüşüde dair yapılan anlaşmanın
gerçekleşmemesi, Myanmar’ın Arakan Eyaleti’nde Müslüman toplumun yok oluşuna
doğru mu gidiliyor sorusunun ortaya atılmasına yol açıyor.
Bangladeş’in kendi
toplumsal ve ekonomik sorunlarının yükünü taşımakta zorlanırken, komşu ülkeden
gelen bu Müslüman kitleyi daha ne kadar kol kanat gereceği belirsizliğini
koruyor.
Bu konuda yaşanan en son
gelişme, Arakanlıların bir adaya yerleştirilmeleri konusunun gündeme
getirilmesi oldu. Bunun Arakanlıların görüşlerinin alınmadan bir icbarla
gerçekleştirilmeye çalışılması konusundaki iddialar ise Myanmar hükümeti
elinden kurtulan bu insanların Bangladeş hükümeti eliyle bir başka belirsizliğe
sürüklenmeleri anlamı taşıyor.
Yukarıda dikkat çekilen
Arakanlı Müslümanlar konusunda özellikle Batılı sivil toplum kuruluşları ve
bazı devlet yetkililerinden gelen tepkiler sonucu Myanmar dışişleri bakanı Suu
Kyi, Arakanlı Müslümanlara yönelik etnik temizlik suçlamasıyla Aralık ayı
başında Hollanda’nın başkenti den Haag’da uluslararası Adalet Mahkemesi’nde
ifade verdi.
Suu Kyi, hakkındaki söz
konusu suçlamayı reddederken, bir dönem özgürlükler kraliçesi olarak gönüllerde
taht kurmuşken, son dönemde ülkesinde yaşananlara gözlerini kapatması, insanlık
tarihi için ibretlik bir manzara teşkil ediyor.
Çin’de
sorun Uygur’u aştı
Uzun bir süredir Myanmar’ın
batısında Arakan Eyaleti’nde yaşam süren Arakanlı Müslümanlara yönelik şiddet
ve etnik soykırım ile küresel basının gündeminde yer alırken, buna Çin’de yaşananların
eklenmesi neredeyse Arakan sorununu geride bırakmış gözüküyor.
Çin’de Doğu Türkistan’da
yaşayan Müslüman kitlelerin ideolojik kontrol mekanizmasına tabi tutulmaları,
akıllara yüzyıllarca önce İber Yarımadası’nda İspanyol ve Portekizlilerce
gerçekleştirlien ‘reconquista’
sürecini hatırlatıyor.
Çin’in komünist
ideolojisi Yüce tanımaz bir ideoloji olarak Müslüman kitlelere dayatılırken, sürecin
etik ve insani bağlamından çoktan koptuğunun izleri dikkat çekiyor.
Çin yönetiminin Müslümanlara
yönelik politikası Uygurları aşıp Çin kökenli Müslümanlara varan bir boyuta
sıçramış olması oldukça endişe verici.
Bu durum, Pekin siyasi
elitinin bu politikalarla, Batı’nın çeşitli saldırıları karşısında sanki hıncını
var olan gücüyle hıncını Müslüman kitlelerden aldığı izlenimi uyandırıyor.
Bu saldırgan davranışı
ile Çin sadece Tayvan, Hong Kong, Tibet gibi kendi egemenlik sahasında gördüğü
bölgeler ve halklar üzerinde değil, yakın bölgesi Güneydoğu Asya ülkeleri ve
toplumları üzerinde de olumsuz bir etki yaratmaktan geri durmuyor.
Bölgede Çin’e yönelik
gizli/açık bir tepkiden bahsedilebilirse de, bu noktada en önemli tepkiyi
vermesi beklenen OIC’yi güdümüne almış olan Suudi Arabistan ve Körfez
ülkelerinin bu gelişmeler karşısında pek de sesini çıkarmamış olmasıdır.
ABD Başkanı Donald Trump,
ekonomik milliyetçilik olarak adlandırılan politikası ile ABD orta sınıfın
çıkarlarını koruma adına Çin’le ticaret savaşına girerken, 2016 yılında Selman
bin Faisal’ın Çin ziyaretinde yapılan milyarlarca dolarlık anlaşması üzerinden
Müslüman kitlelerin haklarını koruma konusunda girişimde bulunmaması oldukça
manidar.
Yukarıda dikkat çekildiği
üzere, Arakan konusunda bir tür hassasiyetin oluştuğu bazı Batılı sivil toplum
kuruluşları ve hükümet temsilcilerinin girişimlerine karşılık, Çin’in Myanmar
yönetimine destek vermesi iki ülkenin Müslüman kitleler üzerindeki
politikalarının benzerliklerinin bir tesadüf olmadığını ortaya koymaktadır.
Son birkaç on yıldır,
giderek artan bir şekilde Batı toplumlarında İslam karşıtlığı belirginlik
kazanırken, bunun küresel bir boyuta taşınmasına karşılık Asya-Pasifik’teki
karşılığı yoğun bir şiddet eylemi ve etnik temizlik boyutuna taşınıyor.
Nicelik olarak fark olsa
da nitelik olarak birbirinden ayrılması mümkün olmayan bu gelişmeler azınlık
konumundaki Müslüman toplumlar kadar, belki de daha çok halkının kahir
ekseriyeti Müslüman olan toplumların biraraya gelerek bu küresel soruna çözüm
bulmalarının aciliyetini ortaya koymaktadır.